Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Ankara’da hayli geniş ve bir o kadar da dağınık bir alanda yürüyen bir tartışma var.

        Türkiye’nin Suriye politikası değişiyor mu?

        Soruyu eksik ve arızalı bulsam da bu başlık altında tartışmayı yürütmek mümkün.

        Suriye politikamızın, özellikle 2012-2015 dönemine ait eleştirilerimi muhtelif zamanlarda dile getirdim. Unutmadan, her faturayı ülkesine kesme hastalığına tutulmuş olanların aksine, ortaya çıkan tabloda Türkiye’ye verilen sözlerin tutulmaması da önemli rol oynadı. En başta ABD elbette.

        Türkiye’deki ayrılıkçı Kürt hareketinin ve de onlara eşlik eden FETÖ’nün katkılarını (!) da unutmayalım.

        SURİYE İÇİN YENİ ZEMİN

        2016 itibarıyla olup bitenin özeti ise, bir yandan o dönem yapılan hataları telafi etmek, diğer yandan ise iki bölgesel aktörle, yani Rusya ve İran’la belli bir zeminde müzakere etmekti.

        Bu sürecin, Türkiye ve bu iki ülke arasındaki ilişkilerde hayli belirleyici olduğu dönem, Ukrayna’nın işgaliyle bambaşka bir boyut kazandı.

        Ankara, Ukrayna’ya silah desteği verirken, Rusya’yla olan diplomatik koridorlarını genişletmekten çekinmedi.

        Nihayetinde Antalya’daki diplomatik zeminden tahıl koridoruna kadar savaşın tüm taraflarının dikkatle takip, hatta takdir ettiği zeminler inşa etti.

        Bu durumu Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığı ve mecburiyeti olarak görenlerin, denklemi tersinden okumak istemediğini biliyoruz.

        Ancak Ruslar, Ankara’nın dünyaya açılan stratejik pencere olduğunun herkesten daha çok farkında.

        MUHALİFLER VE TÜRKİYE

        Rusya, Son Tahran Zirvesi’nde İran’ın Suriye’ye yönelik askeri operasyona gösterdiği tepkiden daha farklı bir yaklaşım sergiledi.

        Bu durum sonraki Soçi Zirvesi’nde daha net hissedildi. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dönüşteki açıklamalarıyla, Putin’in Ankara’yı Şam’la masaya oturmaya yönlendirmek istediğini okuduk. Erdoğan bu duruma, istihbarat birimleri arasında devam eden görüşmelere rağmen terör faaliyetlerinin sürdüğü mesajıyla cevap verdi.

        Şu sıralarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beşar Esad’la görüşme ihtimali gündeme getiriliyor.

        Bu şartlar altında gerçekleşecek askeri bir operasyon, ne zaman ve hangi dengelerde şekillenecek?

        Türkiye, sınır ötesi operasyonlarda, alacağı tepkileri elbette dikkatle tartarak, ama nihai anlamda kendi çıkarlarını merkeze koyarak hareket etti bugüne kadar.

        Bundan sonrasının farklı olması için de bir neden yok.

        Ankara-Şam temasının kuvvetle anılmasının ardından Türkiye’nin kontrolündeki alanlarda tezgahlanan çirkin protestoların, “Gördünüz mü, destek olduğunuz muhalefet hemen size ihanet etti” mesajına dönüştürülmek istenmesi manidar.

        Türkiye, hem bu tezgahlara dikkat etmek, hem de başından itibaren desteklediği muhalifleri yanında tutmak zorunda. Bu politikanın inşasında başa dönmek mümkün olsaydı, bundan farklı bir değerlendirme yapabilirdim. Ancak mevcut tabloda bu artık çok zor.

        SAHADAKİ ZORLUKLAR

        ABD’nin bölgedeki Kürtler üzerinden Türkiye aleyhine oluşturduğu tehdit, “çekilmek” gibi adımlarla değişecek bir politik süreç değil. Bunu öncelikle not etmek gerekiyor.

        İkincisi, Şam’ın iplerini önemli ölçüde elinde tutan Moskova ve Tahran’ın bölge Kürtleri üzerindeki ortak hesapları da Ankara’yı mutlu etmek için planlanmış değil. Bu da tekrar tekrar not edilmeli.

        Rusya, Türkiye’nin Şam’la doğrudan müzakere etmesinin, muhaliflerle Ankara arasında sorun çıkarma ihtimalini elbette kendi lehinde görüyor. Ankara’ya önerdiği ve kendisinin de destek olacağı politika şu mu?

        “Muhaliflerle ilişkilerini gözden geçir. Operasyonların Şam’ın da bilgisi dahilinde olsun. Bölgedeki ABD varlığının zayıflaması ikimizin de lehine.”

        Bunların hepsi konuşuluyor. Ancak sahada işler konuşmakla bitmiyor tek başına.

        Bölgede Türkiye’ye verdiği sözleri tutmayan sadece ABD değil, Rusya’nın da aynısını yaptığını unutmayalım.

        İran’ın ise Suriye’deki 42 yıllık nüfuz inşasını masada kolayca teslim edeceğini düşünmek, yaşadığımız coğrafyayı hiç tanımamak demek.

        En tuhafını kim bilir kaçıncı kez yazayım.

        Bu sorunun en dolambaçsız çözümünün, siyasi sınırlarımız dışındaki Kürtlerle kalıcı bir ufuk geliştirmek olduğunu anlamak sahiden bu kadar zor mu.

        Diğer Yazılar