Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Fransız Devrimi dünyanın başına sadece “milliyetçilik” belasını sarmadı, aynı zamanda en az onun kadar bulaşıcı bir illet olan Fouché (Foşe) denilen bir adamı da kendi başına sardı.

        İkiyüzlü biri olarak dünyaya geldi Fouché ve bu iki yüzünü, hayatı boyunca şartlara ve ihtiyaca göre mükemmel bir şekilde kullandı.

        Denizci bir ailenin solgun benizli çocuğuydu. Bir papaz olarak başladı hayata. Senelerce kiliselerde Latince dersleri verdi.

        32 yaşında Robespierre’in desteğiyle siyasete girdi.

        *

        Bilinen bir hikayedir; Devrim’den hemen sonra Meclis toplandı ve kralı içeri tıkayarak (16. Louis) akıbetini tartışmaya başladı. (Solcular “asalım” derken, sağcılar “besleyelim” diyordu.) Bu tartışmalar sırasında meclis karpuz gibi ikiye bölündü. Sağ tarafta kalanlar muhafazakarlar (sağcılar), sol cenahta kalanlar Jakobenler (solcular) sıfatını aldı.

        Sağcılık-solculuk illetini de böylece o devrim başımıza bela etti.

        *

        Fouché, Meclis’e girince “muhafazakar” olduğu halde rengini belli etmez, ilk önce “ılımlıların” arasında (ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum) yer alır.

        Solcuların lideri Robespierre, kralın akıbetini açık oylamayla belirleneceğini söyler. Fouché havayı koklar, bir anda sağ cenaha geçer, sıkı bir kralcı kesilir, arkasına bütün sağcıları alarak sert bir konuşma yapar:

        “Kral yaşamalıdır!”

        Fouché’yi kendilerinden sanan “solcular” apışıp kalır. Bu herifin sağcıların arasında işi?

        Oylamaya geçilir, solcular baskın gelir, kralın ölümünü isteyenler çoğunluk oluşturur.

        Fouché solcuların kazanacağını anlayınca aniden karar değiştirir, bütün muhafazakarları bir çırpıda “satar”, bağırmaya başlar:

        “Kral ölmelidir!”

        Bu onun ilk ikiyüzlülüğüdür.

        Bu işe bu sefer muhafazakarlar şaşar kalır. Sadece onlar mı, en çok Robespierre hayretler içinde kalır.

        *

        Ortalık toz dumandır. Mecliste siyasetçiler birbirini yerken Fouché’nin böyle boş işlerle kaybedecek zamanı yoktur. Devrimin bütün memlekete yayılması elzemdir.

        O sırada Fransa’nın ikinci büyük şehri olan Lyon’da devrime karşı isyan çıkar. Kiliseden uzaklaşmış bir rahip ve eski bir tüccar olan Chalier ihtilalin yeni bir din olduğuna inanır, her şeyiyle ona bağlanır. İhtilalin liderlerinden Marat’ya Tanrı diye tapar. İsyancılar onu yakalar, giyotine götürür ancak bıçak kördür, üç defa iner, üçünde de kellesi kopmaz, sonra zorla kılıçla keserler.

        Haber Paris’te büyük bir infiale yol açar.

        İsyanı bastırmak ve “büyük devrimci Chalier’nin” intikamını almak, hatta Lyon’u darmadağın etmek üzere, en acımasız, en korkunç “devrimciyi” Fouché’yi görevlendirirler ki bu vesileyle kısa sürede adı “Lyon Kasabı”na çıkar.

        Fouché, Stefan Zweig’ın deyimiyle “soğukkanlı, dünya zevklerinden uzak, hesap ve düşünce cambazı, kaplandan çok tilkiye benzeyen” bir adamdır.

        Dünün papazı bu şehre “gerici” ayaklanmayı bastırmaya gelir.

        Önce kiliselere dalar. Mihrapları, haça gerilmiş İsaları, örtü ve ayin giysilerini darmadağın eder, yırtar. Kiliselerde bulunan kıymetli eşyayı, som altından şamdanları, haçları, Katolik mezhebinin sembolü heykelleri "kamulaştırır". Rahiplerin dini kıyafetlerle ortalıkta gezmelerini yasaklar, hepsine bir ay içinde evlenmelerini emreder.

        Bir eşeğin kulaklarına piskopos takkesi geçirir, kuyruğuna İncil ve çarmıha gerilmiş İsa’yı bağlar, onu kalabalığın içinde dolaştırır.

        Dinsizliği, Allahsızlığı öven nutuklar atar.

        “Burjuvalara, aristokratlara ölüm!” diye bağırır.

        İsyancıları kalabalık halde bir yere toplar, topun namlusunu onlara çevirir, ateşler. Ona göre 20 kişiyi giyotin sırasında bekletmek işkencedir, oysa böyle topla bir anda öldürmek onlara yapılmış bir iyiliktir, aralarında yaralı kalırsa kılıç ve palalarla girişir, böyle böyle iki binden fazla insan öldürtür.

        Chalier’nin cesedini de Paris’e gönderir, orada bir “devrim şehidi” olarak "aziz" mertebesine yükseltilir.

        Şehirden ayrılmadan bütün o cinayetleri işlettiği cellatları da teker teker ortadan kaldırır, arkasından hiçbir iz bırakmadan Paris’e döner.

        *

        Paris’te, Meclis’te “bu kadar terör günün birinde bizi de yakabilir” diye hafiften ılımlı bir rüzgar esmektedir. Fouché kokuyu hemen alır. Ilımlıların yanına geçer.

        O üstlerinden emir almadan hiçbir şey yapmamıştır, bir suçlu varsa o da “Robespierre alçağı”dır ve derhal giyotinde hesap vermelidir.

        Biliyor, savaşı kaybederse giyotine o gidecek. İlmek ilmek ördüğü mükemmel bir komployla savaşı kazanır. Robespierre giyotine gider.

        Fouché rahatlar, ancak her şeyini kaybeder. Fakir, düşkün bir adam olarak sütre gerisine çekilir, tam üç yıl boyunca kimse adını ağzına almaz.

        Bu süre içinde bir mağarayı andıran odasında, çirkinler çirkini karısı ve kızıyla yaşar.

        İşsizdir, beş parasızdır, her an öldürülmekten it gibi korkmaktadır.

        O sırada bir iş bulur, iktidardaki güçlü adamlardan Direktuvar Başkanı Barras’ın casusluğu…

        İşe başlar, etrafta dönen her şeyi o zamanki “kasetler” neyse onlara kaydeder. “Beş parasız devrimci” dönemi yavaş yavaş kapanır, şimdi herkes “paranın” peşindedir. Para kirlidir ve Fouché kirli işlere bayılır.

        Paranın kokusu kan kokusundan güzel gelir, orduya malzeme satar, palazlanır, daha önce parada pulda gözü olmayan “komünist” Fouché zenginleşmeye başlar, hem o kazanır hem de patronları…

        Bu arada "birlik beraberliği bozmak", Cumhuriyetin canına kastetmek isteyenler çoğalır, darbeler tezgahlanıyor bir yerlerde, tam bu karışıklıkta Fouché patronundan talep eder, Barras da onu elçi yapar. Hükümet krizi baş gösterir, bir gece Hollanda’da gizli görevde bulunan Fouché yeni Güvenlik Bakanı olarak Paris’e çağrılır.

        Onun Güvenlik Bakanı olarak gelişiyle birlikte Paris’te korku bütün şehri sarar. Kasap tekrar iş başına gelmiş, terör, şiddet şimdi tekrar ayyuka çıkacaktır.

        Ama Fouché eskinin o devrimci militanı değildir artık, az buçuk özgürlükleri kısıtlar, basının üstüne gider, huzur ve güvenlik onun için esastır. Jakobenler fitnenin başıdır; bir zamanlar başkanlığını yaptığı Jakobenler Kulübünü basar, devrimcilerin ana karargahının kapısını kendi eliyle kapatıp anahtarı cebine koyar.

        Zweig’a göre, Fransız İhtilali işte o gün sona erer.

        O andan ititbaren devletin bütün birimleri, polisleri, askerleri, istihbarat kurumları onun denetimine girer. Ondan habersiz kuş uçmaz olur. Ülkenin her yerine muhbirlerini, ajanlarını dağıtır, her şeyi hakimiyeti altına alır.

        Bir süre sonra cellatlığı unutulur, memleketin en sevilen adamı olur.

        *

        Karışıklıklar tekrar baş gösterir, Cumhuriyet tekrar tehlikeye girer, “genç subaylar rahatsız” olmaya başlar. Şimdi memlekete şöyle esaslı “bir baş ve bir kılıç lazım”dır, o kılıç ve o başın sahibi Mısır çöllerinde pinekleyen Napolyon Bonaparte’tır. Onun ne zaman Fransa’ya geleceğini bilen tek kişi de Fouché’dir, çünkü generalin karısı Josephine onun ajanıdır.

        Napolyon beklenmedik bir anda bir kurtarıcı olarak girer Paris’e. Fouché onunla hemen anlaşır, “Napolyon efendi, o da uşak” olacak, biri dünyaya, öteki politikaya yön verecek.

        Darbe borazanla geliyor ama Güvenlik Bakanı Fouché borazanın sesine kulaklarını tıkar.

        Her gün şafakla birlikte uyanan Fouché, Napolyon’un darbe yaptığı 18 Brumaire günü mahsus uyanmaz. O günü yatakta pinekleyerek geçirir. Napolyon başarılı olursa yanına geçecek, başaramazsa tutuklayacak. Zafer Napolyon’un olur. Hemen evden çıkar onu selamlar. Bir kez daha esen rüzgara göre yön değiştirmeye başarmıştır.

        *

        Fouché tarafından sırtından bıçaklanan Barras’ı Napolyon ölüme gönderir ve hakimiyetini kurar.

        Fouché, hükümetinde tekrar Güvenlik Bakanı’dır ama Napolyon ona zinhar güvenmez, Fouché de ondan hiç hoşlanmaz. Birbirlerinden tiksinirler. Fouché, Napolyon’un bütün sırlarını bilir, ama Napolyon onun tek sırrını bilmez. Sadece o mu, hiçbir sırrını hiç kimse bilmez, niyetini kimseye açıklamıyor çünkü, hiç açık vermiyor, bu arada girmediği delik, haber almadığı kuş yok. Hal böyle olunca İmparator ona mecburdur, yanından uzaklaştırmaz.

        Napolyon savaş adamıdır, Paris’te durmuyor, Rusya’yı, İspanya’yı dize getirecek, bir süre sonra bütün Avrupa’nın tek hakimi olur, adım adım imparatorluğa doğru gider. Bu arada o Rusya seferindeyken Fouché ona sormadan İngilizleri püskürtür. Bu Napolyon’la aşık atmaya kalkışmaktır aslında, yine de İmparator onu takdir eder.

        Fouché, Napolyon’un her şeyini bilir, bu yüzden Napolyon ondan çekinir.

        *

        Savaşlar günden güne Fransız erkeklerinin kökünü kurutur, ordu gittikçe zayıf düşer.

        Kral 18. Louis, Napolyon’un hakimiyetine son verir, Fransa’da tekrar krallık dönemi başlar. Ancak az buçuk demokrasiyi tatmış olan halkın, öyle uzun boylu kraliyetle idare edilemeyeceğini bilen Fouché yine tarafsızlık gömleğini giyer.

        Bu sırada Napolyon hapsedildiği adadan çıkar, yanındaki askerlerle saraya yürür, kralı tahttan indirirler. Fouché “ben kralın yanında durmadım” diyerek Napolyon’un yanına geçer, güç nerdeyse Fouché oradadır.

        Gün Fouché’nin günüdür artık, İmparatoru yıldırır, Cumhuriyetçilere yaltaklanır, Fransa’yı yatıştırır, Avrupa’ya el sallar, krala gülümser, yabancı krallıklarla el altında yazışır, böylece bir süre sonra Bakanın sözü İmparatorun sözünden daha çok geçmeye başlar.

        Napolyon’un hakimiyeti uzun sürmez, ikinci karısı Maria Louise’in bile saygı duymadığı Napolyon iktidardan düşer.

        Fouché’nin eski arkadaşları Jakobenlerin biti tekrar kanlanır. Fouché bir şeytani dolap daha çevirir, başkan olur. Artık Fransa’nın sınırsız hakimidir!

        İlk işi Napolyon’u uzaklaştırmak olur. İmparatorun defterini düren ve artık 56 yaşına gelmiş olan Fouché, sınırsız iktidarın en tepe noktasında ülkenin tek hakimidir.

        *

        Bir papaz okulunda öğretmenlik yapan hüzünlü dindar adam olarak, önce halk meclisinde temsilciliğe, ardından Konsüllüğe, sonra bakanlığa, oradan Otranto Düklüğüne siyasetin basamaklarını teker teker tırmanırken hep bir “görev adamı”, bir “hizmetkar” olarak yükselir… Ama şimdi hizmetkarlık bitmiş, Fransa’nın tek hakimi olmuştur.

        Zwigea göre, “Hile düşünceyi, alınyazısı dehayı” yenmiştir.

        Çevresindeki bütün “devrimciler” bir bir uçurumun dibini boylamıştı. Marat öldürülmüş, Robespierre, Desmoulins, Danton giyotine gitmişti. Birlikte konsül olduğu Collot, insanların sıt­madan kırıldığı Güyan Adasına sürgün edilmişti. Lafayette’in kolu kanadı kırılmış, “ihtilalcilerden” geriye hiç kimse kalmamıştı. Napolyon bile sefil duruma düşmüştü. Zwieg'ın deyimiyle, "Robespierre ve Napoléon’un ikisi de bu kaya gibi sakin yaradılışa çarpmış ve kayalara vuran deniz dalgaları gibi" paramparça olmuşlardı. Herkes teker teker bir güneş gibi batmış, bir tek o doğan güneş gibi yükselmişti.

        *

        Zwieg şöyle der:

        “İktidar, görenleri taşa çeviren periler gibidir. Onu bir kez gören, bakışlarını bir daha ondan ayıramaz, büyülenip kalır. Hüküm sürmenin ve buyruk vermenin sarhoşluğunu bir kez tatmış olan, bundan asla vazgeçmez.”

        Ama galiba bu ilkeyi Foushé bozar.

        Şimdi Fransa hepten bitap haldedir. Memleketi Kral’a teslim etmek elzemdir. Fouché, Zwieg’ın deyimiyle “Etrafında ihanet edeceği kimse kalmayınca kendine ihanet” etmeye karar verir. Bir bakanlık karşılığı, sınırsız iktidarın en yüksek noktasına erişmişken iktidarı Kral 18. Louis'ye bırakır. Çünkü yine Zweig’a göre “Aşağılık duygulu kişiler özgürlüğü asla kaldıramaz ve yeni baştan kulluklarına dönerler.” Efendilerine hiçbir zaman bağlı kalmamış olan hizmet eri Fouché de hayatında bir kez özgürlüğü ele geçirdiği halde onu kendi isteğiyle teper.

        İktidarı ondan alan Kral, onun ağabeyi 16. Louis’nin katili olduğunu unutmamıştır. Bakanlıktan alır, elçi yapar, onu da kabul eder ancak kral bir süre sonra bu fikirden de vazgeçer. Kendine yeni evlendiği genç karısı, kızı ve milyonlarıyla birlikte yaşayacağı bir yer bulmasını ister ondan.

        Napolyon’un, “Ben hayatımda böyle yaman herif görmedim” dediği Fouché’yi bir sürgün olarak hiçbir Avrupa ülkesi kabul etmez. O da Avusturya’nın bir taşra şehrine gider. Hayatının son demlerinde onu bir kilisede, vaktiyle “boş inanışların gülünç sembolleri” dediği semboller önünde bembeyaz saçlarıyla diz çökmüş halde dua ederken görmüşler.

        Sefalet ve yalnızlık içinde ölür.

        Diğer Yazılar