Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN ABD’de tutuklu bulunan Halkbank’ın eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla ile ilgili bilgiler paylaşmış, Amerika’ya görev tanımı gereği zaman zaman yaptığı seyahatlerden bahsetmiştim ve Zarrab tutuklandıktan sonra sıkça söylendiği gibi 4 kez değil 2 kez ABD’ye yolculuk ettiğini yazmıştım. Atilla’dan sonra Amerika’ya Halkbank adına onun düzeyinde bir seyahat olmamış. Seyahatlerin iptal edildiğine dair bir kurum kararı yok ama haklı olarak risk almamak için şimdilik görüşmeler “conference call” şeklinde buradan yapılıyormuş.

        Öte yandan öğrendiğime göre marttan beri cezaevinde olan Hakan Atilla’nın eşi de Halkbank’ta çalışıyor. Kocasını görmeye gitmek istiyormuş ama o da banka çalışanı olduğu için Halkbank bunu bir risk olarak değerlendirip isteğine sıcak yaklaşmıyormuş. Atilla’nın 21 yaşında bir oğlu var. 8 aydır tutuklu olan babasını görmeye o gitmiş.

        *************

        VIRÜS BÜNYEDEN ÇIKTI MI?

        CUMHURBAŞKANI Erdoğan’ın önceki gün sarf ettiği, “Bu ordu darbecilerin, cuntacıların, vesayetçilerin ordusu değildir. Bu ordu sadece ve sadece Türkiye’nin ordusudur, Türk milletinin ordusudur” sözleri üzerinde durmak gerek. Bu sözler önemli bir dönüşüme işaret ediyor.

        Milletini ve topraklarımızı dış düşmandan koruması gereken TSK maalesef yıllar boyu bunun yerine güvenliğinden sorumlu olduğu vatandaşlarını potansiyel düşman olarak gören bir ideolojinin esiri oldu. 27 Mayıs darbesiyle orduya bulaşan darbecilik virüsü bu kritik kurumu enfekte etti. Yıllar boyu devleti seçilmişlerden koruması gereken, iktidarın gerçek sahibi olarak gördü kendini ordu.

        Demokrat Parti’yi devirmekle kalmayıp Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı asan darbeciler yalnızca bütün Türkiye’ye değil, mensup oldukları orduya da en büyük ihaneti yaptılar. Öyle ki onlardan sonra bir daha cuntalar ve darbe planları eksik olmadı. Daha 27 Mayıs’ın üzerinden 1.5 yıl geçmeden, 15 Ekim 1961 seçimlerinden hemen sonra yeni cuntalar ortaya çıkmıştı bile. Milli Birlik Komitesi’nin yanı sıra başını dönemin Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın çektiği Silahlı Kuvvetler Birliği ve üst üste iki başarısız darbe girişiminde bulunduktan sonra idam edilecek olan Talat Aydemir’in Albaylar Cuntası...

        KİM ERKEN KALKARSA CUNTAYI O KURARDI

        27 Mayıs, 12 Eylül darbeleri, 9 Mart’tan 12 Mart’a rota kırmış muhtıra, 28 Şubat süreci ve 27 Nisan bildirgesinin yanı sıra TSK tarihi maalesef irili ufaklı pek de bilinmeyen cuntalar ve darbe planlarıyla doludur. Hatta cuntacılık öyle rutin bir hal almıştı ki sabah kim erken kalkarsa o siyasete şekil verme planlarında ön alır hale gelmişti. 21 Ekim Protokolü buna çok çarpıcı bir örnektir mesela.

        DP’ye yakın hukuk profesörü Ali Fuat Başgil cumhurbaşkanlığına aday olmaya karar verince bundan rahatsız olan cuntacılar, dönemin İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Org. Refik Tulga başkanlığında İstanbul’da toplanmış ve bir protokol hazırlamışlardı. Talat Aydemir’in Albaylar Cuntası’nın desteklediği protokole göre kabineyi de belirlemişlerdi. Başbakan Kazım Orbay Paşa, İçişleri Bakanı ise Faruk Güventürk Paşa olacaktı! Zavallı Başgil’i aday olmaması için burnuna silah dayayarak tehdit ettiler.

        İNÖNÜ’NÜN HAKKINI TESLİM ETMEK GEREK

        İsmet İnönü’nün burada hakkını teslim etmek gerek. 27 Mayıs darbesine ne kadar destek verdiyse sonrasında ortaya çıkan bu cuntacılık çılgınlığına o kadar karşı çıktı. Talat Aydemir onun kararlılığı sayesinde iki kez bozguna uğradı. Ama yine de komutanlar yıllar boyu siyaseti esir almaya, kendilerini bağlı bulundukları siyaset kurumunun velisi gibi görmeye devam ettiler. O kadar ki kendisi de cuntaların içinde yer almış bir asker olan, eski CHP’li Nur Serter’in babası Emin Aytekin bile daha sonra “Ordu siyasi zemine çekilip enfekte olmuştu, her 6 ayda bir cunta kuruluyordu” diyecekti.

        İşte maalesef böyle bir anlayış nedeniyle ordu, milletin ordusu olamadı uzun yıllar. AK Parti iktidara geldiğinde de ona bakış yukarıda tarif ettiğim gibiydi. Başbakanlığının ilk yıllarındaki MGK toplantılarında yaşadıkları herhalde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir kitap yazdıracak kadar çoktur...

        FETÖ, PANZEHİR ARAYIŞININ SONUCU

        FETÖ’nün ordunun içine yayılmasını da enfekte olmuş orduya panzehir arayışının bir sonucu olarak değerlendiriyorum. Maalesef bir yanlıştan başka bir yanlışa sürüklendik ve 15 Temmuz geldi.

        Ancak nasıl ki 27 Mayıs, darbecilik virüsünün ordunun bünyesine girdiği tarih ise 15 Temmuz da bu virüsün bünyeden atıldığı tarih olarak kayıtlara geçme potansiyeli taşıyor. 57 yıl sonra ilk kez ordu, seçilmişlere bağlı ve siyaset kurumunu kendi üzerinde bir otorite olarak görüyor. Cumhurbaşkanı’nın sözleri bu dönüşümü ve bugün gelinen noktanın önemini hatırlattığı için çok önemli...

        ***************

        Mısır’daki katliam ve sorulmayan sorular

        SİNA Yarımadası’ndaki Ariş Kenti’ne yakın bir kasabada cuma namazı çıkışı düzenlenen katliam bir kez daha vahşetin sınırının olmadığını, maalesef bu sapkın anlayışın askeri yöntemlerle bitmediğini gösterdi. Bu yazıyı yazdığım saatte ölü sayısı 230’u aşmıştı ve artmaya devam ediyordu.

        DEAŞ’a katılmış ve adını Sina Vilayeti olarak değiştirmiş Ensar Beyt el Makdis adlı bir örgüt, uzun zamandır bu bölgede kan kusturuyor. Geçtiğimiz yıl bu örgütün liderinin öldürüldüğü açıklanmıştı ama insan canının toz tanesinden farksız görüldüğü yapılarda öldürmek üzerinden zayıflatmak anlamsız kalıyor.

        Cuma namazından çıkan Müslümanları hedef ayırmaksızın tarayarak kitleler halinde öldürmek ve bunu İslam adına yaptığını söyleyecek kadar absürt ve İslam’dan uzak olabilmek... Böyle bir vahşeti, tükenmişliği, insanlığın gelebildiği bu dip noktayı hangi faktörler ortaya çıkardı? Neler bunu tetiklemeye devam ediyor? Bu işten çıkmanın denenmiş hiçbir yöntemle olamayacağını ne zaman görecek dünya?

        Bu sorulara dürüst cevaplar aranmadığı sürece ölmeye devam edeceğiz...

        Diğer Yazılar