Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yeteri kadar üzerinde durmuyoruz ama 24 Haziran seçimlerinde Suriye’deki savaştan kaçanlara kucak açan iktidarla, kendisine sol diyen ama Avrupalı faşistlerin “Kovacağım, gitsinler ülkelerine” söylemini belleyen bir aday arasında da tercih yaptı Türkiye.

        Kuşkusuz, seçimlerin sonucunu belirleyen parametreler arasında Suriyelilere yönelik politika farklılıkları alt sıralarda yer alır. Ama hiç etkisi olmadığı da söylenemez. En azından mültecileri savunan bir partinin seçimleri kazanması yeni azınlık gruplarımızın topluma katılımı, entegrasyonu için bir fırsat şimdi. Üstelik elimizde hazır Dünya Kupası’nı Afrikalı oyuncularla kazanan bir Fransa Milli Takımı örneği de var…

        Sonuçta demokrasinin gelişmesinin temel şartlarından biri çokseslilikse, çok renklilik ve çeşitlilik de bunu sağlayacak faktörlerden biridir.

        YABANCILARA TEPKİ KIYILARDA

        Türkiye artık bir göçmen ülkesi. Eskiden bir ülkeye göç etmek isteyenler için bir ara duraktı, ama bugün sadece Suriyeliler değil Afrika’dan Türkiye’ye gelenlerle de birlikte çokçeşitli bir ülke olma yolunda ilerliyoruz.

        Günün herhangi bir saatinde, gerçek bir kozmopolitte olduğu gibi İstanbul’un herhangi bir semtinde bir cafe'de, alışveriş merkezinde hayatını Türkiye’de kurmuş Afrikalı azınlıkları görmek mümkün. Sokaktan geçerken gördüğümüz farklı renkte, ırkta insanlar, kulağımıza çalınan farklı diller bir toplumun zenginliğidir.

        Seçim sonuçlarına dayanarak Türkiye’de çoğunluğun (ve muhafazakar kesimin) hükümetin mülteci politikalarıyla ilgili temel bir problemi olmadığı söylenebilir mi? Doğrusu, şahsi izlenimlere göre çok milletli Türkiye gerçeğine itiraz genelde kıyılarda, ülkesinin tek sahibi olduğunu iddia eden beyaz Türkler arasında kendini belli ediyor. Dün Kürtlere, başörtülülere düşman muamelesi yapan bu kesim her zaman damarlarındaki asil kanda bulunan zenofobiyi hiç çekinmeden Suriyeliler üzerinden kusuyor.

        90’larda bütün Afrikalılara “Tarlabaşı’ndaki uyuşturucu satıcıları” muamelesi yapılırdı. Bir süre öne Washington D.C.’de üniversiteyi Türkiye’de okumuş, çatır çatır Türkçe konuşan bir Nijeryalı’yla tanıştım. Doktor olmuştu… Belki de Türkiye’nin kaçırdığı bir beyindi.

        Eğer göçmenlere kapısını açan başka ülkeler olmasaydı Aziz Sancar, Mehmet Öz ya da Hamdi Ulukaya adlarını da bilmeyecektik.

        CUMHURİYET’İN ZENGİNLİĞİ

        Türkiye’nin göçmen azınlık gerçeğiyle yüzleşmesi de ne yazık ki dünyada ırkçılığın yeniden yükseldiği böyle bir döneme denk geldi. Üçüncü dünyadan gelen göçmenler tuvalet temizleyip çöp topladığı sürece bir sorun yoktu; Avrupa onları kendi mahallelerine hapsederek yapmaya tenezzül etmediği işleri sırtlarına yüklemekten memnundu.

        Üçüncü, dördüncü kuşak kendilerine verilen sınırlı alanla yetinmeyi değil, iyi okullarda okumayı, ekonomik hayatta yükselmeyi tercih etti. İş imkanlarının azalması, Avrupa Birliği’nin yaşadığı kriz, peş peşe ülkelerin krize girmesiyle “Gelip işimizi elimizden alıyorlar” itirazları şehirli, eğitimli kesimlerde de yüksek sesle telaffuz edilmeye başladı.

        Oysa bir başka ihtimal daha var.

        Okullarımıza, işyerlerimize, mahallelerimize kabul edeceğimiz mültecilerin içinden ileride başarılı sporcular, bilim ve düşünce insanlarının, mühendislerin, doktorların çıkmayacağı, Türkiye Cumhuriyeti’ne katkı yapmayacağını kim iddia edebilir? Göçmenler zenginliktir. İleride Suriye kökenli bir futbolcunun sırtladığı bir Türk Milli Takımı’nın başarısını kutlamanın hayalini kuruyorum.

        Sonuçta Mustafa Kemal’in kullandığı şekliyle “Türk,” kulağa yapay gelen tabiriyle “Türkiyeli” kavramları yüzlerce farklı kökenden gelen insanı kapsayan bir üst kimlik. Yıllar içinde göç, evlilik, gibi faktörlerle zenginleşen bir millet olduk. Hepimiz bu çeşitliliğin ve renkliliğin ürünüyüz, bizi ailelerimizin farklı kökenleri var etti. Hiçbir bireyinin “ari ırk” olmadığı Türkiye göçmen ülkesi pozisyonunu potansiyele, güce, ekonomik büyümeye dönüştürecek en elverişli ülke belki de.

        * * *

        İnternet yazarlığının nesini sevdim

        * Gazete editörlerin en sevmediği yazar tipiyim, lafı uzatmayı seviyorum. Şimdi çaktırmadan arada uzun yazabiliyorum.

        * Anında tepki verebilmek, bir gün öncesinden beklememek hoşuma gidiyor. Günlük gazetelerdeki yorumlara bakıyorum, Habertürk yazarları bir gün önceden son sözü söylemiş oluyor.

        * Potansiyelini, yapılabileceklerini düşünüyorum ve hazırlık yapıyorum. Yeni Mac’im yolda, video’ları arttırmayı planlıyorum.

        * Yıllardır yapmak istediğim bir şeyi, yazılarımın içine link koymayı yavaş yavaş uygulamaya başlıyorum.

        * Bir günde birkaç yazı yazabilme fırsatından daha büyük tatmin var mı bir yazar için.

        * Kaçıncı sayfa, mizanpaj, sayfaya gelen ilan yüzünden yer sorunu gibi dertler geride kaldı.

        * * *

        Futbol tarihine Instagram’da tanıklık ediyorum

        Futbolcular hep gözümüzün önündeymiş gibi dururlar, oysa onların da kendilerine ait özel bir alanı vardır. Taraftarın göremediği, kameraların girmediği. Soyunma odaları, takım otobüsleri, kamplar, uçaklar çoğu futbol izleyicisi için merak edilen ama sporcular için kendilerine ait özel mekanlardır.

        Instagram çağında bu sır perdesi de ortadan kalktı.

        Pazar akşamından beri Fransız futbolcuların sosyal medya hesaplarına bakıyorum. Uçaktan, soyunma odasından, otobüsten an be an Dünya Kupası’nı canlı aktarıyorlar. Paris sokaklarındaki kutlamaları bir de onların perspektifinden izliyorum… Onları tebrik eden arkadaşlarını görüyorum, bulundukları odalarda ben de yer alıyorum.

        GAZETECİLERE GEREK KALMADI

        Yıllar önce Ali Kazma büyük bir fırsat yakalayıp Galatasaray’ı böyle görüntülemiş, bir belgesel çekmişti. Nasıl ki Instagram sayesinde paparazzi fotoğraflarını ünlüler artık kendileri temin ediyor, soyunma odasını aracılar olmadan görebiliyoruz.

        Hiçbir basın kuruluşunun sahip olamayacağı bir erişim bu. Tabii çoğu geçici, kısa süre içinde bir daha geri gelmemek üzere yok olup gidiyor. Ama yakalayınca da tarihin o bilinmeyen koridorlarında dolaşmak gibi.

        Diğer Yazılar