Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sayıları çok fazla değil, rakamsal olarak oy oranı belki yüzde 10’u bile bulmaz. Ama İslamcılar muhafazakâr bir siyasi partiyle daha fazla temsil edileceklerini, politika üzerinde etkili olabileceklerini hesapladı 2002’de. Nitekim epey bir süre etkili de oldular.

        Özellikle dış politikada Türkiye’nin Batı’ya sırtını dönen, İsrail ve ABD’yi karşısına alan tercihlerde davanın etkisi yadsınamayacak ölçüde büyüktü. Neo-Osmanlı politikaları, dünya gerçekleri ve dinamiklerinden kopuk bir gelecek tasavvuru epey bir süre meşgul etti Türkiye’yi.

        Ama 2002’den bu yana pek çok şey değişti; başta da Erdoğan ve çevresindeki ekip.

        2002’de alternatif bir siyasi parti kurma amacıyla yola çıktıklarında Erdoğan ve arkadaşları bir koalisyona mecburdu. Özellikle birbirinden apayrı değerleri olan muhafazakâr çevreleri tek bir çatı altında toplayacak bir bütünlük amacıyla yola çıkıldı.

        Bugünlerde, üzerinden epey bir zaman geçtikten sonra koalisyonun çatırdamaya başladığı havası oluşuyor.

        Halbuki ortada bir çatırdama yok, alternatif olarak başlayan bir hareketin merkeze yerleştikten sonra doğal gelişiminin sonucu yaşanan.

        Erdoğan’ın geri çekildiği 7 Haziran seçimlerinde hareketi bir arada tutan tek tutkalın o olduğu kesinleşmişti. Bu aynı zamanda Erdoğan’a, yoluna kendi ekibiyle, kendi inandığı ve pazarlık unsuru yapmak zorunda kalmayacağı politikalarla ilerleme fırsatı da kurdu. Bana kalırsa bir rahatlama fırsatıydı da bu, edindiği özgüven ve kendisinin ne kadar önemli olduğunun tescillenmesi elini rahatlattı.

        YENİ BEYİN TAKIMI

        Şimdi Erdoğan’ın çevresinde etkili olan figürler 2002’de yoktu, ama artık önemli görevlerdeler ve kendilerini kanıtladılar. Cumhurbaşkanı’nın başta Berat Albayrak ve İbrahim Kalın olmak üzere beyin takımının önemli bir özelliği var. Bu isimler muhafazakâr bir siyasi gelenekten gelseler de Batı eğitimiyle yetiştiler, davayı sahiplenen eski kuşakların hayalci siyasi hedeflerinin aksine dünya dinamiklerinin farkında olan, Türkiye’nin yıllarca müttefiki olmuş ülkelerle arasının bozulmasını istemeyen gerçekçi stratejistler. Kabaca özetlersem, evet, Türkiye artık İsrail’le savaşın eşiğine gelmek istemiyor.

        Erdoğan yıllar önce periferideki bir siyasetçiydi, şimdi ise merkezi ve devlet geleneğini temsil ediyor ve bu yön eski dava arkadaşlarını, İslamcı denen kesimlerin canını sıkabilir. Ama son uçak konuşmasında da görüldüğü üzere “Tekkeye mürit aramıyor”, yeni ekiple profesyonel siyaset yapılacak. Erdoğan’ın bu kadar yakınında yıllarca yer alan Akif Beki’nin bu sözleri, “Tetikçilere çaktı, dava arkadaşlarına sahip çıktı” diye yanlış yorumlamasını hayretler içinde takip ettim. Bütün geçişlerde olduğu gibi sancılı olmaması imkânsız, zaten bu yüzden de şimdi epey gürültü kopuyor.

        Ancak dünyanın dayattığı bazı gerçekler de kaçınılmaz. ABD’yi Donald Trump önderliğinde aşırı sağcı bir ekip yönetiyor, Avrupa’da aşırı sağ yükseliyor. Sınırımızdaki IŞİD tehlikesi dünyanın ortak dertlerinden biri ve Türkiye’nin muhafazakâr ama modern bir Müslüman ülke olarak yeni dünya düzeninde alacağı rol çok önemli. Esen global rüzgârlara karşı bilindik dava ezberleriyle var olmak olanaksız. Türkiye, taşların yeni dizildiği dünyada Batı’nın yanında yer alarak akla yatkın tercihi yapıyor.

        HAYATIMIZDAKI HAYALETLER

        Miami'ye geleceğimi haber vermek için mesaj attım Snapchat’ten. İki sene önce Soho Beach House’ta tanıştığımızda arkadaş olduk. Dünyanın en güzel gülümsemesine sahip, bu yeryüzünde adeta bir melek olarak dolaşıyordu.

        İnsanın hayatını güzelleştiren insanlar vardır ya, bir kere selam verseler bütün gününüz öyle geçer. Kemar Francis böyle bir gençti. Sadece ama sadece 22 yıl yer almıştı bu dünyada.

        Yanıt vermeyince kuşkulandım, Instagram fotoğraflarına baktım. En son şubat ortasında yüklemiş. Zaten bir süredir sabahları işe gittiği rutin video’sunu yüklemeyince meraklanmıştım.

        Sosyal medya üzerinden süren arkadaşlıklar böyle işte.

        Arada aile, ortak arkadaşlar falan yok. Bizi bağlayan sadece bir platform.

        Meğerse şubat ayının ortasında işten eve dönüş yolunda, çalıntı bir araba hız yaparken onun aracına çarpmış; kazada çıkan yangından sonra vücudu tanınmayacak hale gelmiş.

        Hayatında en ufak bir leke bulunmayan ve etrafa pozitif enerji saçan gencecik bir insanın adaletsizce bu dünyadan ayrılmasına duyduğum öfke bir yana... Evet öfke; ölüm sırası onda olmamalıydı.

        Ama bir de hayatımızda ne çok hayalet biriktirdiğimizi fark ettim. Sosyal medya olmasa haklarında hiçbir şey bilmeyeceğimiz arkadaşlarımız güya, ama hayatımıza girip çıkmaları da hayalet gibi. Olivier Assayas’ın bu temayı işleyen “Personal Shopper” adlı filminden işte bu yüzden çok etkilendim.

        Sonuçta Soho House’tan tanıdığım bir gençti ve gittiğim her zaman orada bulacağımı tahmin ediyordum. Öyle değilmiş meğer... Hayatımdaki ikinci sosyal medya ölümü bu... Belki de artık böyle yaşıyoruz diye kabullenmek gerek.

        #Düzeltme servisi

        YEDİĞİN CEVIZLER...

        KadınıKonya’dan çıkarabilirsin ama Konya’yı kadından çıkaramazsın, diye boşuna dememişler. Bu sözün farklı şehirlere uyarlanmış hali var ama Hürriyet’in magazin yazarları söz konusu olduğunda Konya gayet uygun düşüyor.

        Konya’dan çıktığı haline tek bir taş eklemeden lüks ve görkemli yaşam gurusunu oynayan bir yazarın yıllar önce miso çorbasını ilk kez keşfettiğini yazmasını utanarak okumuştum.

        Geçen gün yine bedavaya gidip ağırlandığı bir gezinin ardından “youngcoconut” suyu içtiğini yazmış, aynen böyle İngilizce ve çift tırnak içinde.

        Yahu, “coconut”ın hindistancevizi diye dilimize yerleşmiş bir çevirisi var... “Young” kısmı da henüz olgunlaşmamış, dışı sert kabuk kaplamamış, hâlâ yeşil kalmış hali.

        Hürriyet okurlarına ne satıyorsun?

        Diğer Yazılar