Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        16 Nisan 2017’den dört gün sonra şunu yazmıştım:

        “… Referandumda ‘Hayır’ veren yüzde 48.6, solun potansiyeli (filan) değil, muhafazakâr seçmeni ‘dikkate almanın’ sonucudur. Hem CHP’nin belli başlı kurmaylarının, hem de kendi çapında ‘Hayır’ kampanyası yapan sol, sosyal demokrat çevrelerin tarihleri boyunca belki de ilk kez muhafazakâr-dindar seçmeni dışlamayan, bu değerlerle temas kuran referandum politikasının sonucudur.

        Nitekim artık apaçık ortadadır ki, bundan sonra Türkiye’de siyaset yapacak hiç kimse, muhafazakârların ibadetlerini engelleyerek, yaşam tarzlarına dil uzatarak siyaset yapamaz. Hatta yeni sistemle beraber 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın karşısına tecrübeli ve işinin ehli olmanın yanı sıra muhafazakâr bir profil çıkarmayan hiçbir blok kendisini şanslı sayamaz.

        Tam da bu nedenle bu referandumun sonuçlarından en çok mutlu olması gerekenler, muhafazakârlar ve dindarlardır. Çünkü artık, Türkiye’nin yakın ve uzak geleceğinde yarışacak olan Cumhurbaşkanı adaylarının her ikisi de bu ülkenin değerlerine, inançlarına dil uzatamayacak, hak ve özgürlüklerinin gereğini teminat altına alacak adaylar olmak zorundadır.

        Hiçbir kampa görkemli zafer temin etmeyen referandumun en başarılı sonucu budur ve tablo ‘muhafazakârlar’ lehinedir”

        2017’de, yerel seçimlere de ‘ittifak’ ile gidileceği henüz bilinmiyordu. Bilseydim, sadece cumhurbaşkanlığı seçiminde değil ittifaklar halinde gidilen ve seçeneklerin iki bloka indiği bir yerel seçim konsepti için de bu analiz geçerlidir diye eklerdim.

        Nitekim 31 Mart 2019 yerel seçimi, 20 Nisan 2017’de yazdığım bu satırların sağlamasından başkası değil. Ekrem İmamoğlu ve özellikle CHP saflarında pek çok yutkunma ve dilini ısırma pahasına gerçekleşen Mansur Yavaş’ın adaylığı bu stratejinin olgunlaştırılmış haliydi.

        Bu iki tarih arasında gerçekleşen 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde gerçekleşen Muharrem İnce’nin başarısızlığı ise, bu stratejiden uzağa düşülmesinin sonucuydu.

        İNCE İLE NEDEN OLMAMIŞTI?

        2017’deki referandumda muhafazakar çoğunluğu rahatsız etmeyen bir dil kullanma stratejisi Kemal Kılıçdaroğlu ve kendi dar çevresinin fikri ya da nabız yoklamasıydı.

        Ancak CHP içindeki bazı “sol” fraksiyonlar ve samimi Atatürkçülerin ötesinde, köktendinci gibi bir şey haline gelmiş Kemalistler referandumda ortaya çıkan yüksek “Hayır” oranını yanlış okudular. “Sağ blokun sol bloka üstünlüğü kırıldı, solun yükselişi” filan dediler. “Bizden biri olsun, CHP artık bunu hak ediyor” deyip 24 Haziran için Muharrem İnce’yi desteklediler. İnce’nin aday olacağı netleştiğinde Cumhur ittifakı da rahatladı.

        Muharrem İnce, heyecanlı dinamik bir kampanya yürüttü. Halkın içinden geliyordu, eyvallah. Kampanya boyunca camiden de çıkmadı eyvallah. Ama toplum İnce’yi tanıyordu. Önceki haliyle kampanya sürecindeki hali arasındaki fark “samimi değil” parantezine alınarak izlendi. Eskiden yazdığı şiirler de İnce’ye pek yardımcı olmadı.

        KİMLİK FANUSU ÇATLARKEN…

        Oysa misal Ekrem İmamoğlu öyle değildi. Muhafazakar ailenin vaktiyle solculuk da yapmış sonra durulup çoluğa çocuğa karışmış oğlu izlenimini veriyordu. Atatürk sevgisi vardı ama militan Kemalist değildi. HDP’lilerin oylarına mecburdu ama sonuçta Trabzonluydu. Daha ortada seçim meçim yokken, 2015’te, İslamcı bir yardım ve dayanışma derneğiyle beraber Suriyelilere Beylikdüzü’nden insani yardım tırı gönderiyordu. Vaktiyle Fetullah Gülen’in “Otoriteden izin almalılardı” deyip kınadığı, CHP’lilerin ise fazla “sünni” bulup nefret ettiği İHH’dan başkası değildi o dernek.

        İmamoğlu profili kimlik siyasetinin kazandığını mı gösteriyor?

        Hayır, aslında tam tersi.

        Zira tablo şu:

        -“CHP’den her geleni almayız, Kemalizm amentümüzdür” tadında snob tavırlar takınan DSP’nin toplumda bir karşılığı yok.

        -HDP meşruiyet özürlü bir parti olarak genel başkanı cumhurbaşkanı adayı olabilmiş bir parti olduğu günlerin çok uzağında ve içinde gayet milliyetçi Türkçü unsurların da olduğu blok mesafe kazandı diye, Aslında yıllar yılı Kürtlere yapmadığını bırakmamış bir geleneğin uzantısı olan CHP kazandı diye bayram ediyor. Kimlik?

        -CHP , Yasin okuyan, “Hadi bismillah” afişleri asan kişiler kazandı diye kendisi kazandı zannediyor. Öte yandan daha önce hiç ihtiyaç duymadığı şeyleri telaffuz ediyor: Herkes için Demokrasi. Herkes için Adalet.

        -İYİ Parti, kendi içinde bile çok karışık, ırkçı çıkışlarla, sloganlarla, kapısına kadar gelen Yusuflara küstahlık yapanlarla anılan bir parti oldu.

        -Saadet Partisi’nin kimliği ile aynı blokta yer aldığı partilerin kimliği arasında geçişkenlikten ziyade çatışma var.

        Yani, bu bloktaki partilerin pek fazla ortak noktaları yok. Ancak 16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişikliği referandumunun getirdiği şartlar dolayısıyla bir araya gelmek, beraber çalışmak zorunda kaldılar. Bütün benzemezliklerine rağmen, kimlikleri birbirine sürtüp alev almasın diye önlem aldılar. Terörle arasına set çekemeyen HDP’liler su kaynatmazsa genişlemeyi sürdürebilirler.

        Çünkü Kılıçdaroğlu, içerden ve dışardan gelen tavsiyeleri de dikkate alarak, içerden ve dışardan gelen engellemelere rağmen partisini kimlik partisi olmaktan çıkaran adımlar attı. Çoğunluğun diniyle imanıyla başörtüsüyle, yer sofrasıyla, kapıda ayakkabı çıkarmasıyla dalga geçmeyi, sosyolojiyle kavga etmeyi parti literatüründen yavaş yavaş çıkarmaya ve çoğunluğun özdeşleşebileceği profillerle ilerleme yoluna girdi. Bunun sonucu “çok da CHP’li olmayan” aktörlerle yürümek oldu.

        HAMASETİN DOYUM NOKTASI

        Öte yandan elbette AK Parti ve MHP çok daha tutarlı bir beraberlik sergiledi. AK Parti siyasetin merkezinde yer alan bir parti olmaya her partiden çok daha yatkın bir parti. Ancak “biz” kavramının çeperini çok sert ve kalın çizgilerle çizip; biz Osmanlı/ biz Abdülhamit/biz milli yerli/onlar hain, trenden inenler vb gibi vurgularla kampanya yapmanın, hamaset ve kimlikten bir fanus yapıp dışardakileri kirli görmenin büyük şehirlerde karşılığı olmadığı gerçeğiyle yüzleşti. Yeni siyasi aktörler de çıkarmaya başlamış karşı blokun genişleme ivmesini durduracak tek şey, normalleşme, Erdoğan’ın dediği gibi “kızgın demiri soğutma”, “kuşatıcı olma” gibi girişimler. Bunlar da kimlik siyasetinden ve onun taşıyıcısı olan hamasetten uzaklaşmayı gerektiren işler.

        Her iki blok için de başarının sırrı; kimlik siyasetinin, tarihi meselelerle topluluklarda sadakat ve biat hissi uyandırmaya azmetmenin, aksi tutum ve düşünceleri mahkum eden coşkulu meydan okumaların bir istiap haddinin olduğunu ve doyuma ulaşıldığını fark edebilmekte. Toplumun “izm”lere ideolojilere kişi kültlerine güvenini kaybetmiş, işini aşını dünyayı ve geleceği yakalamayı ön plana koyan kesimi genişliyor.

        Diğer Yazılar