Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Biri bana açıklasın: Müthiş bir serveti olan, dünyanın en güzel koylarında en harika teknede tatil yapabilecek olan Cem Yılmaz ve Defne Samyeli çifti neden Türkiye’nin paparazzi kıyılarında, herkesin gözünün önünde yazı geçirir? Yetmedi, bir de Bodrum’da MFÖ konserine giderler… İstese, MFÖ’yü kendi evinin bahçesinde para bile vermeden çıkartabilir.

        Cem Yılmaz’ın kendisi de sokağa çıktığı, halkın arasına karıştığı anda olağanüstü bir ilgiyle karşılaşacağını, bir adım bile yürüyemeyeceğini, kimsenin ona rahat vermeyeceğini biliyor. Türkiye’nin en büyük şöhretlerinden biri sonuçta; ister kendi korumaları olsun ister organizasyonun elamanları bu yoğun ilgiye bir tedbir alınması kaçınılmaz…

        Nitekim birkaç gündür “Cem Yılmaz’ın korumaları basını engelledi, halkı uzaklaştırdı” türü haberler çıkıyor. Hakkında çıkan her habere laf yetiştirerek reklamın iyisi kötüsü olmaz diyen şöhretler misali, bu haberler Cem Yılmaz’ı oturduğu o fildişi kuleden indirmeye, açıklama yapmaya bile yetti.

        Onun korumaları değilmiş de… Basının böyle yazacağını biliyormuş da… Çok da önemli değilmiş de…

        EVİNDE OTURSA

        Açıklama yapacak kadar önemsemiş halbuki. Hiç dışarı çıkmasa, hiç flaşlara maruz kalmasa bu haberlere de malzeme olmaz, bu zorlama tartışmanın içine çekilemezdi. Cem Yılmaz kalibresindeki dünya şöhretleri böyle yapıyor; kazandıkları milyonlarca dolar karşılığında süpermarkete gitmiyorlar, lokantalarda yemek yemiyorlar, artık sesi çıkmayan Mazhar’ı dinlemek için de ön sıralarda yer almıyorlar.

        “Şöhretin bedeli” diye abartmayalım, kazandıkları abartılı rakamların karşılığında ödenecek küçük trafik cezası daha çok. İnsanın çok da hayatını değiştirmeyecek bir fedakarlık: Hiç kimse sizi rahatsız etmeden bakkala gitmek mi istersiniz, yoksa Cem Yılmaz kadar paranız olmasını mı?

        Ama Cem Yılmaz bu ilgiden gizli gizli besleniyor. Aslında yıllardır hakkında yazılan her haberi okur, ezberler, zaman zaman kin tutar, ama “cool” olduğu için belli etmezdi. Star olmanın kuralı da buydu zaten; erişilmez olmak, tepeden bakmak.

        Madonna, Johnny Depp, Bob Dylan, Bruce Springsteen gibi insanın hayatına dokunan starlar kendi kabukları içinde yaşamanın bir zorunluluk olduğunu biliyor; zaten sokağa çıkmaları da imkansız. Yarattıkları çekim gücü tarif edilemez, onları gören kendinden geçiyor.

        Cem Yılmaz da 20 senedir kendi markasını böyle konumlandıran, ortalıklarda Türk standartlarına göre pek görünmeyen, hatta hiç tweet atmamasıyla bile kendinden konuşturan bir isimdi.

        Muhatapları Amerikan başkanı olan Jay Z ve Beyoncé çifti değil Yılmaz’la Samyeli. Gidip Malibu’ya elinizle koymuş gibi bulabileceğiniz ve selfie yalvarabileceğiniz Kim Kardashian ve Kanye West daha çok.

        Kim bilir, belki de oyunun yeni kuralı bu. Reality show da cool’luk kaldırmıyor.

        ŞÖHRETİN İKİNCİ PERDESİ

        Cem Yılmaz artık güldürmüyor ve kariyerinde ikinci bir perde gerekiyor. “İstemem yan cebime koy” sansasyonundan da bu yüzden içten içe mutlu. Uyanır uyanmaz hakkındaki haberleri takip eden sıradan şöhretlere dönüşmesi, laf yetiştirmesi bilinçli bir tercih.

        Ona her şöhretin muhtaç olduğu tatmini alkış değil kameralar sağlıyor artık; o kameraların ışıkları sönerse hastanelik olur.

        Yaşadığı aşk da bunun kanıtı. Güzellik yarışmasından “Salı Pazarı” sunuculuğuna, şarkıcılıktan gazeteci taklidi yaptığı yıllarda ana haber bülteninde rehine pazarlığına kadar çaktırmadan hep bir “reality” yıldızı olan Defne Samyeli’yle birlikte olması tesadüf değil. Başka hiç kimsenin boşanmasını Samyeli’ninki kadar ayrıntılı basından takip ettiğimizi hatırlamıyorum, ne mahrem bilgiler saçılmıştı ortaya…

        Hayatını hep kamuoyu önünde yaşayan ve bundan hiç çekinmeyen Samyeli şimdi Instagram çağında kendi kimliğini tam anlamıyla bulmuş ve sahiplenmişe benziyor. Cem Yılmaz da bu oyuna gönüllü dahil oldu.

        ***

        Menemen bahane, asıl Türk mutfağı var mı onu konuşalım

        Eminim herkes bir kere kendi aralarında konuşmuştur, nitekim Vedat Milot’un twitter anketinin bu kadar gündeme gelmesinden hayatımızda önemli bir yer kapladığı belli. Tesadüf, ben de bu yaz arkadaşlarımla menemen tartışması yapıp sonunda soğanlıda karar kılmıştım.

        Soğanların uzun uzun kavrulması, hafif karamelize olması taze yaz domatesinin tadıyla birleşince menemenin asıl sırrı umami’yi iyice kuvvetlendiriyor. Soğanın sırrı bu zaten; domates ve biber menemen’de umami’yi yakalamaya kendi başlarına yetmiyor.

        Milor’un anketi üzerine menemen meselesini yine kendi aramızda konuştuk. Bu sefer itiraz edemeyeceğim bir yorum geldi karşı cepheden: Soğan katınca bu sefer yemek gibi oluyor, yumurta yeniyormuş gibi hissedilmiyor… Düşününce hak verdim aslında.

        Bu sefer başka alternatifler ortaya atıldı. Mesela Çin mutfağından domatesli soğanlı yumurta… Ya da Baskların mantar ve karidesli çırpılmış yumurtası.

        Bu mutfaklarda yumurta bazen ana yemek, bizde olduğu gibi kahvaltıyla sınırlı değil.

        Acaba biz de menemeni yanlış mı yorumluyoruz? Belki de kahvaltının bir parçası olarak değil, ana yemek olarak değerlendirmemiz gerek. Gerçi İsrail gibi Ortadoğu ülkelerinde menemenin daha baharatlısı (ve bence daha iyi uygulanan hali) “şakşuka” kahvaltıda sunuluyor.

        Menemen birçok açıdan yoruma açık… Yumurta çırpılmalı mı, şakşukada olduğu gibi sarısı patlamadan mı bırakılmalı mesela?

        Bu tartışmaların net bir yanıtının olmayışı Türk mutfağının kesin ve net reçetelerden yoksun oluşu. Kuşaktan kuşağa kağıt üzerinde değil de kulaktan dolma aktarılıyor tarifler. Herkes kendi annesinden öğrendiğini yapıyor sonuçta. Türk mutfağı kitaplarında da ölçü yok zaten; bir su bardağı tam olarak ne demek? Herkesin evindeki su bardağı birbirinden farklı.

        Zaten Türk mutfağı diye övündüğümüz Saray’a getirtilen yabancı aşçıların da rolüyle dış etkilere fazlasıyla açık bir füzyon aslında. Böylesi bir mutfakta en basit yiyeceklerin bile türlü farklı yorumlarının olması kaçınılmaz.

        Net bir reçetesi olmayan bir mutfak milli midir, gerçekten Türk mutfağı diye bir şey var mıdır yoksa farklı farklı parçalarının toplamından ibaret midir? Doğrusu bu sorunun yanıtını net olarak veremiyorum.

        Diğer Yazılar