Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Ekonomi ile ilgili zorluklar hepimizi sınıyor.

        Bize sunulan şey, yani yüksek kur düşük faiz yöntemi; üretim yaptığı alanlarda sanayiden tarıma kadar ithalat bağımlılığı olmayan bir ülkede ihracat rakamlarını yükseltip döviz bolluğunun da giderek enflasyonu düşürdüğü bir noktaya evrilerek olumlu bir yere varabilirdi. Ama Türkiye’de işlemesi zor bir formül.

        Yemi ithal ediyorsun, dolara bağlı… Mazot, elektrik kısaca tarım ve hayvancılık yapmak için bile birçok kalemde ithal ürüne bağımlısın ve dolar yükseldiğinde ithal girdi maliyetleri de yükseliyor, ‘üretmek’ zorlaşıyor.

        Yüksek kurun nasıl bir çıkışsızlık yarattığını yeni de değil üç yıl önce, dolar 14 sınırına dayanmadan çok önce, sadece tek bir sektör üzerinden anlatmıştım.

        Linki şuraya bırakayım.

        Ancak giderek aslında sadece bir ekonomik formülü konuşmadığımız ortaya çıkıyor. Bu aslında devlet ve toplum ilişkisini yeniden düzenleyen ve aşağdakini daha aşağı itip, yukarıdakini daha da yıkarı çeken yeni resmi ideolojinin son halkası.

        Devleti oluşturan ‘unsurların’ bir karar verdiği net. Kendilerine 'neo ittihatçı' diyebileceğimiz çevre ve isimlerden gelen açıklamalardan sonra MGK bildirisinin de uygulanan yeni ekonomik modele kalkan olması, başka şeylerin habercisi. Ekonominin siyasetin alanından çıkarılarak ‘güvenlik’ sorunu olarak ele alınacağı söyleniyor bizlere.

        Cumhurbaşkanı’nın ‘kurtuluş savaşı’ ifadesini kullanması da boşuna değildi. Kurtuluş savaşı, refah ve kalkınma yolunda küresel güçlerle mücadele etmeyi yeni resmi ideolojinin parçası haline getirmenin yolu olarak seçilmiş bir ifade.

        Dini hükümlerin, ‘nasların’ vs işin içine girmesi de bundan…

        Hepsi dış politika eliyle savaş ekonomisine bağlanmış ve savaş ekonomisinin getirdiği riskleri üstlenmeye hazır, içerde ise söz konusu riskleri milliyetçi ve dini ‘enstrümanlarla’ püskürtmeye hazır bir söylem-eylem birliği oluşturmak için.

        "Tencerede et yerine taş kaynamaya başlarsa bunlar ne kadar süre işe yarar" diyeceksiniz.

        "İşe yaramasa ne olacak" diyeceğim ben de. Hangi demokratik ve hukuki mekanizmayı çalıştırarak itiraz edeceksiniz misal?

        Kaldı ki, sorunun cevabı rejim blokunun diğer unsurlarının gözünde belli. "Güçlendirilmiş parlamenter modeli getireceğiz" diyen muhalefeti hiç değilse bir dönem daha, başka uygun bir ‘otoriter lider’ bulana dek püskürtmeye yetecek kadar. Bu şimdilik işlerini görür.

        Onlar kim? İş ne? Anlatalım.

        KİMDİR BU ‘İKTİDAR KOALİSYONU' YA DA NAMI DİĞER REJİM BLOKU?

        Birkaç yıldır her vesileyle yazılarımda ‘iktidar koalisyonu’, ‘rejim bloku’ gibi ifadeler kulanıyorum. Bu ifadenin üzerinde durma nedenim kabaca “Elbette Erdoğan çok güçlü, ama iktidar Erdoğan’dan ibaret değil” kabulüne dayanıyor. Yeni de değil, devletin, toplumun, hukuk ve demokrasi standartlarının "Ama bu ülke bir darbe teşebbüsüne uğradı" mazeretiyle açıklanamayacak kadar büyük bir değişime uğradığını fark ettiğim 2017’den beri lafı açıldıkça yeri geldikçe bu ifadeyi kullandım.

        Rejim bloku ya da iktidar koalisyonu dediğim yapıyı biraz daha açayım.

        Onlar eski Türkiye’de ‘devlet iktidarı’na sahip olan, Erdoğan’ın halk nezdindeki muteberliği karşısında ‘siyasi iktidarla’ uğraşmak yerine ‘uzlaşmayı’ seçen ama karşılığında yüksek bir fiyat talep ederek iç ve dış politikayla ilgili ajandalarını Erdoğan üzerinden temize çeken milliyetçi ve ulusalcı eski Türkiye bürokratik elitleri. Sivil-askeri bürokrasinin emeklileri. Halen sivil askeri önemli kurumlarda ‘muvazzaf’ olanlar.

        Eski Türkiye’nin silahlı külahlı çeteli adamları.

        Türkiye’nin imkan ve fırsat bolluğunu kullanarak eklemlenen oklokrasi lümpeni zenginleri. Devlete hükümet edenler eliyle oluşturulmuş oligarklar; yani burjuva olmayan, zenginliklerini devletle sürdürdükleri bağımlılık ilişkisi üzerinden edinmiş imtiyazlılar.

        Saraydan gelen iki talimatın arasını kendi öz iradeleriyle "Zamanın ruhuna uygun" iddianamelerle dolduran yahut tam tersine doldurması gereken yerleri havaya bakıp ıslık çalarak boş bırakan savcılar. Silivri soğuk, sürgün hoş değil tedirginliğini saklamak için aynı ruha ayak uyduran hakimler.

        Bugün iktidar koalisyonu ya da rejim bloku dendiğinde böyle geniş çok unsurlu bir yelpazeyi kastediyoruz.

        "ÖP VE PAYLAŞ" FORMÜLÜ

        Ne oldu da devletin açık koridorlarında ve gizli dehlizlerinde hükmedenler siyasal iktidarla ittifak etti?

        Yıllarca halkın oyunu alarak yönetmeye gelmiş siyasal partiler üzerinde vesayet kurmaya çalışarak ve büyük ölçüde de kurarak dümende kalmaya çalıştılar ama hem fazla emeğe hem fazla zamana mal oluyordu, darbe yapmak her bakımdan maliyetliydi ve sonuçları halkta oluşan dirence tosladığı için sürdürülebilir olmuyordu. “Cumhurbaşkanlığı hükümet modelini doğuran şartlarda (15 Temmuz darbe girişimi) iyi bir fırsat gördüler: Biz halkı ikna edemiyoruz, rıza üretemiyoruz, ama halk bu adam için tankın önüne çıkıp kurşun yiyor, halkın sevdiği adamı ikna edelim, ittifak edelim, bizim işimizi o yapsın.”

        Erdoğan’ın bir parça normallik bir parça demokratik atmosfer tattırdığı kesimler o imkanları Gezi eylemleri, 17-25 Aralık, çözüm sürecini sokaklara mayın döşemek için kullanma gibi ‘güzelliklere(!)’ tahvil ettikleri için, uzlaşı zemini açısından gereken ‘halet-i ruhiye’ uygundu, 15 Temmuz ise zaten tuz biber oldu. Sonuç: Eski devlet elitleri ile yenileri el ele verip, bağımsız Türkiye gibi sloganlarla özgürlüklere, kendileri gibi düşünmeyenlere tolerans tanımayan, despotik yanı ağır basan bir yönetim biçimi yarattılar.

        Paratoner rolü ise Erdoğan’a düştü. Ama asıl önemlisi formül tuttu.

        Dışarda emperyal projeler adım adım gerçekleştirilirken, içerde ‘lider’ etrafında yek vücut olmuş, hukuk demokrasi gibi kavramlara neredeyse düşman ettirilerek koşulsuz itaat mooduna kurulmuş çoğunluk eliyle ‘kolayca yönetmek’ imkan dahilindeydi artık.

        Yeni ekonomi modeliyle son rötuşlar da tamam oluyor. Çünkü fakirlik de bu kolaylığın bir parçası.

        YENİ RESMİ İDEOLOJİNİN APARATÇİĞİ OLARAK: FAKİRLİK EDEBİYATI

        O kadar ki bu yolda Mercedes'ine çakar taktırıp binlerce dolarlık atkılarıyla poz veren adamların vefatının hemen ardından fileyle pazara giden Sezai Karakoç'un fotoğraflarını paylaşmak için yarıştığını gördük. Şairin mütevazılığını fakirlik övmek için kullandılar. “Gerekirse soğan ekmek yeriz” diskurlarıyla sadece ihracat yapanların ve turizmcilerin ‘çok zengin olacağı’, orta sınıfın eriyeceği ve alt sınıfın ise uzun vadede saati 1 dolara her işte çalışabilir duruma geleceği bir modele gitmek için elverişli bir fırsattı çünkü.

        Böylece ülke ucuz iş gücü ile nihayet ‘yatırım’ da çekebilecekti hem.

        Ama yanlış anlaşılmasın. Maalesef Türkiye artık gelişmiş liberal demokrasilerle aynı ligde değil.

        Batı da eski Batı değil. İçerde büyüyen sorunlarına ağırlık veren, Ortadoğu'da çalışabileceği ılımlı İslam müttefiki arama hevesi kalmamış, Çin'e ağırlık verip Türkiye'ye de 'mültecileri tutuyor' diye idare eden bir Batı var. Türkiye'ye “Hukuk var mı, demokrasi var mı, tahkim var mı” diye aranıp taranan rafine Batılı sermaye gelmez artık, ama ‘uygunsuz’ sermaye pekala gelir. “Ben de anlarım ahbap çavuş ilişkisiyle iş yürütmeyi, sarayda bir adamım da var, oh” diyen sermaye gelir. Gelsin de nasıl gelirse gelsin dediğiniz için, denetleyemezsiniz, hesap soramazsınız.

        Bu noktada, yapılacak asgari ücret artışının seçim endeksli olduğunu, derde deva olmayacağını da hatırlatalım. İşin doğrusu asgari ücret ister 4 bin TL olsun, isterseniz 5 bin TL. Bu rakamlar açılan gedikleri kısa vadede tıkar, orta vadede erir gider.

        Uzun vadede fakir ve siyasete kulak kabartamayacak kadar yorgun, demokratik haklarla ilgili talepte bulunamayacak kadar sindirilmiş olacağız. Bunun iktidar koalisyonu açısından elverişli yanı şu olacak: Zengini devletsiz iş yapamayan, fakiri kolunu kaldıramayacak kadar yorgun olan orta sınıfı erimiş bir toplum kolay yönetilir.

        Görünen köy kılavız istemez. Tablo bu ve buna rağmen, Erdoğan’ın pelerini arkasındaki rejim unsurları, ekonomideki darboğazı devletin otoriterlik düzeyini arttırmak için kullanmayı kabul edilebilir buluyorlar. Bu ağır koşullara ve maliyetllere rağmen parlamenter modele geçmeyi de düşünmüyorlar.

        Erdoğan güçlü olmasına rağmen tek başına iktidar değil. Dolayısıyla parlamenter modele geçme yönündeki tek engel de Erdoğan değil.

        Millet İttifakı partileri durumun farkında mı?

        Seçenekler nelerdir, onları da yarın yazacağım. Nasipse.

        Diğer Yazılar