Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Mozart meselesini herhalde takip etmişsinizdir: Rutkay Aziz “Cumhurbaşkanı bir Mozart, bir Beethoven dinlesin. Belki iyi gelir” dedi; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da bunun üzerine “Bu ülkenin meşrebi ve duruşu belli olan Cumhurbaşkanı'nı bira içmeye, Mozart dinlemeye zorlamak faşistliğin dik âlâsıdır” cevabını verdi…

        “Durup dururken bu Mozart bahsi da nereden çıktı?” diye düşünmeyin; zira Batı Müziği’nin genç yaşında ölüp gitmiş olan bu haşarı çocuğu bizde devrimlerin ilk günlerinde başlayıp seksen küsur senedir devam eden ve bir türlü bitmek bilmeyen tartışmalardaki en önemli sembollerden biri hâline gelmiştir. Mozart dinlemek ve Mozart’tan zevk almak tâââ 1930’lardan buyana garplılaşmanın şartı ve medenîleşme ile çağdaşlığın sembolüdür. Mozart ile beraber arada bir Beethoven’den, Bach’dan veya Batı sanatının bir başka önemli isminden de bahsedilmiş ama Mozart belki de ismin telâffuzunun yarattığı sert etki ve ikinci hecenin de vurguya müsait olması sebebi ile her zaman ilk sırada yeralmıştır.

        İnkılâp senelerinde, özellikle de radyolara 1934’te getirilen alaturka musiki yasağı sırasında yazılanlarda ve büyüklerin o günlerdeki demeçlerinde sık sık rastlarsınız: Mozart’ın sembolize ettiği Batı Musikisi gibi bir musikiye kavuşmak sanatta millî hedefimizdi! “Milleti asırlardır uyutan tek sesli enderun musikisi” artık son bulmuştu, modern Türkiye genç Mozartlar yetiştirecek, bunlar halk müziğimizden istifade edip türkülerimizi orkestraya uyarlayacak ve uyarlamaları bütün dnyanın hayranlıkla dinleyeceği eserler olacaktı!

        Resmî sanat politikamıza, uzun seneler boyunca bu zihniyet hâkim oldu. Tahıl satarak döviz elde etmek için çabaladığımız günlerde türkülerden, horonlardan, vesairelerden Batı Musikisi eserleri bestelemeyi öğrenmeleri için Avrupa’ya bir dolu öğrenci gönderildi ama Türkiye’den ne Mozart benzeri bir sanatkâr çıktı, ne de yapılan bu yeni eserler dünyada bir yer edinebildi ama kendi kendimize “bu alanda çağdaşlığı yakalayabildiğimize” inandık, durduk!

        Medenîleşmenin yolunun Mozart dinlemekten geçtiği tuhaflığının ve Mozart’ın çağdaşlaşmanın sembolü olarak görülmesinin geçmişi işte bütün bunların yaşandığı 30’lu senelere uzanır…

        Çağdaşlaşmanın gereklerine, özellikle de son yirmi senede iki yeni kavram daha ilâve ettik: “Alkol” ve “hanımların başlarının açık olması” şartı… Aydın, medenî ve çağdaş iseniz alkol kullanıp türbana karşı olmanız gerekirdi ama bunları yapmıyor iseniz şeriatçı ve gerici idiniz…

        İçki içmemenin ve başörtüsünün inancın değil çağdaşmanın şartı zannedildiği başka bir memleket yoktur!

        SAÇMALAMANIN SINIRI YOK Kİ!

        Alaturka dinlemenin “gericilik”, Batı Musikisi’ni sevmenin de “ilericilik” görüldüğü ve Mozart’ın bu işte yine sembol olarak kullanıldığı 1970’lerdeki öğrencilik senelerimde bu görüşlere tepki olarak çizilmiş bir karikatürü hatırlarım: Ortada sadece bir inek görülüyor, inek “Moooo” diye bağırıyor ama arka tarafından “Zaaart!” diye ses çıkartıyordu!

        O günlerin ideolojik çekişmeleri, Mozart’ı işte bu hâle getirmiş; hattâ çok daha sonraki senelerde, 28 Şubat günlerinde devletin en tepesindeki kişi, Ankara Müzik Festivali’nin açılışında Beethoven’in 9. Senfoni’sinin icra edilmesinin ardından “İşte çağdaşlık bu!” demişti!

        İnatlaşma senelerden buyana hâlâ devam ediyor!

        “Mozart dinlemek ve bira içmek” tavsiyesi Rutkay Aziz’e değil çok daha eski senelere dayanır ve bu garabet medenîleşme ile çağdaşlaşma didişmemizin ilk günlerine kadar gider. Ama “Bir şişe birayı dikip Mozart dinle, rahatlarsın” gibisinden bir tavsiye ile “lâik ve devrimci” olduğuna sıkı sıkıya inanmış bir siyasetçiye “Hele bir Itrî’nin Tekbir’ine kulak ver, sonra da namaza başla, bak nasıl huzur bulacaksın” demek arasında zırvalamak bakımından hiç fark yoktur!

        Diğer Yazılar