Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugün gözler tamamen Yıldırım-İmamoğlu yayınında olacak ama bu arada bence Türkiye açısından çok tehlikeli bir gidişata işaret eden bir gelişmeye de değinmek istiyorum.

        Akit TV Haber Müdürü Murat Alan beyzbol sopalarıyla bir çete tarafından feci şekilde dövülerek hastanelik edildi. Üstelik 6 yaşındaki çocuğunun yanında oldu bu hadise.

        Yavuz Selim Demirağ ve Sabahattin Önkibar’a da yapılan sopalı saldırılardan sonra bu, gazetecilere yönelik üçüncü eylem. Kötü bir gidişat içindeyiz.

        Tipik bir Eski Türkiye geleneği olan gazeteci dövdürtme pratiğinin yeniden hortlatılmak istendiğini görüyorum.

        Bu ülkede devlet içine yerleşmiş çeteler ya da “iyi saatte olsunlar” tarafından sırtı sıvazlanan kimi mafya grupları, beğenmediği gazetecileri hastanelik edene kadar dövme hakkına mı sahip? Bizler fark etmeden böyle bir özel kanun mu çıktı yoksa? Yeniden 90’lara mı dönüyoruz?

        Özellikle Demirağ ve Alan’a saldırı çok vahşi şekilde gerçekleşmiş. İki vaka incelenince şunu görüyoruz: Kalıcı sakatlık hatta rastgele ölüm bile olabilirdi.

        BU ÇETELEŞMENİN SIRTINI KİM SIVAZLIYOR?

        Karşımızda net bir “sırtı sıvazlanan çeteleşme” fotoğrafı var. Hem yeri geldiğinde Önkibar ve Demirağ gibi hükümet muhalifi hem de Alan gibi hükümet taraftarı gazeteciler benzer karanlık yapılar tarafından dövdürtülebiliyor.

        Ne Demirağ ne Önkibar ne de Murat Alan’a yapılan şiddet hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu saldırıların soruşturması çok dikkatle yapılmalı.

        Sayın Hulusi Akar ve Sayın Yaşar Güler’e bu köşeden seslenmek istiyorum.

        Akit Haber Müdürü’nün son derece yakışıksız ve çirkin üslubu konusunda tamamen haklısınız. Nitekim mahkemeye de verildi bu kişi. Hukuk süreci işleyecek. Devlet de bu konuda haklı olarak hep bir ağızdan tepki gösterdi.

        Fakat bu sözleri yüzünden bu gazetecinin öldüresiye dövülüp beyin travması geçirerek hastanelik edilmesinden en başta Mili Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’nın rahatsız olması gerektiğine inanıyorum.

        Dolayısıyla Sayın Hulusi Akar’dan ya da Sayın Yaşar Güler’den ricam MSB ya da Genelkurmay adına da bu saldırıyı kınayan bir açıklama yapmaları. Aksi durumda çok yanlış bir fotoğraf ortaya çıkacak ve bu durumdan Türk Silahlı Kuvvetleri zarar görecek.

        REKLAM

        ***

        Güney Afrika’daki barışın sırrı ne?

        -Net bir hedef koymak

        -Sabretmek

        -Kararlı olmak

        -Başarmaya dair inancı daima diri tutmak.

        Güney Afrika barış sürecinin 3 efsane ismi: soldan sağa, İbrahim İbrahim- Muhammed Bhabha- Roelf Meyer
        Güney Afrika barış sürecinin 3 efsane ismi: soldan sağa, İbrahim İbrahim- Muhammed Bhabha- Roelf Meyer

        Güney Afrika’daki ırkçı Apartheid rejiminin bitirilmesi ve barışın sağlanmasında anahtar ilkeler bunlar.

        Uzun bir seyahati geride bırakmak üzereyiz. Çok detaylı ve canlı sunumlar ve tanıklıklar üzerinden bir toplumun birbiri ile nasıl barıştığına tanık olduk.

        Güney Afrika ırk üzerinden çok keskin bir ayrımın yaşandığı ve toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan siyahların zenginlik ve karar mekanizmalarından tamamen dışlandığı bir ülke idi. Bu adaletsizliği Nelson Mandela’nın liderliğinde ANC dünya kamuoyuna taşıdı.

        Ancak mücadele kolay olmadı. 30 yıldan fazla bir süre gerekti ANC’nin hedefine ulaşması için.

        Bugünden bakıldığında şunu görüyoruz: Güney Afrika’daki başarı tek başına ANC’nin başarısı değil. Bu başarı ırkçı Apartheid rejiminin baş oyuncularına hata yaptıklarını kabul ettirecek ortamı yaratan bütün bir toplumun başarısı. Bunun üzerine iyi düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum.

        IRKÇI REJİM NASIL MASAYA OTURDU?

        Rövanşizm tuzağına düşmeden, olgunluk ve soğukkanlılıkla gerçekleri kucaklayabilmek başarının büyük bir bölümünü oluşturuyor. Biz Türkiye’de Güney Afrika’ya kıyasla çok daha hafif sayılabilecek toplumsal bölünmelerimizi, bu olgunluğu gösteremediğimiz için bitiremiyoruz.

        Apartheid rejiminin yenilgiye uğraması için yıllarca süren müzakerelerde ANC ve rejim arasındaki tartışmalar kilitlendiğinde başvurulan iki isim vardı: Beyazlar adına Roelf Meyer ve Siyahlar adına geçtiğimiz hafta Jacob Zuma’nın ardından Güney Afrika Devlet Başkanı seçilen Cyril Ramaphosa.

        Bu ülkede bulunduğumuz toplantılar boyunca Roelf Meyer bize eşlik etti. Ben Meyer ile 9.5 yıl önce geldiğimde tanışmış ve uzun bir röportaj yapmıştım. O zaman da tespitim aynıydı: Bugün ülkede önemli bir kahraman kabul edilen ama tevazu ve samimiyeti hiç kaybetmeyen bir isim…

        Cape Town'dan renkler.

        ÖNEMLİ OLAN DOĞRU YÖNTEMİ BULMAK

        Meyer süreci anlattığı konuşmasında özellikle yöntemin üzerinde durdu. “Mandela 1990 Şubatında serbest bırakıldığında artık bu yoldan geri dönüş olmayacağını biliyorduk ama nasıl ilerleyeceğimizi bilmiyorduk. Doğru yöntem bizi barışa ulaştırdı” dedi.

        Meyer’in ardından dinlediğimiz ANC’nin önemli isimlerinden ve müzakerecilerinden Muhammed Bhabha ise ırkçı rejimi bitirmek için her şeyin önüne “Güney Afrikalı” kimliğini koyduklarını hatırlattı.

        RÖVANŞİZM TUZAĞINA DÜŞMEMİŞLER

        Mandela ile Robben Adasında 10 yıl kalan, hayatının toplam 20 yılını hapiste geçiren ANC’nin en kilit isimlerinden kabul edilen İbrahim İbrahim’i dinlemek ise ayrı bir deneyimdi. Karşınızda bırakın hapse girmeyi sanki hayatının tümünü huzurlu bahçesinde geçirmiş izlenimi veren bir adam duruyor. 83 yaşına rağmen dimdik, yaşından çok daha genç görünüyor ve her daim gülümsüyor.

        Ben Güney Afrika’da hem daha önceki gelişim hem de bu ziyaretimde şu izlenime kapıldım: Çok sert bir mücadele verilmesi bu mücadeleyi verenleri çok dirayetli yapmış. Hedeflerine sıkı sıkıya bağlı ve hayallerine ulaşmak için inatçı olmak onları fiziken ve ruhen ayakta tutmuş. Bence önemli bir ayrıntı da nefislerini bir kenara koyabilmiş olmaları. Karşı tarafı masaya oturttuktan sonra bedel ödetme dürtüsünü paranteze alıp, “yapıcı diyalog” aşamasına geçebilmişler.

        Bir önceki yazımda bahsettiğim bir kavram vardı: Onarıcı adalet. Hakikat ve Uzlaşma Komisyonlarının başarısı bu kavramda gizli. Bu komisyonlarda hedef öncelikle suçları tespit ve itiraf etmekti. Ben bizlerin bu kavramdan feyz alması gerektiğini düşünüyorum.

        Bir sonraki yazıda izlenimlere devam edeceğim. Size öncelikle efsanevi insan hakları savunucusu ve avukat Albie Sachs ile yaptığımız toplantıdan notlarımı ve İbrahim İbrahim ile 10 yıl kaldığı Robben Adası’nı birlikte gezişimizin, Mandela ile ortak anılarının detaylarını aktaracağım…

        Diğer Yazılar