Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        CHP 3 Aralık vizyon belgesini açıklamak için büyük bir toplantı organize ediyor. Gözler haliyle CHP’nin cumhuriyetin ikinci yüzyılına girecek olan Türkiye hakkında nasıl bir gelecek tasavvuruna sahip olduğu konusuna dikilmiş durumda.

        Kemal Kılıçdaroğlu, 29 Kasım’da partisinin grup toplantısında bütün CHP'li vekilleri, belediye başkanlarını ve yurttaşları 3 Aralık'ta gerçekleştirecekleri vizyon toplantısına davet ederken sadece iktidara değil dünyaya da meydan okumuş ve şunları söylemişti: “Sizi İstanbul'a davet ederken dünyaya da seslenmek isterim. İnsanımız senin ucuz iş gücün değildir. Ülkemiz senin mülteci kampın değildir. Toprağımız senin çöp depolama alanın değildir. Mahallelerimiz senin uyuşturucu baronlarının fink attığı bataklıklar değildir. Bu karanlığa asla mahkum değiliz, mecbur da değiliz. Dünyaya seslenip şunu söyleyeceğiz, ey dünya diyeceğiz seninle rekabet etmeye geliyoruz; teknolojide, sanayide, eğitimde, insan haklarında, kadın haklarında, demokraside, hayvan haklarında, özgürlüklerde, çevrecilikte iyi olan her şeyde rekabet etmeye geliyoruz. Ey dünya sana da sesleniyorum, sen de 3 Aralık'ı bekle.”

        3 Aralık’taki vizyon belgesi toplantısının Kılıçdaroğlu’nun yurtdışı gezilerini eleştirenlere yanıt olarak kurgulandığı, Türkiye’nin ‘temiz yatırım’ çekme potansiyelleri ve ‘eleştirilen’ yurt dışı seyahatlerinde alınmış taahhütlerin sahne aldığı bir zemin olacağı biliniyor.

        Yani, vizyon belgesinde ağırlık ekonomi ve teknolojide olacak. Yatırım ve istihdamın teşvik edileceği, “yüksek teknolojiye dayalı” bir kalkınma modelinin ekonomi 5.0 adıyla takdim edileceği de konuşulanlar arasında.

        Organizasyonu İPA (İstanbul Planlama Ajansı) yapıyor.

        2019 yerel seçimlerinde başarı kaydetmiş belediyelerin başkanlarının ama pek tabii özellikle İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyesi başkanlarının bu toplantıya özel olarak davet edildikleri söyleniyor. Ki nedeni tahmin edileceği üzere cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kim ortak aday olacak tartışmasında sıkça isimlerinin geçmesi.

        Zira CHP böyle iddialı bir toplantıya "İçerisi kaynıyor galiba" görüntüsü veren bazı tatsız polemikler ve ithamlar eşliğinde gidiyor.

        OdaTV’de yayınlanan Hürrem Elmas isimli bir profilin kaleme aldığı Ekrem İmamoğlu-Canan Kaftancıoğlu kavgası iddiası ve o iddiada geçen ifadelerin gölgesinden ve havada yaptığı ağırlıktan bahsediyorum.

        Sağlam bir kaynaktan edindiğim bilgiye göre, Ekrem İmamoğlu bu toplantının arka planında Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşerek İstanbul İl Başkanlığı konusunu masaya yatıracak. Buna özetle eteğindeki taşları dökecek de diyebiliriz.

        Umarım açık açık her şeyi konuşurlar ve muhalefet kamuoyunun üzerindeki stres de biraz azalır.

        Zira CHP’de olanlar, sadece CHP’yi etkilemiyor artık, altılı masanın tümünü etkiliyor.

        Artık öyle.

        RIZA LOKMASI

        Ancak maalesef bu ülkede profesyonelliğin asıl diyeceğini diyemeyenlerin kendileri için vekaleten savaşan psikolojik harp ajanları kullanmasından ibaret olduğunu zannetmesi gibi yaygın bir davranış biçimi var.

        Bu o kadar yaygın ve o kadar ciddi bir ön kabule dönüşmüş durumda ki, bazen işler öyle olmasa bile, muhatap öyle olduğunu zannederek mevzi belirlemek zorunda kalabiliyor ve vaktini-enerjisini süngülerini bileylemek için heba edebiliyor.

        Siyaset de bu yaygın önkabulden azade değil, siyaset profesyonelleri de.

        Şu an öyle bir vasattayız ki özellikle işi politika olanlar ya da işlerinin bir ucu patronlarının, amirlerinin siyasetteki konumlanışlarının ucuna takılı olanlar, menfaatlerine göre değişen psikolojilerinin gölgesinde okuma yapıyor, sonra o okumayı genelleştirerek partilere, siyasetçilere, analistlere hatta gazetecilere değerli ya da değersiz roller dağıtmak için, listeler yapıp etiketlemek için kullanabiliyorlar.

        Şu an öyle gergin bir iklimdeyiz ki, insanlarda da kurumlarda da alışılegeldik teamüller rafa kalkmış durumda. Herkes ayrı bir ‘şahsım’ devleti adeta; denge gözeteyim derken dili 8 rakamına dönmüş insanların çıldırıp hayatta nerede olduklarını unutarak kendilerini aya doğru ulurken bulmalarına sıkça şahit oluyoruz.

        Bunun bir sebebi ekonomi ise diğer sebebi gelecek kaygısı. Siyasi belirsizlik ve güvensizliğin getirdiği stres.

        Bu streste en büyük ayak izi iktidara ait. Ancak muhalefetten de son zamanlarda hatırı sayılır katkılar oldu.

        “Kazanacak aday” meselesi bu strese yük bindirdi mesela. Muhalefetin lehine mi oldu, aleyhine mi? sorusunun cevabı çok açık. Bu mesele çıktığından beri altılı masanın güven verme paritesi düştü.

        Madem her şey mecazlarla, arka kapılardan dolaşarak ve vekalet savaşçıları ile ifade ediliyor. Eh benim vekilim de kelimelerim.

        O halde şöyle örnekleyeyim:

        Adamın biri tarlayı sürmüş, buğdayı ekmiş, sulamış, hasadı yapmış, ayıklamış, işleyip bulgura dönüştürmüş, sofrayı kurmuş, konukları masaya davet etmiş ama birileri kalkıyor diyor ki “Ama sen pilav yapamazsın, yapsan da yiyemezsin, camide sağ tarafta duranlar iyi pilav yapar, dur öbürü yapsın hatta diğeri de yapabilir, yeter ki sen yapma.”

        Öbürü de "Aa evet yaparım galiba, evet ben yapayım, çekilir misin lütfen" demek istiyormuş gibi bir hal ve eda içine giriyor. Ya da pozisyon alanların alkışları nedeniyle öyle ‘görünüyor’.

        Oysa bu tercihin ya da algının, siyasette de etik felsefesinde de, gelenekte de, modernlikte de, profesyonel iş ilişkisinde de yeri yok. Olamaz.

        Ancak, o adam sahiden daha iyi pilav yapıyor olabilir, hatta insanlarda bıraktığı "Bu adam harika pilav yapar" algısı yaptığı ya da yapacağı pilavdan çok daha güçlü olabilir ve kuşkusuz bütün bunlar da avantajdır ve kişinin yetenekli olduğunu gösterir.

        Buğdayı eken, hasadı yapan, işin esasında zaten kendi mahsullerinden biri olan o yetenek sahibine değerli bir aktör olduğunu, bir geleceği olduğunu açıkça hissettirmelidir diye düşünüyorum.

        Ama "Ben pilavı daha iyi yaparım" diyen de sahiden bunu diyorsa ve iddialı ise eğer, buğdayı eken, biçen, işleyen sofrayı- masayı kuran kişinin rızası olmadan mutfağa giremeyeceğini bilmelidir diye de düşünüyorum.

        ‘Profesyonellik’ ilkinin şefkatli, ikincinin sadakatli davranmasıdır.

        Kabalaşmadan karşılıklı beklentileri yönetebilmektir.

        Ama her şeyden önce konuşmaktır. Açık açık.

        Ki ülkemizde en zor yapılan şey.

        Diğer Yazılar