Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        NATO zirvesi, Türkiye’nin merkezinde olduğu tartışma ve başlıklarla başladı ve sona erdi.

        İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine yönelik itirazımız, bu hamle tasarlandığı andan itibaren üç önemli özellik taşıyordu.

        Sert, riskli ve beklenmedik.

        Önceki gün NATO şemsiyesi altında bu üç ülke ortak bir metne imza attı.

        Her durumda ve denklemde dış politikaya yönelik tutumları değişmeyenlerin, bu metni peşinen mahkum etmesi şaşırtıcı değil.

        Açıkçası kayda değer de sayılmaz.

        Türkiye, Batı ittifakının beklemediği sert bir çıkış yaptı. Riskleri olduğunun da başından itibaren farkındaydı.

        Sonuçta ortaya çıkan durumun önemli bir kazanım olduğunu ve ülkemizin hanesine başarı olarak yazıldığını düşünenlerdenim.

        NATO, ABD-Birleşik Krallık eliyle Avrupa’nın doğusunu yukarıdan aşağıya düzenliyor. Kuzeydeki iki ülkeyle bu kuşatmayı genişletti ve derinlik kazandırdı.

        Türkiye’nin tezlerini yansıttığı metnin ardından, İsveç ve Finlandiya’nın üyelik yolu da açılmış oldu. Elbette bunun ciddi bir takvimi var. Süreci takip eden Ankara’nın taleplerinin yerine gelmesi hala büyük önem taşıyor.

        Ancak NATO’nun da kelimenin tam anlamıyla acelesi var.

        Çünkü ABD-Birleşik Krallık ittifakı, sadece NATO çerçevesinde değil, Pasifik hattına kadar uzanan geniş bir alanda yeni bir “stratejik diziliş”i adım adım ilan ediyor.

        Japonya, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda bu dizilişte yerini alıyor. Dahası da var ve olması için de yeni çatışmalar bekliyor bizi ne yazık ki.

        RUS SALATASI

        Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, iki ülkenin üyeliğiyle ilgili sorunları olmadığını, ancak sınırlarına asker konuşlandırılırsa buna tepki vereceklerini söyledi.

        Dışişleri Bakanı Lavrov’un, “Batı ile aramıza yeni bir demir perde iniyor. Bundan sonra Washington ve Brüksel’e güvenemeyiz.” değerlendirmesi de zirvenin ardından geldi.

        NATO tarafından en büyük ve doğrudan tehdit olarak ilan edilen bir ülkenin, durumu kabullenmiş gibi görünen bu açıklamaları ne anlama geliyor.

        Madrid'de Rusya’nın kaybettiğini ilan edenler var daha şimdiden.

        Öyle mi gerçekten?

        Yoksa başından itibaren aradığı yeri ve rolü belirgin hale mi getiriyor Moskova?

        İşgalin ardından Rus edebiyatına ve sanatçılara yönelik yasakları hatırlayacaksınız. Şimdi de NATO zirvesinde konuklara Rus salatası ikram edildi. Bir de Ukrayna salatası uyduruldu menüde.

        Olup bitene bu tuhaf gösterilerin dışına çıkarak bakabilirsek çok daha fazlasını görebiliriz elbette.

        G7 ve NATO zirvelerinin ardından ilan edilen stratejik konsept, Rusya’yı apaçık, Çin’i bir doz daha alttan alarak düşman ilan etti.

        Bu konseptlerin dünyayı uzun süren çatışma ve ayrışmaların içine sokacağı da çok açık.

        NATO VE AB ARASINDAKİ ÇATLAKLAR

        Şunların hepsini derinlemesine tartışmak zorundayız. Çünkü bizi çok yakından ilgilendiriyor.

        Birincisi, Rusya, Kiev sonrasında yöneldiği alanlarda savaşı kaybetmiyor, adım adım ilerliyor. Bu Karadeniz üzerinden bizim ana ilgi alanımız.

        İkincisi, Doğu Avrupa’nın yalnızca üyelik tartışmalarıyla değil, özellikle askeri ve stratejik olarak NATO tarafından tahkim edilmesi sadece Rusya’yı rahatsız eden bir durum değil. AB içinde, özellikle Almanya, Fransa ve İtalya başta olmak üzere ciddi çatlaklar ve itirazlar oluşturuyor. Yeni gözde Polonya bu arada.

        “ABD, Avrupa’yı NATO etrafında nasıl da çabucak entegre etti” diyenler, bu durumu ısrarla görmezden geliyor.

        Bununla bağlı olarak üçüncüsü NATO’nun AB’nin dış politikasına adeta el koyması ki, bunun sürdürülebilir olması çok zor.

        Dördüncüsü Avrupa’nın Rus enerjisinden kolayca kopup alternatif oluşturacağı da gerçekle ilgisi hayli zayıf bir öngörü.

        EDEBİYAT VE DEMOKRASİ

        Şu gerçek de bizi yakından ilgilendiriyor.

        Rusya, özellikle Almanya üzerinden Avrupa ile yakınlaşma arzusunu, Kuzey Akım 2 projesiyle hayli geniş bir zemine taşımaya çok yaklaşmış görünüyordu.

        Şimdi Avrupa’dan itildi ve kuşkusuz bu ilk kez olmuyor. Rus edebiyatına yönelik “demokratik saldırı” yerine “otokratik bir okuma” tercih edilseydi bu durumun ve tartışmanın tarihte ilk kez olmadığını görülebilirdi.

        İşgalin daha ilk günlerinde çiçeği burnunda Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, Washington’da Joe Biden’ın “Bu proje iptal edilmiştir” çıkışıyla ağırlandı.

        Almanya o günden bu yana kelimenin tam anlamıyla yutkunuyor. Savunma harcamalarına yaptığı muazzam ek bütçeye bakarak bunu her bakımdan “ABD’nin ve NATO’nun emrine amade olmak” diye değerlendirmek çok yanıltıcı olabilir.

        Bir sonraki yazıda, “Bunca hengamenin içinde Türkiye’ye kim hangi rolü biçmek istiyor ve biz buna ne diyoruz” sorularını tartışmak istiyorum.

        Başlığı “Ne içindeyiz Batı’nın ne dışında” olacak sanki…

        Diğer Yazılar