Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Her gün başka bir alem artık Türkiye’de.

        O kadar çok şey oluyor ki insan katatoniye giriyor.

        En son Enes Kara’nın karanlığa yürümesi bıçak gibi kesti kalpleri.

        İnancını, yaşama enerjisini ve geleceğe ilişkin tüm umutlarını aynı anda yitirince, anlaşılamadığını ve yalnız kaldığını da hissettiği için belli ki, kaldığı cemaat evindeki baskılar bardağı taşıran son damla olmuş Enes için. Benim gördüğüm bu.

        “19 yaşımı böyle hayal etmemiştim” cümlesi çok hazin.

        Geçen katıldığım Serap Belet’in yayınında Hasan Öztürk kendisini en çok etkileyen cümlenin bu olduğunu ifade etti. Haklı.

        Ama benim için daha vurucu olan Enes’in geleceğe güveninin kalmadığını, hiç sevmeden okuduğu Tıp Fakültesi gibi ağır bir okulu, hiç sevmeden yapılamayacak kadar sert olan doktorluk mesleğini, muhtemelen çok olumsuz koşullarda icra edeceğini bilmenin verdiği bıkkınlığı, hüznü aktardığı o satırlardı. O kadar haklıydı ki.

        Daha geçtiğimiz günlerde hastası Bayram Nargüler’in bıçaklı saldırısına uğrayıp taburcu olduktan sonra çalıştığı hastanede güvenlik önlemlerinin arttırılmadığını gören doktor Ertan İskender’in istifa kararıyla ilgili haberi okuduk mesela…

        Daha Aralık ayının sonlarında yazılı sınavdan 90 alıp mülakatta 53 verilerek elenen sözleşmeli öğretmen adaylarına yapılan tutum karşısında utandık mesela…

        Cemaat evindeki disiplin, namaza kaldırılıp ‘yok’ diyememek, ağır ağır kitaplardan alıntılarla sohbet dinlemek de yormuş olabilir Enes’i elbette. Ama özgürleşeceği günün geleceğine, nihayet kendi hayatını yaşayacağı günün yaklaştığına inanan kimse zorla namaza kaldırıldım diye hayatına son vermez.

        Daha oylumlu, birden çok sebebi olan bir trajedi bu.

        Genç iseniz, kendi isteğinizle değil, ebeveyn talebi ile bir bölüm okumaya zorlanmışsanız, yine aile tercihiyle istemediğiniz bir cemaat evinde kalıyorsanız, bunalmanız, çıkış yolu aramanız çok doğal. Kimseye sözünüzü dinletemiyorsanız inancınızı kaybetmeniz de mümkün. İnanç kaybolduğunda her şey anlamsız geleceği, hatta gelecek fikri bile önemini yitireceği için, hele yaşadığınız ülkeye, coğrafyaya da güveniniz kalmamışsa tükenmişlik sendromuna kapılmaya açık hale gelirsiniz.

        Ancak neden kimse "Enes ilaç kullanıyor muydu? Psikiyatriste gidiyor muydu?" diye sormuyor onu anlamıyorum. Çünkü yanlış ilaç ve kötü psikiyatrın insanı cemaat baskısından daha hızlı öldüreceği kesin.

        NERDEYSE SİVİL TOPLUMU KAMULAŞTIRMAYI ÖNERECEKLER

        Cemaatler ya da tarikatler bu ülkenin gerçeği.

        Yasaklayınca bunların hitap ettiği insan toplulukları ortadan kaybolmuyor. Cumhuriyet tarihinde yasaklandıkları da vâki, işe yaramadığı gibi bazılarındaki sekterliği daha arttırdı.

        Birçok kişi dini hayatı için başka mü’minlerin eşliğine ihtiyaç duyuyor.

        Manevi önderliğin yanı sıra dayanışma ve kardeşlik duygusu için de insanlar cemaatlere, tarikatlere intisab ediyor.

        Empatinin, saygı duymanın, hak vermenin sınırında ise gençler, kadınlar ve avantajsız durumda olanlar duruyor . Bu yapıların gönüllü olmayanların özgürlüğünü kısıtlayan, insanı öfkelendirecek kadar ciddi bir irade transferini dayatan boyutu da var.

        Devlete karşı nasıl sivil toplum savunuluyorsa, sivil toplumun bir bölümünü kendisi için ayıran dini örgütlenmelere karşı da bireyin gözetilmesi lüzum ediyor.

        İş ki bu gözetim günün sonunda sivil toplumu ‘kamulaştırmaya’ varmasın. Kapatalım, kıralım dökelimci tayfa neredeyse bunu öneriyor.

        Enes’in ailesine "Ehliyeti ellerinden alınsın" yollu sert ifadelerle yüklenilmesini doğru bulmuyorum.

        Kuran kurslarına ‘orta çağ’ ifadeleriyle yürüyenlerin din ve vicdan hürriyetini kabul ettiklerine inanmıyorum.

        Seküler ailelerin de çocukları intihar edebiliyor arkadaşlar.

        Seküler aileler de "Ben Menzil’e katılacağım" diyen bir evlatları olduğunda buna sıcak bakmıyor.

        Cem Gariboğlu, Münevver Karabulut’u vahşice öldürdüğünde kimsenin aklına "Bu seküler eğitim düzeni işte gençleri sadist katil yapıyor" diye düşünmek geldi mi? Geldiyse bile dile dökülmemiştir. Nasıl oluyor da bir gencin intiharıyla cemaatler tarikatler lağvedilsin gibi yaftalar asılabiliyor?

        Tamam iktidar bloku dini ucuzlattı da, bazılarının kafasındaki din algısı hiçbir zaman ‘qualified’ olmadı, o yüzden numara yapmayalım.

        BABALAR, ANNELER, EYYY AİLELER….

        Gelgelelim, Enes bugünden sonra mütedeyyin çevrelerin yatıp kalkıp konuştuğu bir kişi olmalıdır.

        Dini örgütlenmelerin de, ailelerin de gençlerle iletişim kuramadıkları gerçeğinin sembolü olmuştur bu trajedi.

        Pedagoji ve psikoloji neden bu yapıların semtine uğramıyor tartışılmalı.

        Ailelere de nasihatlerim olacak…

        Mütedeyyin anneler babalar zannediyor ki, biz bu eserleri okuyarak, şu yollardan geçerek iyi Müslümanlar olduk. Çocuklarımız da olur.

        80’li hatta 90’lı yıllarda gençler, ergenler ebeveynlerinin tahakkümlerinden sıkılsa bunalsa da onların yolunu seçebiliyordu. Çünkü ebeveyn hala rol modeldi.

        Şimdi ise gençler babalarının tüm tecrübesinin üç YouTube videosuna sığabildiğini düşünüyor.

        ÇOCUĞUNUZU İTİBARINIZDAN DAHA FAZLA SEVİN

        Ey aileler, akıllı telefondan sonra, ergenler ve gençler için siz rol model değilsiniz, bunu anlayın ve başarısız olduğunuzu düşündüğünüzde tahakkümün ve müdahalenin dozunu arttırarak bir yere varabileceğiniz düşüncesinden vazgeçin.

        Biliyorum, çocuğunuzun sizinle aynı hayat tarzını aynı inancı taşıması sizin itibarınızın bir parçası. Kendiniz gibi bir çocuk yetiştiremezseniz çevreniz nazarında ‘başarısız’ sayılacaksınız ve gururunuz incinecek.

        Lütfen ‘başarı’ ve ‘gurur’ kavramlarının aslında gayet dünyevi olduğunu düşünür müsünüz?

        Lütfen kadere biraz inanır mısınız?

        Lütfen çocuğunuzun imanının da sizin ve onun imtihanının bir parçası olduğunu akleder misiniz?

        Lütfen felsefe ile yürüyen, "Neden dünya var?", "Neden insan var?" soruları üzerinde düşünen ve günümüz Türkçesiyle yazılmış kitapların, videoların ve filmlerin iman kurtaracağını, gençlerin sıkıcılıktan ve karşılaştıkları yozluklarla din arasındaki bağ kuramamaktan inançsızlaştığını kavrar mısınız? Lütfen bunları yapan, yapmaya çalışan insanları "Dinden çıktı" diye yaftalamayı bırakır mısınız?

        Lütfen kandilleri, hıdrellezi, dini bayramları daha neşeli kutlamanın ahirete yatırım olacağını anlar mısınız?

        Lütfen pedagoji öğrenir misiniz?

        Lütfen işinizin artık daha zor olduğunu idrak eder misiniz?

        NOT: 1988 yılında şifreli olarak tuttuğum günlüğü bulabilirsem, bir cemaat evinde geçirdiğim 22 günlük yatılı Kuran kursu tecrübemi yazacağım. Linç reloading cancağızım.

        Diğer Yazılar