Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye’de siyaseti güçsüz ve itibarsız kılmaya yönelik hiçbir hamle hafife alınamaz. Bu hamleler her zaman göründüğünden daha fazlasını içerir.

        Siyaset her düzeyde bunlara karşı dikkatli ve hassas olmak zorundadır.

        Daha fazlası da var ne yazık ki.

        Bizzat siyaseti ve siyasetçiyi hedef alan bu hamleler, çoğu zaman kendisine siyasi destek ya da ortak da bulur.

        28 Şubat döneminde meşru hükümeti iktidardan indiren post-modern darbe girişimi, büyük sermaye, merkez medya, yargı, ordu ve diğer bürokratik unsurların yanı sıra, bazı siyasi partilerin de gizli-açık desteğiyle şekillendi.

        Bu girişimin, Türkiye’nin yeni bir ekonomik modelin inşası yönünde adım attığı bir dönemde ortaya çıkması elbette tesadüf değildi. Ama Refah Partisi ve lideri merhum Necmettin Erbakan, ekonomideki modelleri üzerinden değil, “irtica” etiketi altında hedef alındı.

        Bu darbeyi yapan güçlerin devamındaki hamlesini çoğumuz artık hatırlamıyor bile.

        Meclis’teki “ceylan derisi koltuk” tartışmalarıyla siyasetin bütününe yönelik bir itibarsızlaştırma kampanyası yürütüldü.

        Toplumun gözünde bir çözüm merkezi olmaktan çıkarılan, zayıf ve dağınık siyasetin ülkeyi yönetme çabaları da uzun sürmedi.

        SİYASETİN İTİBARI

        Türkiye 2002 seçimleriyle kendisine yeni bir yol açtı. AK Parti tek başına iktidara geldi.

        İktidarın özellikle ilk 10 yılı Türkiye’de vesayetin her şekline, aracına ve temsilcilerine yönelik en başarılı mücadelenin verildiği dönem oldu. Bunda Başbakan olarak Tayyip Erdoğan’ın ve elbette toplumun geniş kesimlerinde kabul gören kadrosunun payı çok büyüktü.

        Siyaset ve toplum arasındaki güven bağı yeniden oluştu. Siyaset sorunların kaynağı değil, çözümlerin adresi olarak görülmeye başlandı.

        İtibarı yüksek, kararlı ve güçlü siyaset, cumhuriyet tarihimizin büyük değişimlerine imza attı. Peşpeşe gelen ve her biri darbeleri çağrıştıran girişimleri bertaraf etti.

        MÜCADELENİN SIRADANLAŞTIRILMASI

        Bu mücadele şu günlerde ısrarla sıradanlaştırılmaya çalışılıyor. Üstelik bu durum iktidarın hataları üzerinden yapılan bir değerlendirme değil.

        Elbette bunların bir bölümü olup bitenin yeterince farkında olmamakla ilgili. Kucağında bazı hak ve özgürlükleri bulanların, bunların her biri için ne kadar büyük savaş verildiğini anlaması kolay olmayabilir.

        Ancak bir de bu sürecin sonunda sahip olduğu gücü kaybedenler vardı. Ömrü vesayet odaklarından icazet alarak siyaset yapmakla geçenler, o güçlerin gölgesinde elde ettiği konforu elbette kolayca terk etmek istemedi.

        Toplumun geniş kesimlerinin ağır mahrumiyetler yaşadığı dönemin kapanıp, siyasi merkezde ve hayatın her alanında özgürce varoluşlarını sağlayan bir ülkede yaşamak gerçekten çok çetin bir mücadelenin sonunda ortaya çıktı.

        Siyasetçilerin bir özeleştiride bulunmaları ve o mahrumiyetlerdeki rollerinden duydukları pişmanlığı dile getirmeleri elbette kıymetli.

        Ama bu tavrı sahici kılacak olan, yeniden vesayet odaklarına göz kırpmak, onlarla işbirliğine zemin oluşturacak sinyaller vermek değil.

        Aksine o günleri bir daha yaşamamak adına, hatta demokratik kazanımların ve özgürlüklerin daha da ileriye götürülmesi için; her türlü vesayetten, onlara aracılık eden zihniyet ve yaklaşımlardan uzak durmak ve samimi tavır almakla mümkün.

        DOĞRU ZEMİNDE ARAYIŞ

        6’lı masanın anayasa önerisi tartışılmaya devam ediyor. Anayasa değişikliği yönündeki her girişimi değerli bulduğumu bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bu çalışmalarda özgürlüklere dair atılan her adımın, yazılan her satırın da aynı ölçüde yol açıcı olduğunu düşünüyorum. Acelecilik ve sıcak gündemin baskısı altında yapılan değişiklik önerilerinin ortaya çıkaracağı sıkıntılara bir önceki yazıda değinmiştim.

        Bugün şunu eklemek istiyorum.

        Eğer anayasa metinleri, sizi daha iyiye, daha fazla demokrasi ve özgürlüğe götürmeyi hedefliyorsa, yaşadığınız ülkenin dünyadaki yerini, dünyanın gidişatını ve muhtemel çatışmaları da öngörmek zorundasınız.

        Bu nokta hafife alındığı için sistem tartışmalarımız gerçek zeminini bulmuyor. Güçlü liderliği mutlak kötülük kaynağı olarak görünce, sistemin nasıl çalışacağını değil, nasıl çalıştırılmayacağını merkeze alan bir öneri ortaya çıkıyor ister istemez.

        Öte yandan çok önemli bir çelişkiye dün akşam AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Habertürk canlı yayınında dikkat çekti. Onunla tamamlayalım:

        “Hem cumhurbaşkanını, hem başbakanı halk seçsin diyeceksiniz, bu ikisi arasında bir çatışma olmayacak mı? Buradan çok ağır bir çatışma çıkacağını, Sezer-Ecevit tartışmasından çok öte, burada devlet çekirdeğinin ikiye bölüneceğini görmemek mümkün değil.”

        Diğer Yazılar