Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        TÜRKİYE’NİN Finlandiya ve İsveç’in adaylık sürecine koyduğu engeli kaldırdığı NATO zirvesi yeni bir dönemin de kapısını araladı.

        Berlin Duvarı’nın yıkılışından bu yana, dünyanın, dolayısıyla da Türkiye için küresel güvenlik açısından yeni bir dönemin başladığının da ilanı.

        Dünya açısından önemine devamında geleceğim…

        Türkiye açısından bu zirvenin önemi elde ettiği kazanım…

        Çünkü düne kadar PYD/YPG yapılanması AB üyeleri için terör ile iltisaklı bir pozisyon arz etmiyordu.

        Hatta terör örgütü olarak görmedikleri için, silah dahil her türlü yardımı yapmaktan da kaçınmıyordu.

        İmzalanan mutabakat zaptı ile AB’nin iki ülkesi, İsveç ve Finlandiya PYD/YPG ile FETÖ’ye destek sağlamama sözü verdi.

        Her ne kadar terör örgütü ibaresi kullanmasa da.

        Ancak terörle ilgili paragrafın içinde adını geçirerek iltisaklı hale getirdi.

        Bunun ülkeler açısından siyasi bir belge niteliğinde olduğu, bir anlaşma metni haline gelmediği savından yola çıkarak, “Almanya ve Fransa ile de geçmişte benzer belgeler imzalandı, ne önemi var?” denilebilir.

        PYD/YPG İLK KEZ AB ÜLKESİ METNİNDE…

        Unutulmamalı ki hiçbirinde PYD/YPG adı belgelere açıkça yazılmadı; ilk kez kayda giriyor...

        Aktarıldığına göre belgeye bu paragrafın girmesi için Türkiye oldukça gayret sarf etmiş.

        Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın ile Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal’ın geçen hafta Brüksel’de Finlandiya ve İsveç tarafı ile yaptıkları görüşmede madde gündeme gelmiş.

        Her iki ülke de itirazda bulunmuş.

        Ancak dünkü toplantı sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Finlandiya Cumhurbaşkanı ve İsveç Başbakanı’na, “Eğer bu madde yoksa ve bu paragraf girmeyecekse toplantıyı uzatmayalım, bitirelim” diyerek kararlı tutumu sürdürmüş.

        NATO Genel Sekreteri’nin baştan beri Türkiye lehine devam ettirdiği olumlu tutum da eklenince iki ülke çaresiz kabul etmiş.

        SINIR DIŞILAR OLMAZ İSE ÜYELİK DE OLMAZ

        Nitekim heyet ile birlikte Madrid’de bulunan Cumhurbaşkanlığı Dış Politika Kurulu Üyesi Prof. Dr. Çağrı Erhan da dünkü sohbetimizde bu maddenin girmesi için verilen çabaya dikkat çekti.

        “Cumhurbaşkanımızın ısrarını ve kararlılığını görünce metne bu paragrafı ekleme durumunda kaldılar” dedi.

        Prof. Dr. Erhan, mutabakat gereği iki ülkenin topraklarında üslenen PKK, FETÖ ve diğer terör örgütleri elemanlarını sınır dışı etmek için aceleci davranacaklarını da dile getirdi.

        “Çok yakın gelecekte en az 20-25 terör elamanının bu ülkelerden sınır dışı edildiğine tanıklık edeceğiz” dedi…

        Bunun olmaması halinde Türkiye’nin tutumunun devam edeceğine de vurgu yaptı.

        İki ülke için adaylık sürecinin başladığını anımsatıp, “Henüz adaylık yolu açıldı, kesin üyelik için bir yıldan fazla süreleri var” dedi.

        Sözlerinden çıkardığım kadarıyla önceki akşamki görüşmede iki ülke de terör örgütü elemanlarının sınır dışı edilip, bazılarının iadesi konusunda vaatte bulunup, söz vermiş.

        Mutabakat metninde de Avrupa İade Sözleşmesi’ne bağlanarak buna atıf yapılıyor.

        Türkiye tarafından sağlanan bilgi, delil ve istihbaratı dikkate alarak terör zanlılarının sınır dışı edilip, iade taleplerinin yerine getirileceğini hükme bağlıyor.

        Ne denli uygulanabilir olduğunu süreç gösterecek…

        ÜÇ TARAF DA MEMNUN

        Ayrıca PKK ve FETÖ sadece bu iki ülkede üstlenmiş değil; en yakın ittifak yapılan AB’nin birden çok ülkesi kucak açmış durumda.

        EDAM Yönetim Kurulu Başkanı Sinan Ülgen de buna dikkat çekti.

        Her iki ülkenin tam üye olduktan sonra verdikleri sözlerin yerine getirildiğinin takibi için oluşturulan ve mutabakatta da yer verilen Daimi Ortak Mekanizma oluşturulmasının önemine vurgu yaptı.

        “Her üç taraf da ortaya çıkan metinden hoşnut” dedi.

        İMZALAMAMAK OLASI MIYDI?

        Bunlar Türkiye ile ilgili durum…

        Ancak bir de meselenin küresel boyutu var ki, Türkiye çok daha merkezinde yer alıyor…

        Şimdi tersinden bakalım…

        Finlandiya ve İsveç’in adaylık yolunu açan süreci tıkamak mümkün müydü?

        NATO’nun güvenlik duvarı İskandinavya’dan başlayıp, Karadeniz’e kadar uzatacak yeni küresel güvenlik sistemine karşı ne derece direnç gösterilebilirdi?

        Belki Türkiye’yi bu süreç aynı noktaya getirecekti, ancak daha fazla gerilim olmadan mesele çözüldü.

        Dolayısıyla Türkiye kriz ile el yükselterek PKK, FETÖ ve YPG/PYD dahil olmak üzere terör örgütleri elemanlarının sığındığı AB’nin iki ülkesinden söz aldı.

        En azından AB’nin diğer ülkelerine teşmil etmenin yolunu açtı.

        KÜRESEL GÜVENLİK HATTI DEĞİŞTİ

        Rusya dahil olmak üzere bölge üzerindeki güvenlik çalışmalarıyla da tanınan Prof. Dr. Mitat Çelikpala da dünkü sohbetimizde bu duruma dikkat çekti.

        “Küresel güvenlik hattının yapısı bu zirve ile farklılaştı” deyip devam etti:

        Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra en önemli kararlardan biri. Çünkü küresel güvenlik hattının yapısı farklılaştı. Yakın geçmişe kadar Rusya sınırına yakın ülkelerin NATO üyeliği söz konusu değildi. Artık küresel güvenlik sınırı İskandinavya’dan başlayıp, Karadeniz’in ortasına kadar geliyor. Rusya için bu yeni bir duvar örüldüğü anlamı taşıyor. Tarafsız ülkeler de bu zirve ile taraf oldu.”

        Yakın geçmişte NATO’nun Rusya için, “Partner veya diyalog kurulan ülke” kavramlarını kullandığını, Kırım işgali döneminde dahi bu tutumunu sürdürdüğünü anımsatan Prof. Dr. Çelikpala, sözlerini şöyle sürdürdü:

        “NATO’da Rusya için rekabet ve diyalog kavramı bir arada götürüldü. Ancak bu zirve sonrası Rusya diyalog kurulan ülke olmaktan çıktı. Bundan böyle sadece rakip ülke... Denklem değişti; Rusya artık ötekileştirilmesi gereken konumda.”

        KARADENİZ DE YAPILANACAK

        Türkiye’nin de yeni pozisyonunu buna uygun hale getirmesi gerektiğine de vurgu yapan Prof. Dr. Çelikpala, “Türkiye de yeni Karadeniz stratejisini buna uygun hale getirmek, güç politikasını buna göre yeniden belirlemek durumunda” dedi.

        NATO’nun 2010 sonrası dün açıklanan yeni stratejik konsepti ve iki yeni üyeye yerleştirilecek askerlere ilişkin de önemli bir tespitte bulundu:

        “Doğu ülkeleri NATO yerine ABD üssünün olmasını tercih ediyor. Bazıları ABD ile ikili anlaşmalar yaparak onun kontrolünde bir savunma mekanizması oluşturuyor. Bunlar NATO ile ilişkili çalışıyor. Ancak sorun üslerin kimin kontrolünde olacağı. ABD ve NATO üssü olması arasındaki kavram karmaşası Rusları açmazda bırakıyor. Burada Türkiye ile Rusya arasındaki güvenliğe dayalı iyi niyet boyutu da farklılaşacak. Bu saatten sonra bütün üye ülkeler için NATO ve üyelerini dışlayan, tek başına götürülmeye çalışılacak güvenlik boyutu ve ulusalcı politikaya dayalı tutum bitti.”

        Peki, bu durumda ne olacak?

        Türkiye, Ukrayna savaşında dahi koruduğu tarafsızlık politikasını sürdürmeye son mu verecek?

        Veya böyle bir konsept varken Moskova buna karşı nasıl atak gerçekleştirecek?

        Bunun getireceği en azından enerji maliyetini kim karşılayacak?

        Bunlar da işin diğer tarafını oluşturuyor…

        Diğer Yazılar