Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Cumhur İttifakı neredeyse iki yıldır iç politikada "Millet İttifakı'nın adayı bile yok" şeklinde agresif bir magazin pratiği ortaya koyuyor. Özgüveni yüksek bir tutumla kurmaylar muhalefetin stratejisini masaya yatırıyor, eksikliklerini ve zaaflarını çalışıyor.

        Eski AK Parti olsa, daha doğrusu genetiği değiştirilmemiş bir AK Parti kalmış olsa, ama eksik ama yanlış “Biz nerede hata yapıyoruz ki, anketlerde düşüşe geçtik?” şeklinde bir özeleştiri mekaniği işletilirdi. Artık böyle bir şey yok.

        Oysa bu süreçte çok fazla iddia ortaya atıldı. Kimi yalanlandı, kimileri hakkında ise muhatapların suskunluğu zihinlere kazındı.

        Hayat şartlarının zorluğu, iktidar aleyhindeki veri ya da tezviratların akıllarda tutunmasını daha da kolaylaştırıyor.

        Mesela gıda ürünlerindeki reel enflasyonun ölüm kalım düzeyine geldiği günümüzde en çok tartışılan şeylerden biri, döviz kurlarından olumsuz etkilenen girdi maliyetlerinin çok yükselmesi ve çiftçinin, hayvan üreticisinin mazot, yem, gübre, ilaç ve ilaçlama giderlerine yetişememesi. En çok gündeme gelen şey de, çiftçiyi desteklemesi gereken Ziraat Bankası’nın bunu neden yapamıyor oluşu, önemli bir soru değil midir?

        Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın geçmişe yönelik beyanları ve yargılanıp aklanma talebi az buz bir şey midir?

        NASIL OLUYOR DA HEP BAŞKASI SUÇLU OLUYOR?

        Peki iktidar ne yapıyor? İddialara açıklık getirmek için hiçbir adım atmadığı halde, iddialara inananları ya da iddiaların dillendirildiği sosyal medya mecrasını sorumlu tutuyor.

        Aynı şekilde, ekonomik krizi de "Pandemi yüzünden, pandemi bitince kriz de bitecek" parantezine alıyor iktidar. Bu konuda ekonomi yönetiminde sorun olduğunu kabullenme yerine beş zincir market sahibini sorumlu tutuyor.

        Enflasyon için faiz lobisini, faiz lobisi üzerinden normalde özerk olması gereken Merkez Bankası'nın suçlanıp başkanlarının birbiri ardına istifa etmek zorunda kalışını ise zaten biliyoruz.

        Sonuncusu herhalde ‘geçimli olma’ adına faiz indirmeyi kabul etti. Sonuç 9’a doğru koşan dolar olduğu gibi 1 puanlık faiz indirimi de hiçbir gerçekçi fayda sağlamadı. Sadece Merkez Bankası Başkanı sorunun kendisine doğru ihraç edilmesini önlemiş, makamını korumuş oldu. Millet Anadolu’daki bir tabirle, çok afedersiniz yokluktan sidiği ile taharetlenecek duruma düşmüş ama sorun yok, büyüyoruz, her şey yolunda, her şey harika, hayalleri yak, evi ısıt.

        Yurt bulamayan, el yakan kiralar yüzünden evlere de yaklaşamayan ve bal gibi açık ve net bir barınma sorunu yaşayan öğrencilerin durumu da iktidara göre ‘yalan’. Onlar öğrenci değil, ‘Gezici’ ve ortada yurt sorunu yok, asıl sorun yurt sorunu var diyerek moral bozanlar.

        Doların ilk dramatik yükselişinde hadi Trump’ın attığı o malum tivit etkili olmuştu. O zaman neden iktidar çevreleri Trump yeniden başkan seçilsin diye canlarını dişlerine takmışlardı, seçilemedi diye karalar bağlamışlardı, rasyonel bir izahı yok, ama anlaşıldı ki şöyle duygusal bir izah var: Trump dengesizdi, küfürbazdı, devlet başkanımıza ‘aptal olma’ gibi ifadeler kullanıyordu falan ama randevu istendiğinde de veriyordu.

        Bakın bu çok önemli. Çünkü yeni başkan vermiyor.

        Dolayısıyla “Biden’dan soğuyorum, o halde Putin” yoluna revan olunacağı sinyalleri hem de hiç gecikmeden; daha ABD’den dönüş yolunda verilebildi.

        Oysa daha kısa bir süre önce iyi ki Biden’ın Ermeni soykırımını tanıma açıklaması gündeme gelmedi diye dua ediliyor, dahası Kabil havalimanını ABD’nin de çıkarları lehine olacak şekilde korunması işine gönüllü olunuyordu.

        Sanki bir yerlerde “Bir kusur olabilir ama o asla bizim kusurumuz değildir; bir çelişki olabilir ama o asla bizim çelişkimiz değildir” şeklinde yazılı olmayan bir kural var. Sanki bir yerlerde “İthamları inkar etme konusunda yeterince istikrarlı olursanız hepsi unutulur” şeklinde yazılı olmayan bir kural daha var.

        ÖZGÜVENİN KAYNAĞI HALK DESTEĞİ İSE…

        Aklıma 17-25 Aralık sürecinde yapılan bir sokak röportajı geliyor.

        55-60 yaşlarında ben diyeyim tayyörlü siz deyin döpiyesli, saçları orta yaşlı Türk kadının kaçınılmaz tercihi olan fındık kabuğu rengine boyanmış bir hanımı durduruyor muhabir. Yolsuzluk iddiaları hakkında fikrini soruyor. Kadın "İnanmıyorum" cevabını verince de, “Ama bakın, önemli kurumlar teknik inceleme yaptı, ses kayıtları gerçek” ifadesini kullanıyor. Kadının verdiği cevap ilginç: “Gerçek bile olsa inanmıyorum.”

        Bu anekdotun önemi şu: O günlerde, sokaktaki herhangi bir vatandaşın “Akp aleyhindeki iddialar doğru bile olsa AK Parti’nin yanındayım” mealinde iktidara sınırsız destek vermesine neden olan iki şey vardı. 1) Operasyonları yapan ve o günlerde Paralel Devlet Yapılanması adıyla anılan grup, sıradan halk nezdinde de müphem, sevimsiz, gücünü tam olarak nereden aldığı belli olmayan tekinsiz bir yapı olarak görülmeye başlamıştı. İnsanlar PDY’ye yol verilirse bugünkü adı FETÖ olan yapının mutlak ama görünmez dolayısıyla sınanamaz egemenliği tarafından teslim alınma korkusu yaşadı. 2) Pek çok kişi için ise durum bu kadar sofistike bile değildi. Sebep 2013’ün son aylarında ve 2014’te ekonomin gayet yolunda olmasıydı. Doların en yüksek alış fiyatı 2,367 idi.

        Doların, avronun yükselişinden sadece maaşını dövizle alanların etkilenmediğini ise bugün ilkokul çocuğu bile biliyor.

        Yüksek kur yüksek elektrik faturası, yüksek doğalgaz faturası, imalatçı için yüksek fiyatlı ithal ürün girdisi demek, hayvancılık yapan için çiftçi için veterinerinden elektriğine ilacına gübresine yemine mazotuna kadar artan maliyetle baş edememek, vergiyle icrayla uğraşmak demek, kısaca üretici için de küçük esnaf için de dükkanı kapatmak, ekim yapmamak, hayvanları elden çıkarmak demek. Memur, öğretmen, mühendis için bu artık tatile çıkamamak, haftada bir günü bırakın ayda bir kez bile et yiyememek demek. Çocuğun eskiyen okul çantasını yenisiyle değiştirememek demek.

        Dolayısıyla bugün halktaki psikoloji 2013-2014 ‘deki gibi değil. Tam tersi.

        "Gerçek bile olsa inanmıyorum"dan, "Gerçek olmasa da inanıyorum" noktasına gelindi.

        Hiç kuşkusuz çarpıcı bir dönüşüm...

        Durum böyle olunca sınırsız sorumsuzluk tavrının, "Herkes suçlu ben hariç" tutumunun; siyaseti sorumluluk almama hep başkasını suçlama sanatına dönüştürme formülünün işlemeyeceği ortada. Dolayısıyla bu özgüvenin kaynağı da teşrihe muhtaç bir müphemlik taşıyor.

        Diğer Yazılar