Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        GETİRİLMEK istenen yeni ekonomi modeli tam bir Çin usulü mü, yoksa yarı Alman mı?

        Bunu sormamın nedeni AK Parti Merkez Yürütme Kurulu toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri…

        Yüksek ihracata dayalı bir modelden söz ederken, ithal iş gücüne dayalı bir üretime de atıf yapıyor.

        Yani gelen mültecileri ucuza çalıştıralım, onların ürettiğini dışarıya dövizle satalım ve sonunda ekonomiyi düzlüğe çıkaralım anlamına gelen bir model…

        Bugün orta ve alt grup işletmelerin ağırlıklı bölümünde bu olası.

        Ancak orta ve üst grup işletmeler için de aynını söylemek pek mümkün değil.

        MÜLTECİ EKONOMİSİ

        Nedeni de 1960’da Almanya’da uygulanan yöntemlere 21’inci yüzyılda uluslararası iş yasalarının izin vermemesi…

        “Ne önemi var, Gaziantep sanayisinde çalışanların yarısı mültecilerden oluşuyor, kanıksandı” artık diyebilirsiniz…

        Ancak başka iş kollarındaki durumun da bundan böyle benzer şekilde gideceği görülmeli.

        Bu da ister istemez kayıtlı iş gücünün azalmasına, SGK gelirlerinin düşmesine, emeklilere bir süre sonra maaş ödemesinin daha zor hale gelmesine de neden olacağı görülmeli.

        Bunları geçici süre uygulayıp, sonrasında kayıtlı sisteme geçeceğimiz sanılıyorsa da unutulmamalı ki bu tür uygulamalar sonunda kalıcı hale gelir.

        ATÜT’TEN ÇİN MODELİNE

        Ekonomide model arayışı aslında 1960’tan bu yana Türkiye’nin önemli meselelerinden biri oldu.

        Bir zamanlar Sencer Divitçioğlu’nun Asya Tipi Üretim Tarzı, sonrasında karma ekonomik model, Özal döneminde transformasyon ekonomisi, Çiller döneminde Amerika modeli kalkınma, Kemal Derviş döneminde ise ekonomi gerçeği ile karşılaşma sürecini yaşadık.

        Sonrasında Hindistan modeline kadar geldi.

        Bugün de her 20-30 yılda bir yaşanan bu döngüde Çin Modeli’ni konuşur olduk.

        Modelin esası ucuz iş gücü üzerinden uluslararası rekabet gücünü arttırarak ihraç ürünlerini arttırmak ve gelecek döviz ile açık kapatmak.

        İthalatı kısarak döviz çıkışını aza indirmek, içerde ithal ürünlerin kullanımını da yüksek kur ile engellemek…

        Peki bugüne kadar modern yaşatmayı alışkanlık haline getiren bizler bu modele ne denli açığız…

        Daha az kazanarak, daha az ürün alarak ve daha yoksul bir yaşam sürerek devam edebilir miyiz?

        Haydi buna razı olduk diyelim konjonktür izin verir mi?

        HANGİSİNDEN VAZGEÇECEĞİZ

        Haydi gelin tepeden tırnağa bakalım…

        Ben bunu dün bir yerde yanımda oturmakta olan genç bir insana sordum…

        Ayağındaki ayakkabı ithaldi; yerlisi yok mu dedim yanıtı net oldu:

        “Var ama sağlıksız ve ayağımı kokutuyor…”

        Pantolonu ve gömleği de yabancı marka, yani ithaldi.

        Elindeki telefon bilindik yabancı bir markaydı; ha keza gözlüğü de…

        Kolundaki elektronik saati de ithal elektronik olandı.

        Kullandığı tıraş bıçağı ve losyonu da ithaldi…

        İçtiği kahve fincanının üzerinde de Türkiye’de yaygın olan kahve markasının adı yazıyordu.

        Evdeki bilgisayarından, banyo yaparken kullandığı şampuana, sıvı vücut sabununa kadar hepsinin ithal olduğunu da aktardı.

        Bununla da kalmadı, evdeki bulaşıktan, çamaşır makinasına, elektrik süpürgesinden kullandığı tavaya kadar ithal olduğunu da ekledi.

        Otomobilleri de saymanın zaten anlamı yoktu.

        Yerli olanların listesini yap dedim; domates, salatalık dedi ve duraksayıp ekledi:

        “Bulgur ile makarna bile ithal…”

        Sahi kaçımız bunlardan vazgeçeriz?

        Diğer Yazılar