Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Eski takvimle 31 Mart, yeni takvimle 13 Nisan 1908 sabahı kahvaltısını bitirip Aksaray’daki evinden, Babıali’deki Tanin Gazetesi’ndeki işyerine gitmek için hazırlanan Hüseyin Cahit’e, akşamdan başlayan hadiselerden korkan karısı tedirginlikle, “Bugün sokağa çıkma,” deyince, “Böyle bir günde en tehlikeli yer insanın kendi evidir. Bana bir fenalık yapmak isteyen önce buraya gelir, sen merak etme, ben ihtiyatlı olurum,” diyerek onu yatıştırır ve dışarı çıkar.

        Gergin bir hava esiyordu dışarıda. Gelmekte olan bir felaketin kokusu erguvan ve akasya kokularını bastırmıştı bu bahar gününde. İki tanıdığa rastlar. Onu Laleli yokuşunun dibinde durdururlar, “Gitme o tarafa, her yeri yakıp yıkıyorlar, insanları ağaçlara asıyorlar,” derler. O da yönünü değiştirir, Unkapanı köprüsüne yönelir, Beyoğlu’na çıkar.

        Beyoğlu’nda her zaman gittiği Matmazel Matran’ın apartmanına gider. Caddeyi Kebir nispeten sakindir, ne oluyorsa Sultanahmet, Mebuslar Meclisi’nin oralarda olup bitiyor demek.

        Apartmanda saklanırken, yanına Lazkiye mebusu Mehmet Aslan gelir. Aslan, “Ben Meclis’in oralara gideyim hele, bakayım ne olup bitiyor,” der. Hüseyin Cahit, “Oralar tekin değilmiş, gitme,” der, o da gülerek, “Beni değil, seni arıyorlar, bir şey olmaz” cevabını verir. Giderken Hüseyin Cahit arkadaşına, “Bari tabancamı yanına al,” deyince, “Onu sen kendine sakla, benim düşmanım yok,” diyerek çıkar.

        Hüseyin Cahit beklemekten sıkılır, tekrar kendini sokağa atar, birilerine rastlarım da olup bitenlere dair malumat alırım diye Tokatlıyan Oteli’ne girer, orada da kimseler yok. Bir köşeye oturur, bir içki ısmarlar, o sırada yanına “Matin” Gazetesinin muhabiri gelir, “Sizin kellenizi istiyorlar, siz burada keyif çatıyorsunuz,” diye takılır. Tedirginliği iyice artar.

        Birkaç saat içinde kara haberi alır. Ayaklanmış olan güruh, gazetesi Tanin’e de saldırmış, kapılarını kırmış, içerdeki her şeyi yağmalamış, makinaları parça parça edip hurufatı da kendi aralarında pay etmişler. İşi biten kalabalık, o sırada Meclis’e doğru gitmekte olan Lazkiye Mebusu Mehmet Aslan’ı görmüş, “bu çelebi olsa olsa Hüseyin Cahit”tir diyerek üstüne çullanmış, birkaç dakika içinde adamı da tıpkı gazetenin makinaları gibi paramparça etmişler.

        *

        “Tanin” İttihatçıların gazetesiydi. İttihatçılar, Abdülhamit’i tahttan indirmek için “31 Mart Vakası”nı tertiplemiş, hadiseler kontrolden çıkarak kabağın büyüğü Hüseyin Cahit’in başında patlamıştı.

        Bu hadiseden sonra gazete aralıklarla yayınını sürdürdü, üçüncü devresi 30 Ağustos 1943’te başladı. Daha önce İstiklal Mahkemelerinin kılıcından kıl payı canını kurtarmış olan Hüseyin Cahit, bu dönemde artık bir “liberal”dir; hem faşistlere hem de komünistlere karşı mücadele ediyor!

        *

        1943’te “Tanin”in üçüncü devresi başladığında İsmet Paşa “tek millet, tek parti, tek şef” diye bir sistem kurmuştu. Aslında millet de parti de şef de bizzat kendisiydi… Devlet tam anlamıyla bir polis devletiydi, amansızdı, acımasızdı. Almanların kazanması ihtimaline karşı içerde komünistlere kan kusturmuş; Stalin, Hitler’in borazanına Rus lahanası tıkıştırınca da bu kez faşistlik yapan Turancıları tabutluklara kapatıp tırnaklarını sökmüştü.

        *

        Karı koca Zekeriya-Sabiha Sertel’lerin çıkardığı “Tan” gazetesi etrafında ise daha çok solcular kümelenmişti. Gazete İnönü iktidarının savaş sırasında Nazilere verdiği desteği teşhir ediyor, çok partili hayatı savunuyor, Türkiye’nin savaş sonrasında Sovyetler Birliği’ne yaklaşmasını öneriyordu. Üniversiteden atılmış olan Behice Boran, Niyazi Berkes, M. Ali Aybar gibi solcu aydınlar da Tan’da yazdıkları yazılarla bu fikirleri destekliyorlardı.

        Tam bu sırada, Pos Bıyıklı Stalin, Türkiye’deki yoldaşlarının akıbetini zerre düşünmeden Kars, Ardahan ve Artvin’i geri ister, yetinmez Boğazlar’da da ortak bir savunma sisteminin kurulmasını talep eder Türkiye’den.

        Bu talep solculara öldürücü bir darbe olur, iç kamuoyu bu taleplere sert karşılık verir. Müthiş bir komünizm alerjisi oluşur. Komünistlere karşı adeta bir sürek avı başlar. İnönü çareyi baskıyı arttırmada bulunur, komünistleri ezdikçe Amerika’ya hoş görünecek, Türkiye, Amerika himayesine daha hızlı girecek. Ama bunun için de biraz “liberal” görünmeyi de elden bırakmamak, çok partili hayata da izin vermesi lazım… İnönü bunları kabul eder.

        Tam bu sırada Sabiha Sertel ile Zekeriya Sertel, Demokrat Parti’nin önde gelenlerinin desteğiyle “Görüşler” diye bir dergi çıkarırlar. Derginin kapak konusu “Zincirli Hürriyet”tir. Dergi adeta kapışılır, ancak ismindeki “G” harfi “orak-çekiç”e benzetilir ve “memlekete komünizmim gelmesi an meselesidir” propagandasına hız verilir zira komünistlerle CHP’den ayrılan “Demokratlar” el el vermiş iktidarı ele geçirmek üzereler.

        *

        CHP iktidarı için altın bir fırsat doğmuştur, hem bu politika değişikliğini görkemli bir eylemle “taçlandırmak” hem de muhaliflere gününü göstermenin zamanı gelmiştir. Tan Gazetesi ve Celal Bayar ile arkadaşlarına yaklaşmış olan solcu aydınların çanına ot tıkanırsa, gidişat daha iyi idare edilecek, bu kesin.

        “Tan” gazetesinin, daha önce “Tanin”e yapıldığı gibi darmadağın edileceği adeta birkaç gün önceden bellidir. Hatta günü bile kararlaştırılmıştır. Başbakan Saraçoğlu’nun adamları, CHP İstanbul İl Başkanlığının desteğiyle çalışmaya başlarlar. Bir gün öncesinde 3 Aralık 1945 günü, talebe yurtlarını dolaşarak öğrencilere çerçeveli İnönü ve Atatürk fotoğrafları dağıtılır, eyleme hazırlar ve sıkı sıkıya tembihlerler:

        “Yarın sabah kahvaltınızı sağlam yapın cenge gideceğiz!”

        *

        3 Aralık günü “Tanin” gazetesindeki odasında Hüseyin Cahit Yalçın yazı masasının başına geçer. İçi öfke doludur. Belli ki yarın bütün gazeteler benzer başlıklarla çıkacak, o mutlaka hepsini “atlatmalı”, en etkili manşeti bulmalıdır. Madem yarın “kırmızı pazartesi” o halde manşet de ona uygun olmalı. Fazla düşünmeden başlığı bulur. Vakti zamanında Abdülhamit istibdadına karşı Namık Kemal’in haykırdığı laf gelir aklına, önündeki kağıda yazmaya başlar:

        “Kalkın Ey Ehl-i Vatan”…

        Bu hem etkili bir manşet hem de tam günün anlam ve önemine uygun bir çağrıdır.

        Yazıya şöyle devam eder:

        “Düşman istilası, komünizm propagandası şeklinde içimize sızmaya başlamıştır. (…) Görüşler’in intişarı (yayını) bu hususta tereddüte artık yer bırakmamıştır. Vaziyet açıktır: Beşinci kol faaliyettedir ve hücuma geçmiştir. (...) Büyük vatansever Namık Kemal’in sesi bugünün parolasıdır. Kalkın ey ehl-i vatan. Mücadele başlıyor. Ve başlamak lazımdır.”

        Yazısını gazeteye manşet yaparken, 38 sene evvel yaşadıkları aklına gelmiş miydi bilinmiyor ama şunu çok iyi biliyordu:

        Bazen bir manşetin yapamayacağı şey yoktur!

        *

        4 Aralık günü sabahın erken saatlerinden itibaren, komünistleri ezmeye, kökünü kazıyıp vatanı milleti kurtarmaya, üstüne üstlük bir komünist öldürerek cenneti garanti etmeye hevesli sağcı talebeler Beyazıt’ta üniversitenin önünde toplanırlar. Hemen hemen herkesin elinde, Hüseyin Cahit’in “Kalkın Ey Ehl-i Vatan” manşetiyle çıkan “Tanin” gazetesi vardır. Gerçi diğer gazeteler de benzer başlıklarla doludur ama kimse Hüseyin Cahit’in bulduğunu bulamamıştır.

        Akşamdan o günün bir felaket günü olacağını haber almış olan Sabiha Sertel ile Zekeriya Sertel Moda’daki evlerinden çıkmış, işe gitmek yerine Sabiha Hanım’ın annesinin evine gidip olacak olanı orada beklerler.

        *

        Daha sonra “Yeni İstanbul” gazetesine “Basında Kavgalar” diye bir dizi yazı yazan Tekin Erer, 4 Aralık 1945 Salı günü olup bitenleri şöyle anlatır:

        “Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Teşkilatı tarafından, 3 Aralık Pazartesi akşamı bütün talebe yurtlarına gerekli talimat verilmiş ve ertesi gün Tan gazetesi aleyhine bir nümayiş yapılacağı bildirilmişti. O zaman ben, ‘Tasviri Efkar’ gazetesinde İstihbarat Şefliği yapıyordum. Yazı İşleri Müdürü rahmetli Nejdet Baytok, ertesi sabah gazeteye erken gelmiş, komünist neşriyatı yapan gazeteler aleyhine büyük bir nümayiş hazırlandığını duyduğunu, bu haberin bir balon da olabileceğini, binaenaleyh kimseye bir şey söylememi tembih etmişti.

        4 Aralık 1945 sabahı erkenden üniversite bahçesine gittim. Ellerinde bayraklar olduğu halde talebeler yavaş yavaş toplanıyordu. Birçoklarının ellerinde Atatürk ve İnönü’nün çerçeveli fotoğrafları vardı. Kısa zamanda kalabalık 10 bin kişiyi buldu. Saat 9.30’da bir sel gibi Beyazıt Meydanı’ndan Çarşıkapı istikametinde yürüyüşe geçtiler.

        Tan Gazetesi’ne giderken, Cağaloğlu yokuşunun başında bulunan ve komünizme ait kitaplar satan ABC Kitapevi birkaç dakika içinde yok edildi. Bundan sonra Tan Gazetesi’ne gidildi. Bir taraftan ‘Kahrolsun Komünizm, Kahrolsun Sertel’ler, Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti’ diye bağırıyorlar, bir taraftan da gençler akın akın taşlarla, demirlerle pencereleri, kapıları aşağı indiriyorlardı. Gazetenin birinci katında, o zaman Türkiye’nin hemen hemen en büyük rotatifi vardı. Oradaki demir parçalarıyla rotatife hücum başladı. Rotatifin kırılan bütün parçaları tuz buz edildi.

        İkinci katta linotip dizgi makinaları, hurufat ve mürettiphaneye ait malzeme ve makinalar mevcuttu. Bunların kırılması ve parçalanması çok daha kolay oldu. Ayrıca kapılar, pencereler, sandalyeler yere çarpılarak parçalanıyordu. Masaların gözlerindeki yazılar, evrak, kitaplar lime lime ediliyordu. Diğer bir grup gazetenin rotatif dairesinin yanındaki kağıt deposundaki bobinleri sokağa çıkararak Sirkeci’ye doğru yuvarlıyorlardı. Bazı gençler binayı ateşe vermek için tutuşturmak istedilerse de kalabalığın çokluğundan bu mümkün olamıyordu.

        Gazetenin sahiplerinden Halil Lütfü Dördüncü, Tan Gazetesi’nin karşısındaki Hofer İlancılık Şirketi’nin penceresinden, gazetenin ve binanın nasıl tahrip edildiğini kalbi sızlayarak seyrediyordu. Tanin Gazetesi’nin Yazı işleri Müdürü Murat Sertoğlu da oradan telefonla durumu kendi gazetesinin baş muharriri Hüseyin Cahit Yalçın’a bildiriyordu. Bir aralık Halil Lütfü dayanamamış, Sertoğlu’na sert bir ifadeyle;

        ‘Hüseyin Cahit’e söyle 31 Mart irticaında kendi başına neler gelmişse, benim başıma da onlar geliyor,’ demiştir. Murat Sertoğlu bu sözleri aynen nakletti.

        Saat on buçukta Tan Gazetesi’nin tahribi tamamıyla bitmişti. Artık burada gazete çıkarılamayacağı kanaati hasıl olduktan sonra gençler köprüyü geçerek Beyoğlu’nda Sovyet Sefarethanesi’nin Tünel’e bakan köşesindeki sokak içinde faaliyette bulunan Yeni Dünya Gazetesi’ne doğru yürüyüşe geçti. Burada Yeni Dünya’dan başka (Sabahattin Ali’nin çıkardığı) ‘La Turquie’ isimli bir gazete daha yayınlanıyordu. Bunlar da Tan Gazetesi’nin neşriyatına muvazi olarak komünizmi benimseyen yazılar neşrediyorlardı. Polis, Sovyet Sefarethanesi’ne tecavüz olur düşüncesiyle itfaiye vasıtalarıyla yolları iyiden iyiye tutmuştu. Bundan dolayı Yeni Dünya Gazetesi’ne hücum etmek teşebbüsü önce akamete uğruyordu. Fakat bir müddet sonra toplum heyecanı içinde kendinden geçen gençler, itfaiyecilere hücum ettiler. Onların ellerindeki hortumları alarak, bizzat itfaiyecilerin üzerine sıkmaya başladılar. Bunu fırsat bilen gençler Yeni Dünya Matbaası’na yürüdüler. Birkaç dakika içinde bu matbaa da yerle bir edildi. Makinalar, mobilyalar, kitaplar, gazeteler, arşivler sokaklara dökülmüş, parça parça edilmişti. Bu arada Tünel’de sol neşriyata ait kitaplar satan Berrak Kitapevi de tahrip edilerek ticaret hayatından silindi.

        O zaman bazı bakkal ve mağazaların ismi ‘Tan’ levhasını taşıyordu. Bunlar Babıali’deki hadiseyi duyar duymaz levhalarını indirmişler veya kazımışlardı. Karaköy’deki Tan Mezecisi sahibi Petro buna fırsat bulamadığı için baştaki ‘T’ harfinin üzerine yağlı boya ile ‘C’ harfini yazmış, böylece ‘Tan Mezecisi,’ ‘Can Mezecisi’ olmuştu.”

        *

        Güruh daha sonra Taksim’deki anıta yürür, oraya ellerindeki çerçeveli İnönü ve Atatürk fotoğraflarını bırakıp gazetelere “teşekkür ziyaretlerine” giderler. Hemen hemen bütün gazeteler, “faşist güruhun” bu şanlı zaferini büyük bir memnuniyetle karşılar, onları alkışlarlar.

        Sabah saatlerinde Tan’ı basmaya gittiklerinde beraberinde kırmızı boya da götürmüşlerdi. Yakalarlarsa eğer özellikle Sabiha Sertel’i çırılçıplak soyacak, kırmızıya boyayacak, o halde İstanbul sokaklarında dolaştırarak o “Kızıl Komünist”i ahaliye teşhir edeceklerdi.

        *

        Felaketi an be an annesini evinde telefonla haber alan Sabiha Sertel ve eşi “işlerini bitiren güruhun” vapura binerek evlerine doğru Kadıköy’e gelmekte oldukları haberini alırlar. Gün boyunca olup bitenleri birkaç kez İstanbul Valisi Lütfü Kırdar’a bildirdiği halde her defasında validen “Merak etme, matbaanın etrafını polis kuvvetleriyle kuşattım” cevabını alan Zekeriya Bey, vapur dolusu gözü dönmüş bir eşkıya kalabalığının kendilerine doğru gelmekte olduğunu tekrar valiye bildirince, Vali Kırdar bu kez, “Merak etme, olan oldu. Fakat hayatın güven altındadır. Gençlerin bindiği vapurun Kadıköy’e uğramadan Adalar’a gitmesini emrettim. Sizin için tehlike yoktur. Ama evdeyseniz yine de evde kalmayın, ihtiyaten başka bir eve gidin,” der. Onlar da bunun üzerine arkadaşları Vala Nurettin’in (Va-Nu) evine gider, günlerce oradan çıkmazlar.

        Vapuru Adalar’a göndereceğine, vapurdakileri karakola çekmek Vali Lütfü Kıdar’ın aklına gelmez herhalde.

        *

        Ayla Acar’ın “Basında ‘Tan Olayı’-4 aralık 1945” başlıklı makalesine göre, 5 Aralık 1945 günü Babıali’de bütün gazeteler benzer manşetlerle çıkar.

        Gençliğin eylemi ‘vakarlı’, ‘haklı’, ‘heyecanlı’ ve ‘gurur verici’dir!

        Bütün köşe yazarları ağız birliği etmişçesine, Türk gençliğinin bu şanlı zaferini kutlayan birbirinden muhteşem yazılar yazarlar.

        Necmeddin Sadak ve Cihad Baban gençliğin bu eyleminden gurur duyduklarını açıkça yazar. Falih Rıfkı Atay eylemi, gençlerin milli duygularına saldıran bozguncu gazeteye karşı heyecanlı bir tepki olarak nitelendirir. Ahmet Emin Yalman ve Nadir Nadi’ye göre ise bu eylem, yabancı bir ideolojinin propagandasını yapmak isteyenlere yönelik bir tepkidir. Yalman, asil bir coşkuyla bir araya gelen gençliğin, memleketin birliğini, varlığını ve bağımsızlığını tehdit eden kundakçı cereyanlara karşı duyduğu hassasiyet ve nefreti dile getirdiği görüşündedir. Tan’ı düşman olarak gördüğünü açıkça belirtmekten kaçınmayan Cihad Baban ise olay sırasında polis, itfaiye ve asker, ‘düşman da olsa’ ferdin hukukunu korumak için hizmet vermiştir der. Etem İzzet Benice ve Orhan Seyfi Orhon ise, gençliğin milletin duygularına tercüman olduğunu ve milli vicdanın üzüntüsünü dile getirdiğini belirtirler. Refii Cevat Ulunay içinse olay, gençlik heyecanının kamçıladığı bir alay delikanlının yaptığı bir harekettir. Selim Ragıp Emeç, insafsız ve milli olmayan bir düşünceye memleketin en yetkili fikir kaynağından, üniversiteden gelen tepkinin bazı ufak tefek zararlara yol açmasını doğal bulur. Peyami Safa, Türk milletinin uyanık şuurunun, kendisini uyutmak isteyenlerin oyununa gelmediği kanaatindedir. Asım Us’a göre de bu olay, memlekete kızıl diktatörlük getirmek isteyenlerin Türk gençliğini aldatamadığını göstermektedir. Ziyad Ebüzziya ise saldırıyı memleketi birbirine düşürmek isteyenlere verilmiş bir cevap olarak görür.

        *

        Olaylardan sonra hükümet suçluları bulmakta gecikmez. CHP’ye göre bütün bu olup bitenlerin tek bir müsebbibi vardır o da karı koca Serteller’dir. Sabiha ve Zekeriya Sertel derdest edilerek derhal mahkemeye çıkartılırlar.

        *

        Hüseyin Cahit Yalçın mı? İstiklal Mahkemesi’nde yargılanırken “Beni sağır bir kin takip ediyor” dediği İsmet Paşa Cumhurbaşkanı olunca o da CHP’den milletvekili oldu, milletvekilliği on yıl sürdü, bir kez bile olsun mebusluğunda seçim bölgesine gitmediği söylenir.

        Kaynaklar:

        Sabiha Serlel, Roman Gibi, Belge Yayınları

        Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, Can yayınları

        Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasi Anılar, İş Kültür Yayınları

        Ayla Acar, “Basında ‘Tan Olayı’-4 aralık 1945”, DergiPark

        Samet Ağaoğlu, Babamın Arkadaşları, İletişim Yayınları

        Diğer Yazılar