Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        BAŞKANLIK sistemine geçişi düzenleyen Anayasa değişikliği gündeme gelip, diğer başkanlık sistemleriyle farklılığı ortaya çıkınca, “Bizimkisi Türk tipi…” denilmişti.

        Altılı Masa’nın dün altı liderin de katılımıyla düzenlenen törenle tanıtımı yapılan Anayasa değişiklik önerisi için de benzer bir yaklaşımla “Türk tipi güçlendirilmiş parlamenter sistem” denilebilir.

        Doktrine de sadık kalarak, “Düzenlenmiş Başkanlı Parlamentarizm” ya da “Başkanlı Başbakanlık” denilmesi de olası…

        Bu yaklaşımda bulunmamın nedeni, önceki köşe yazımda da belirttiğim gibi, Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesine devam ediliyor olması…

        Her ne kadar yetkileri budansa da ister istemez klasik parlamenter sistemden ayrışıyor.

        Ayrıca sadece Cumhurbaşkanı da değil, kurumların işlerliğinde de yüklenilen görevler açısından da benzer durum söz konusu.

        Bir bakıma Cumhurbaşkanı’nı halkın seçtiği Bulgaristan tipi model karşımıza çıkıyor.

        ORGANİZASYON ÇOK BAŞARILI

        Detaylarına girmeden toplantıyla ilgili önemli gördüğüm birkaç gözlemimi aktarayım.

        Kadro ve maddi güç açısından daha etkin olmasından kaynaklansa gerek, organizasyonun ağırlıklı yükünü CHP üstlenmişti.

        Hakkını vermek gerekir ki tek eksiği de yoktu…

        Bir öncekinde de olduğu gibi, iktidar veya muhalefete yakınlıkları gözetilmeksizin tüm gazeteciler davet edilmişti.

        Onlar da herhangi bir sorun veya tepkiyle karşılaşmayacağı bilinciyle gelmişti; nitekim öyle de oldu; eşitler arası öncelik yaşanmadı.

        Salona girişe kadar iyi bir düzen hakimdi; kartlar hazırlanmış, arkalarına davetlilerin hangi sırada oturacağına kadar işlenmişti.

        Adınız oturacağınız koltuğun üzerinde de duruyordu.

        Ayrıca salonun girişine garsonların da hizmet verdiği kahve ve küçük atıştırmalık stantlar kurulmuştu…

        “BİRİZ AMA TEK DEĞİLİZ”

        28 Şubat’taki Mutabakat Metni buluşmasından ayıran en önemli fark ise parti teşkilatlarının bulunmaması, milletvekili ve parti yöneticileriyle sınırlı kalmasıydı.

        Özetle, organizasyonda tek bir eksik yoktu, hatta bu kadar birbirinden farklı 6 partinin katıldığı bir organizasyon için oldukça başarılıydı.

        Gerisi de zaten Anayasa Komisyonu’nda görev alan partilerin temsilcilerine ve liderlere kaldı…

        Komisyon üyelerinin konuşmaları etkileyiciydi, ancak iletişim sosyolojisi açısından akademik kalan üsluptalardı…

        Politikacı-halk dilinden uzak kalmaya özen gösteren bir dil benimsemişlerdi.

        Leziz bir yemeğin, iyi bir tabakla sunulamaması hissi veriyordu.

        Metinlerde hürriyet ve “biz biriz ama bir kişi değiliz” temeline dayanan vurgular öne çıkarılmıştı.

        Başlangıçta liderlerin de kısa birer konuşma yapacağından söz edilmiş olsa da sahneye çıkmakla yetindiler, konuşmadılar.

        Tören de belki bu nedenle iki saate varmadan bitti.

        BAŞKOMUTANLIK VE ASKER GÖNDERME DÜZENLEMESİ…

        Anayasa’nın dokuz başlığı ve 84 maddesinde öngörülen değişikliklerde en dikkat çekici olanı, yukarıda da belirttiğim gibi Cumhurbaşkanı’nın seçimi ve görev, yetkilerine ilişkin maddelerde göze çarpıyordu.

        Halk tarafından seçilmesine devamda karar kılınırken, Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkileri maddesinden “Başkomutanlık” çıkarılmış.

        Bununla kalınmamış, yurt dışına asker gönderme ve “Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına” karar veren yetkileri de budanmış.

        Bunlar 1961 Anayasasında da olduğu gibi Milli Savunma ile ilgili 117’nci maddede, “Başkomutanlık TBMM’nin manevi varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur” diye düzenlenmiş.

        Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kullanılmasında da TBMM’ye karşı Bakanlar Kurulu sorumlu kılınmış.

        Buradan bakınca, halkın seçtiği, hem de yetkileri budanmış bir Cumhurbaşkanı’nın varlığından söz edilebilir.

        Anayasa Hukuku alanındaki çalışmalarıyla tanınan Doç. Dr. Ozan Ergül ile dün sohbet ederken bir çelişkiye vurgu yaptı:

        “Başkanlı parlamenter sistem veya Başkanlı Başbakanlık diyebilmemiz de tam anlamıyla mümkün değil; güçlendirilmiş parlamenter sistem dememiz de… Çünkü Cumhurbaşkanı’nı parlamento değil, halk seçiyor. Bu haliyle birbiriyle bağdaşmayan bir ara model tercih edilmiş.”

        OHAL yetkisinin olmaması, asker gönderme kararının bulunmamasının yanında, TBMM’yi fesih yetkisi, Devlet Denetleme Kurulu üyelerini belirlemesi gibi bazı yetkilerinin hala korunuyor olması da seçilmiş bir Cumhurbaşkanı’nı tamamen temsili olmaktan uzaklaştırıyor.

        Cumhurbaşkanı’nın kanunları veto yetkisindeki düzenleme ile de 2017 değişikliğinde getirilen, güçleştirici vetoya veda ediyor.

        Mevcut sistemde Cumhurbaşkanı geri gönderdiğinde beşte üçle yani 367 ile değişiklik yapılması gerekirken, salt çoğunluğa dönüş yapılıyor.

        Cumhurbaşkanı’na bununla birlikte yine de bazı görevler yüklüyor.

        Türk tipi güçlendirilmiş parlamenter sistem adını vermemin nedeni de buradan kaynaklanıyor.

        GÖREV GİTTİ HÜRRİYET GELDİ

        Dikkat çeken bir diğer nokta ise Anayasa’nın vatandaşa yüklediği “ödevlere” son verilmesi…

        1982 Anayasasında vatandaşa hürriyetleri tanınırken, ödevlerinin olduğunu da hatırlatılıyordu.

        Hazırlanan öneride yüklenen ödevlerin hepsi kaldırılıp, yerine “hürriyetler” getirilmiş.

        “Siyasi Haklar ve Ödevler” veya “Çalışma Hakkı ve Ödevi” gibi başlıklarındaki “ödevler” kelimelerinin yerini “hürriyetler” almış.

        Milletvekili seçilme yeterliliği içine çocuk tacizi ve kadına yönelik şiddet de engelleyici unsur olarak girmiş.

        Siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin düzenlemede de 2010’daki Anayasa düzenlemesinde TBMM Genel Kurulu’ndan geçmeyen hükme benzer hale gelmiş; parti kapatmayı daha da zorlaştırmış.

        YURT DIŞINA 15 VEKİL

        Yurt dışı da yeni bir seçim çevresi olarak tanımlanmış ve en çok 15 milletvekilliği verilmiş.

        YSK, HSK ile ilgili düzenlemeler de zaten gün boyu yazılıp çizildi, anlatıldı.

        Burada en çok dikkatimi çeken ise Yükseköğretim Kurumu ile ilgili düzenleme oldu.

        CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, ne zaman konu açılsa YÖK’ü kaldıracaklarını söyleyegeldi.

        Benzer söylemleri diğer 5 partinin başkanlarından da zaman zaman işitme olanağına kavuşuldu.

        Ortaya çıkan metin her ne kadar YÖK ile ilgili maddeyi ortadan kaldırıyor olsa da yerine konulan madde yeni bir yapıyı öngörüyor.

        Aslında Cumhurbaşkanı’nın yetkileri ve seçimindeki yaklaşım, YÖK için de geçerli.

        En önemli yanı ise Yükseköğretim kurumlarının yönetim ve denetiminin, kurumların kendi öğretim üyeleri arasından seçimle oluşturdukları organlara bırakılıyor olmasında.

        Tekil üniversite yönetim anlayışından uzak, 1982 öncesine benzer bir yapıya dönülüyor; her bir üniversiteyi güçlü kılıyor.

        Vakıf üniversitelerine devlet yardımını da kaldırıyor.

        Bütününe bakıldığında çoğunlukçu yaklaşım yerine, çoğunlukçu bakış açısıyla yargı ve yürütme üzerinde TBMM denetimini arttıran liberal yaklaşım hakim olmuş.

        Rasyonelleştirilmiş parlamenter sistem hedeflenmiş…

        Bütün bunların devreye girebilmesinin tek koşulu ise tabii ki seçim ve referandumdan %50+1 alabilmekten geçiyor…

        Diğer Yazılar