Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Koronavirüs derdi çıktı çıkalı bir hayli teknik, özellikle de tıbbî terim öğrendik ve bunları günlük konuşmalarımızda sık sık kullanıyoruz…

        Düşünün: Bundan üç-dört ay öncesine kadar ne “filyasyon”u bilirdik, ne “virülans”tan haberdardık ne de “triaj”ı işitmiştik… Son zamanlarda tıbbî kelimelere öyle bir âşina olduk ki, “Hidroksiklorokin” demeyi rahatça, tek bir nefeste becerenlerimiz bile var...

        Bütün bu kavramları kullanıyor, üstelik “Hidroksiklorokin” gibi hayli zor olan ilâç isimlerini de şıppadanak söyleyebiliyoruz ama bir kelime var ki düzgün şekilde telâffuzunu bir türlü beceremiyoruz, olmuyor!

        “Vak’a” kelimesini…

        “Vak’a”nın telâffuzunun nasıl olması gerektiğini gerçi kelimeyi yazış şeklimden, yani imlâmdan herhalde farketmişsinizdir ama basit şekilde izah edeyim: İlk hecenin nihayetindeki “k”dan sonra çok az durup gayet kısa bir “a” diyeceksiniz, hepsi bu! Yani “vak’a”, “vak’a”, vak’a”!

        Fakat gelin görün ki bu telâffuz artık hak getire! Kimisi “kaka” vezninde “vaka” diyor, kimisi sondaki “a”yı eskilerin tâbiriyle “üç elif miktarı” uzatıp kelimeyi “vakaaaa” yapıyor, bazen ilk hecedeki “a” lâstik gibi çekilip “vaaaka” diye bir garabet işitiliyor ve neticede “vak’a” sizlere ömür!

        REKLAM

        Mübalâğa etmiyorum: Salgının başımıza dert olduğu üç-dört aydan buyana haber bültenlerinde, resmî toplantılarda, açıklamalarda yahut demeçlerde bol bol kullanılan “vak’a” kelimesinin tek bir defa olsun doğru telâffuzuna maalesef hiç rastlamadım!

        UZUN “A” VE “ΔLER SİZLERE ÖMÜR!

        Türkçe’yi, yani anadilimizi telâffuzumuzun gittikçe perişan hâle geldiği bilmem dikkatinizi çekti mi?

        Telâffuz seviyemiz bugün yerlerde sürünür vaziyettedir! Uzatılması gereken “a” ve “î”lerin neredeyse tamamı ya kısa söylenmekte yahut kısa telâffuz edilmeleri gereken yerlerde ise uzatılmaktadır; böyle olunca da kelimeler abuk-subuk şekillere bürünmektedir…

        “Sâha”nın “sahâ” olması gibi…

        “Alan”, “futbol oynanan açık mekân” mânâsına gelen ve ilk “a”sının uzatılması gereken “sâha”nın artık ikinci “a”sı uzatılıp “cömertlik” demek olan “sahâ” yapılmıştır; “sâha” en kıdemli spor spikerlerimiz tarafından bile yanlış söylenmektedir ve bunun gibi telâffuz cinayetleri pek çoktur!

        Mevzu telâffuzdan ve kelime fukaralığından açılmışken, eski zamanların hoş fıkralarından birini yazayım:

        Madenî paraya “sikke” dendiği devirlerde, darphanenin başındaki zâta da “sikkezenbaşı” derlermiş…

        Paşa hazretleri, zamanın sikkezenbaşısı ile sıkı-fıkı ahbapmış. Üzüm mevsimi gelince bağından bizzat seçip kopardığı salkımları bir sepete doldurmuş, yarım akıllı uşağını çağırmış ve “Bu sepeti Sikkezenbaşı Hazretleri’nin Kadıköy’deki konağına götür, hürmetlerimi, muhabbetlerimi söylemeyi de sakın hâ ihmal etme” deyip göndermiş…

        Aradan epey zaman geçmiş ama uşak bir türlü dönmemiş ve Paşa meraklanmaya başlamış. Birkaç saat daha geçmiş, Paşa artık hiddetten köpürmek üzere iken uşak neyse ki çıkagelmiş ama sepet elinde ve Sikkezenbaşı’nın konağına götürüp vermesi gereken üzümler de sepetin içindeymiş…

        Paşa hazretleri “Ebleh herif, ne oldu, Sikkezenbaşı’nın konağını bulamadın mı?” diye gürleyince alık uşak ezile büzüle cevap vermiş:

        “Paşa Hazretleri” demiş, “Söylediğiniz o ismi unuttum, aklımda ‘Sünnetçibaşı’ gibi birşey kaldı, Kadıköy’ün altını üstüne getirdim, dört bir tarafa sordum ama Sünnetçibaşı Hazretleri’ni tanıyan çıkmadı, ben de üzümlerinizi geri getirdim!”.

        Diğer Yazılar