Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SÜLEYMAN Şah’ın Suriye’deki kabrinin Türkiye’ye naklinin ardından okuyucularım ve seyircilerim “Sultan Vahideddin’in Şam’daki mezarının da Türkiye getirilmesi gerekmez mi?” diye soruyorlar...

        Sorunun muhatabı aslında hükümdarın ailesi ve devlettir, yani ben değilim ama kendi düşüncemi yine de söyleyeyim: Gerekmez!

        Zira, Süleyman Şah’ın mezarı o bölgeye hâkim olan IŞİD’in, yani ne yapacağı belli olamayan bir grubun tehdidi yüzünden; daha doğrusu, türbeyi bekleyen askerlerimizin başına bir iş gelmesi hâlinde son derece tatsız hadiselerin yaşanması ihtimalinin önüne geçmek için nakledildi.

        Böyle bir tehdit, Şam’da en azından şimdilik mevcut değildir.

        Sultan Vahideddin’in mezarını görmüş olanlar bilirler: Padişahın kabri, Şam’daki Selimiye Camii’nin arka tarafında, parmaklıklarla çevrilmiş bir avludadır ve burada Vahideddin’in dışında otuza yakın mezar daha vardır. Bu kabirler Osmanoğlu ailesinin sürgün senelerinde vefat etmiş ama cenazelerinin Türkiye’ye getirilmesine izin verilmemiş olan mensupları ile bazı yakınlarına aittir ve Sultan Vahideddin, torunlarının ifadesi ile “Bütün mezarların başucunda, aile reisi gibi” yatmaktadır.

        VÂRİSLERİN ONAYI GEREKİR

        Meselenin bir de hukukî tarafı var: Cenaze ve mezar üzerinde hem kanunlara, hem de âdetlerimize göre öncelikle ölmüş kişinin eşinin söz hakkı vardır; eş hayatta değilse bu hak ölenin birinci derecede yakınlarına, yani çocuklarına düşer ama ilk nesilden de kimse bulunmuyorsa kararı torunlar ve torun çocukları verirler. Miras hukukundaki “usul ve fürû” kuralı cenazeler için de geçerlidir, mezar nakillerinde bu kaide uygulanır, ancak vârisi kalmamış kişilerin mezarları ile ilgili olarak resmî makamlar istedikleri gibi hareket edebilirler.

        Sultan Vahidedin’in mezarının Suriye’den Türkiye’ye nakli 1990’larda da gündeme gelmiş, son padişahın Şam’daki, Nâzım Hikmet’in de Moskova’daki mezarlarının Türkiye’ye getirilmesi için bazı girişimler yapılmış ve temaslar basına yansımamıştı.

        Nâzım’ın vârisleri nezdinde yapılan girişimin ayrıntılarından haberdar değilim, sadece Rus eşiyle anlaşma sağlanamadığını işitmiştim ama padişahın mezarının getirilmesi ile ilgili temaslardan kısaca bahsedeyim:

        Sultan Vahideddin’in ailesinin resmî teşebbüsten önce gayrıresmî olarak görüşü sorulmuş ama vârisler “Nakil konusunda resmen bir talep olduğu takdirde izin vermeyeceklerini” bildirmişlerdi.

        ÜÇ GEREKÇE GÖSTERİLDİ

        Hükümdarın ilk nesil torunları, yani iki kızının çocukları o senelerde hayatta idiler. Vahideddin’in büyük torunu Neslişah Osmanoğlu, iki kızkardeşi ve kuzeni, yani padişahın diğer kızından olan torunu Hümeyra Özbaş ile fikir teatisi yaptıktan sonra mezarın İstanbul’a getirilmesini her zaman istediklerini ama nakle “şimdilik” karşı olduklarını söyleyip şu üç gerekçeyi göstermişti:

        1. Sultan Vahideddin’in kabrinin bulunduğu Şam, hükümdarın iktidar senelerinde Osmanlı toprağıydı; yani son padişah son uykusunu yabancı bir memlekette değil, başında bulunduğu imparatorluğun sınırları içerisinde uyumakta idi.

        2. Nâzım Hikmet her ne kadar önemli ve büyük bir şair ise de, bir hükümdar için emsal gösterilmesi doğru bir hareket değildi.

        3. Padişahın mezarının naklinin Türkiye’de huzursuzluk yaratma ihtimali yüksek idi ve aile muhtemel tatsızlıklara sebep olmak istemiyordu.

        Aile, bu üç gerekçenin ardından “Büyükbabamız, Şam’daki mezarlıkta yakın akrabalarını bir aile reisi olarak kucaklamış şekilde yatıyor. Bırakın, son uykusunu huzur içerisinde uyusun” demiş ve nakil işi mümkün olmamıştı.

        Şam’daki mezarın basına yansımayan son macerası, işte böyledir...

        Diğer Yazılar