Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ABD pandeminin yönetiminde zaten sınıfta kalmıştı ama George Floyd’un polis müdahalesi esnasında can yakan bir şekilde hayatını kaybetmesi gösterdi ki sınavı asıl veremediği yer, bitmek bilmeyen ırkçılık problemi. Floyd’un alamadığı nefes, yanlış iliklenmiş düğmeleri zorluyor bugün, siyah katılımcılar kadar beyaz protestocu var sokaklarda ve yükselen ses sağ popülizme yönelik bıkkınlığa ve dönüşüm talebine dair tumturaklı bir yumruktan başka bir şey değil.

        Peki nasıl oldu bu?

        Adım adım oldu.

        Amerikan rüyası zaten buharlaşmış, atmosfere dağılmıştı. Hayatın Establishment, Wallstreet ve imtiyazlı şirketlere göre dizayn edildiği bir sistem hüküm sürüyordu. Üzerine bir de Trump geldi. Sistem sağ popülist ırkçı kutuplaştırıcı söylemlerin de kolaycılığından istifade ederek bütün safrasını sağ dezavantajlı grupların, kendisini savunamayan doğanın ve kapatılan fabrikaların etrafında çoktan zehirlenmiş sular nedeniyle kısalmış hayatların üzerine döküyordu. Silah bulunduracak kadar özgür ama işsiz kaldığında yeni bir şans arayamayacak kadar sıkıştırılmış, sokakları ev kredisini ödeyememiş eğitimli homeless durumuna düşenlerle dolu, iyi bir sağlık hizmeti alamayacak kadar çaresizleştirilmiş ve bunların üzerine farklı ten rengine, kökene sahip olanların düşük standartlara mecbur edildiği, uyuşturucu kullanıp suç işlemekten başka seçeneğe sahip olmadıkları bir dünyaya ne kadar çok uyuyordu ‘I can’t breath’ sloganı.

        REKLAM

        Ancak bu, ABD’ye de özgü değil, beyaz ırkı yüceltme konusunda korkunç ön kabullere sahip Avrupa çok daha koyu bir leke taşıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra adaletsizliklerden ders aldığı iddiasıyla daha eşit daha adil bir dünya kurmayı deneyen Avrupa, artan mülteci akınlarından dolayı sağ popülizmin genlerini yeniden diriltti. Ayrımcılığın düzeyini anlamak için şu örnek yeterli: Belçika’da bugünlerdeki protestolara karıştıkları gerekçesiyle gözaltına alınan siyah ve beyaz eylemciler ayrı otobüslere konuluyor.

        II. LEOPOLD’ÜN HEYKELLERİ TAHRİP EDİLİYOR ÇÜNKÜ…

        Hoş, bu bir şey değil. Belçika Avrupa’daki en kirli ülkelerden. Hitler beyaz Avrupa’nın göbeğinde birdenbire bitmedi, onu hazırlayan koşullar diye de bir şey vardı mesela. Nitekim Belçika sadece köle tacirliği yapmadı, Kongo’da akılalmaz cinayetlere imza attı, Kral II. Leopold döneminde yerel halk kauçuk için çalıştırılır, kotasını dolduramayanın eli kesilirdi. Eğer bu kişi kaçarsa eşinin ve çocuğunun eli kesilirdi. İnsanlar organsız bırakıldı, isyan ettiklerinde de ateşli silahlarla durduruldular. Ancak ‘kurşun mermi’ pahalıydı ve subaylar askerleri boş yere kurşun sıkmadıklarının ve ıskalamadıklarının delilini getirmeye zorluyordu. Bu yüzden öldürülen isyancının elini kesip subaya götürmek, attığı her kurşuna karşılık teşkil eden kesik eli subayına göstermek zorundaydı asker. Iskaladığı zaman henüz yaşayan bir Kongolunun elini kesip subaya göstermek gerekiyordu. II. Leopold milyonlarca kişiyi direkt ölümünden sorumlu; kalan milyonlarca kişi de kesilen organları nedeniyle çalışamayıp kendilerini geçindiremedikleri için öldü. Bu sayı Kongo nüfusunun tam olarak yarısına tekabül ediyor, tam olarak on milyon kişiye. Belçika Parlamentosu 1908 yılında, İngiliz Hükümeti’nin ve halkın büyük bir kesiminin baskısı nedeniyle II. Leopold’un sömürge denetimine son vererek Kongo’ya el koydu. Bu uzun soluklu korku filminin sorumlusunun heykeli hâlâ Brüksel’in meydanlarını süslüyordu. Ta ki, işlenen cinayetlerin ağırlığını taşımakta zorlananlar, siyah ve beyaz Belçikalılar Kral II. Leopold’ün hiç değilse heykellerine zarar verip kaldırılmalarını sağlamaya cesaret edene kadar.

        REKLAM

        COLSTON, MILLIGAN, ROHODES VE GLADSTONE

        İki gün önce Birleşik Krallık’ta sömürgeciliğin sembol isimlerinden Edward Colston adlı köle tacirinin heykeli göstericiler tarafından devrildi. Devirenler yine hem siyahlar hem beyazlardı. Ardından Londra Belediyesi, öldüğünde 526 kölesi bulunan başka bir köle tacirinin, Robert Milligan’ın heykelini kaldırma kararı verdi. Londra Belediye Başkanı Sadiq Khan bu işi yürütmek üzere Kamusal Alanda Çeşitlilik adıyla bir komisyon oluşturduğunu, başkentteki heykel ve sokak isimlerinin kentin kültürel çeşitliliğini yansıtması gerektiğini kaydetti.

        Şimdi, Cecile Rhodes’un heykelinin kaldırılması için yoğun talep var. Rhodes Afrika sömürgeciliğine damga vurmuş isimlerden. Zimbabwe ve Zambiya diye bildiğiniz ülkeler eskiden Cecil Rhodes’un adıyla anılıyordu: Kuzey Rodezya ve Güney Rodezya.

        Benzer bir şekilde eski başbakan Gladstone ile aynı adı taşıyan babası vaktiyle 2500 köleye sahip olduğu için, Liverpool Üniversitesi, Gladstone’un adını taşıyan salonun adını değiştiriyor. İngiltere her zaman olduğu gibi yine ABD’den akıllı.

        Açıkça ırkçılık yanlısı politikaların konuşulmasına da şahitlik ediyoruz ki bu söz konusu eylemselliğin bir dönüşüme sebebiyet vermesi bakımından umut verici. Ancak Avrupa zenginliğini ve bugünkü konumunu ırkçılığın en kanlı versiyonlarından biri olan kolonyalizme, sömürgeciliğe borçlu iken böyle bir dönüşüm ne kadar mümkün sorusu önemli. İşin doğrusu bu iş nereye uzanır, sonucu anlamlı ve mesajını bütün topluma geçirebilecek bir yüzleşme olur mu, tahmin etmek zor. İngiltere dahil diğer Avrupa ülkelerinin tarihinden kolonyalizmi çektiğinizde yekunun yarısı buharlaşıyor, Avrupa demokrasilerinin zenginlik ve konforunun altında yatanın ne kadar karanlık bir sermaye olduğu gerçeği yüzleşilmesi zor bir gerçeklik. Doğu Hindistan şirketini, Kraliyet Afrika şirketini çekip çıkardığınızda Birleşik Krallık tarihinden geride kalanlar şunlar: Parlamenter sistem, westminister modeli, çoğulcu demokrasi, Kraliçe’nin çay saati ve Hitler’i yenen Churchill. Sonuncusu da ırkçıydı biraz. En azından Çanakkale’de sağlam dayak yediği Türklere karşı öyleydi. Avam kamarasında ayağa fırlayıp “Tamam zehirli gaz kullanılmaz ama insana karşı kullanılmaz. Türkler Müslüman'dır. Dolayısıyla hiçbiri insan sayılmaz” dediği rivayet edilir. Protestocuların onun heykeline de ‘dokunmadan geçmemeleri’ hoş bir detay.

        PATLAMA AMA DEĞERLİ BİR PATLAMA

        REKLAM

        Floyd’un başlattığı patlamanın şehir şehir, sokak sokak yayılması son derece değerli. Araya karışan üç tane taşkın beş tane ajan provokatörün işlediği suçlar, siyahların keder dolu tarihine karşı kabarmış insan yüreklerinin sesini hükümsüz kılmaya yetmez.

        Mesele Floyd’dan ibaret değil. Son yıllarda biz sadece Batı’da yükselen aşırı sağı ve gariban mültecilere yönelik kabul edilemez tutumları konuşuyorduk. Aşırı milliyetçiliği popülist hareketleri ve politikaları kabul edemeyen dip dalga ana akım medyada kendisine yer bulamıyordu. Floyd’un nahak yere, göz göre göre kamu güvenliğinden sorumlu devlet memurları tarafından öldürülmesi o dalgayı sele dönüştürdü. İnsanların sağ popülist politikacıların salık verdiği çözümlere mahkum olmadıklarını düşünmelerinde, eşitsizliği çoğaltan sürdürülemez politikalara içten içe bilenmelerinde, insanlığa umudu besleyen bir damar var. Bir süredir ortalarda görünmeyen bu örgütsüz, masum ve kendiliğinden yükselen nabız, şimdi sistemin çatladığı yerlerden sızarak yüzeye çıkıyor, duyuluyor.

        Eskinin ölüm döşeğine yattığı ama yeni olanın henüz doğmadığı bir an yaşanıyor. Bu an çok kısa sürecek ve yeni doğan bir anda şekilleniverecek, çok geçmeden yürümeye ve konuşmaya başlayacak. Sistem kendisini hemen onarıp yeni tahakküm biçimlerine nefes aldırmaya başlayacak. Şimdi, o kısa anı değerlendirme, yeni doğanın şekillenmesine, yürümesine müdahale etme, doğru tartışmaları ve regulasyonları yapma zamanı. İnşallah bu fırsatı heba etmezler.

        Diğer Yazılar