Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Cumhur İttifakı dış politikada o atılımdan bu açılıma seri bir tutarsızlık hatta bir hafıza sorununu andıracak denli kuvvetli, ilginç bir savrulma içinde.

        Mısır’ın darbeci başkanı Sisi ile gerçekleştirilen sıcak görüşmenin ne düşündürdüğünü zaten yazmıştım.

        Daha dumanı üzerindeyken, ‘ümmet’ daha Sisili bicili görüşmenin travma sonrası stres bozukluğunu üzerinden atamamışken akabinde bir de "Esad ile de görüşülebileceği", "Siyasette küslüğün dargınlığın olmayacağı" hükmü belirdi.

        Pardon, biz Türkiye’nin yaptığı bir tercih var zannetmiştik.

        2011 yılında barışçıl gösteri yapan insanların üzerine silah sıkan, Deraa’da duvara slogan yazan çocukları işkence ile öldüren ve ailelerine de “Siz düzgün çocuk yetiştiremiyorsunuz, bize karılarınızı gönderin biz nasıl çocuk yapılır size gösterelim” diye haber salan, kendi halkına karşı kimyasal gaz kullanan barbar bir rejime karşı Türkiye, Suriye halkının yanında durdu, bu da haliyle iki ülkenin arasını açtı diye düşünmüştük.

        Meğer hadise iki ülke liderinin arasında minnak bir dargınlık olmasıymış.

        Asabımızı toparlayıp şöyle devam edelim: Ya Cumhurbaşkanı “Esad’la barışılsın” cephesinin saçma sapan baskıları karşısında sahiden süngü düşürdü ya da sağ gösterip sol vurmayı planlıyor.

        Zira vicdana da akla mantığa da sığmıyor.

        Mesele küslük ve dargınlık zaviyesinde olsa zaten çoktan Türkiye-Suriye ilişkileri düzelmişti.

        Normal şartlarda kimse burnumuzun dibindeki bir ülke ile sorun yaşansın istemez. İstemiyor.

        “Beşşar Esad gibi önemli ve barışçıl bir aktör, Suriye’yi yeniden inşa eder, devlet-millet bütünlüğünü sağlarken Türkiye olarak olumsuz tutumumuzu gözden geçirmeliyiz” gibi bir cümle kurulabiliyor olsaydı mesela, ben de evet artık Esad ile görüşülmeli derdim.

        Oysa Esad diye bir aktör yok. Olsa tezgah sizin.

        Esad zannedilen şey, aslında Putin. Onunla da neredeyse altın günü sıklığında görüşülüyor.

        Esad diye bir aktör yok ama Beşşar Esad diye biri var, evet.

        “Esad ile acilen görüşülmeli” lobisine şunu soruyorduk, şimdi Cumhurbaşkanı’na da soralım:

        NEDEN VE HANGİ BAĞLAMDA GÖRÜŞECEKSİNİZ?

        1) Esad halkıyla savaşma iradesinden vaz mı geçiyor? O zaman neden İdlib’i yerle yeksan etmek istiyor? Yüz binlerce kadının ve çocuğun olduğu bir yerden bahsediyoruz.

        2) Esad topraklarının tamamını kontrol etmeyi başardı mı? Başardıysa Türkiye’nin neden haberi yok? Şam ve Lazkiye dışında sahiden Esad’ın tamamen kontrol ettiği bir yer midir Suriye? Esad’ın YPG’yi, PKK’yı durduracak gücü mü var zannediliyor?

        3) Esad Türkiye’ye ilişkin olumsuz bakış açısını düzeltti mi? Hayır, hatta siz görüşmek isteseniz bile onun ayak direme olaslığı var, ki kulisler de o yönde zaten.

        4) Esad 2015 tarihli 2254 sayılı BMGK kararına uydu mu ya da uymayı taahhüt ediyor mu?

        5) Esad Türkiye’deki mültecilerin geri dönmesi durumunda onlara insanca bir yaşam taahhüdü veriyor mu? Gaspettiği tarlalarını, bahçelerini ve evlerini geri iade etme sözü veriyor mu?

        Bu soruların cevabı evet ise neden karşı çıkılsın Esad’a?

        Ama bu soruların cevabı evet değilse, ne demeye görüşülecek Esad’la?

        PUTİN NE VADETMİŞ OLURSA OLSUN, DEĞMEZ

        Şu an Türkiye’nin Esad’la görüşmek için hiçbir rasyonel gerekçesi yok.

        Böyle bir adım tek bir şeye yarar sadece.

        İran rejimine manevi destek vermeye.

        Esad’ı ayakta tutmak için olağanüstü yatırım yapan ve bu yolda olağanüstü ölçekte fedakarlık yapan ve şimdi merkezinde kadınların olduğu bir direnç hareketiyle iyiden iyiye sarsılmış olan İran’ın molla rejimine.

        İran’ın rejimi kendi istekleri dışında tesettüre girmeye, başlarını örtmeye zorlanan ve şiddet gören hayatını kaybeden kadınların gayreti sayesinde iyiden iyiye zorlanıyor bugün.

        Rejim de her otoriter düzende olduğu gibi “Bütün bunlar bize Amerika’nın oyunu” cambazlığına soyunarak savunuyor kendisini.

        Çünkü İran halkı milliyetçi. Rejim de halkının milliyetçiliğine oynayarak, göstericileri dış güçlerin tuzağına düşünen gafiller olarak lanse etmek üzerinden bir savunma hattı kuruyor.

        Ama işe yaramıyor.

        En son, büyük bir olay oldu biliyorsunuz: İran Milli Futbol Takımı oyuncuları, FIFA Dünya Kupası'nda oynadıkları maç öncesi düzenlenen seromonide, ülkede devam eden protestolara destek amacıyla milli marşı okumadı!

        İran’da muhalefet gibi muhalefet olduğunu gösteren, özgürlükçü taleplerin nihayet ağır bastığını gösteren enfes bir hareketti.

        Tüm bunlar olurken…

        Erdoğan’ın Beşşar Esad ile vereceği tek karelik bir fotoğraf, İran rejimine verilmiş kallavi bir hediye olacak.

        Rejime “Bakın Türkiye de sonunda gerçeği gördü, diz çöktü” deme ve "Bakın haklı çıktık” teması üzerinden insanların milli duygularını pekiştirme fırsatı verecek.

        Söylemeye gerek var mı bilmem. İran rejimi böyle bir hediyeye layık değil.

        Suriye’de ölenler, yaralananlar, sakat kalanlar, evini barkını terk etmek zorunda kalan, Yunanistan’a giderken botları şişlenip boğulan Suriyeliler; bir diktatör koltuğunda oturmaya devam edecek diye iç savaşa sahne olan, destabilize olan, parçalanan Suriye yüzünden bedel ödemiş bu ülkenin insanları, Türkler ve Kürtler böyle bir sonu hak etmiyor.

        Putin ne vadetmiş olursa olsun, buna değmez.

        Yapmayın.

        Diğer Yazılar