Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Avrupa ve ABD’den yükselen ve Barış Pınarı Harekatı dolayısıyla Erdoğan’ı suçlayan, Türk ordusunu kana susamış cani gibi göstermeye çalışan, Türkiye toplumunu ırkçı, Kürt düşmanı insanlar olarak resmedenleri gördükçe YPG’nin saflarında savaşmak için ülkesini bırakıp gelmiş ‘Batılı’ militanları hatırlıyorum.

        ‘Militan’ diyorum, çünkü onların bir kategorisi, yaftası, gizlice fotoğraflarını çekmeye çalışan meraklı gazetecileri, dikizleyenleri filan yoktu.

        Suriyeli olmayan ama IŞİD’in, El Nusra’nın saflarında çatışmaya giren Müslüman ve Ortadoğu kökenli Batı ülkesi vatandaşlarına ‘yabancı terörist savaşçılar’ denirdi, İslam adına savaştığını zannedenlerin tümüne ise kabaca ‘cihadist’ (cihatçı) diyorlar.

        Bugün Avrupa kentlerinden yükselen PYD-PKK yandaşlığı gösterdi ki, PYD-PKK saflarında savaşanların tercihi ’tesadüfi’ değilmiş. Kimin safında savaşacakları konusunda verdikleri karar belirli bir zihniyetin, endoktrinasyonun sonucuymuş. Evlatlarını Suriye’ye, sekülerizm cihadına göndermişler. Tabii müthiş bir çifte standartla paketleyerek.

        Paket şöyle: Konu terörizm ise, ’terörist’ ancak Müslüman’dan olur. Batılılar radikalleşip Suriye’ye savaşa gidince onlara ‘kesin ve mutlak barış için elini taşın altına koyma cesaretini gösteren aydınlık savaşçıları’ filan gibi bir tanım bulunur.

        Oysa bu aydınlık savaşçılarının beslendikleri iklimin kanaat önderleri hazin bir sapma, yanlış yönlendirilmiş öfke içindeler. “Türkiye artık tanıdığımız Türkiye değil, raydan çıktı, ırkçılık yükseldi, Kürtler başta olmak üzere hiçbir etnik, kültürel farka saygı kalmadı” diyeni de var, haydut devlet olma eşiğine geldiğimizi, NATO üyeliğinden çıkarılmamız gerektiğini iddia edeni de.

        Eleştirilecek çok fazla yanımız olduğu doğru, ama orantısız, haksız ithamlar ve yaptırım talep eden öfkeli çıkışların samimi demokratlıktan, ‘pure’ adalet insiyakından kaynaklandığını düşünmek kadar ciddi bir saflık olamaz. Nitekim bu türden ciddi eleştiriler hatta hakaretler ABD’den, İngiltere’den, İtalya’dan gelince beni bir gülme alıyor.

        AYNAYA BAKMAYI UNUTMUŞ OLANLAR

        Yalan yok, bu ülkelerin kurumsallaşması Türkiye’den daha iyi; daha etkili hukuk mekanizmaları geliştirmiş, daha fazla entelektüel yetiştirmiş, iyi ve bağımsız üniversiteler kurmuş ve daha zengin olmak gibi avantajları var. Bu avantaja rağmen ırkçılığı yenmekte, AVM ve okul saldırganlarının yükselttiği şiddeti durdurmakta, çok kültürlülüğü korumakta başarısız oldular. ABD, eski Çalışma Bakanı Robert Reich’in yana yakıla hem kitabını yazıp hem belgeselini çekerken söylediği gibi, kapitalizmi bile koruyamadı. Serbest piyasa ekonomisi olacaktı, güç, para, yolsuzluk kıskacında sadece eşitsizlik üreten bir sisteme gelindi. ‘Biz’ dedikleri ‘bizim medeniyetimiz, değerlerimiz’ dedikleri, kendilerini dünyanın diğer tarafından üstün görmelerini sağlayan ne varsa bunları korumakta isteksiz kaba saba adamları başkan yaptılar. Durum bu iken kalkıp on yıldır iç savaşın kıyısında olan sarsılmış bir ülkeye züppelik yapmak, ‘yetişkin’ tavrı olmasa gerek.

        Şahsen ben Amerikalı olsam Trump’ın başkan olmasına engel olamamış ve ikinci kez başkan olmasının önünde engel teşkil etmediğimi çoktan anlamış bir yazar, gazeteci, yorumcu filan olarak mesela, kalkıp ‘Zaten Ortadoğu…” diye gördüğüm bir ülkeye ve cumhurbaşkanına saydırmadan önce dönüp kendimi şöyle bir tartardım ve enerjimi Amerikalılar adına utanç yürüyüşü organize etmeye verirdim.

        İngiliz olsam Türkiye’deki çok kültürlülük ve Kürt düşmanlığı üzerine lafazanlık edeceğime kendi ülkemi Brexit’e mahkum eden ‘yalan haberleri’ yazarak yükselmiş, günün sonunda başbakan bile olan Boris Johnson adlı sahtekarla nasıl baş edileceğine kafa yorar, toplumumun ünlü İngiliz mazahını nasıl maymun ettiğiyle dertlenirdim.

        İtalyan olsam zaten susma orucunda olurdum. Kısa bir süre önce mültecileri denize dökmüş Matteo Salvini gibi bir adamın içişleri bakanı olduğu bir ülkenin vatandaşı olarak değil Avrupa parlamentosunda parlamenterlerin üzerine Türk çikolatası atıp ‘bunları yemeyin’ diye bağırarak tatava yapmak, “Türkler Kürtleri öldürüyor” gibi laflar etmek, haddimin sınırı diye dar bir çember çizer orada dururdum.

        Bakın bunların hiçbiri “Ama Amerikalılar da Kızılderililere neler yapmıştı” argümanları değil.

        Hepsi güncel, aktüel ‘vakıalar’.

        Keşke herkes önce kendi ülkesine öfkelenmeyi becerebilse.

        Herkes, her toplum, önce kendi ülkesini dürtmeyi, eleştirmeyi, denetlemeyi bilseydi ve becerebilseydi dünya daha iyi bir yer olurdu.

        *

        Yarın 29 Ekim, hepinizin Cumhuriyet Bayramını kutluyorum.

        Diğer Yazılar