Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Saçma Akit haberlerinden bir derleme yapmaya kalksak Sagopa Kajmer’le ilgili son başlıkları üst sıralarda yer alır eminim: “Ateist olduğunu açıklayan Sagopa Kajmer çarpıldı!” Türk rap yıldızı konseri esnasında monitörlerden birinin kısa devre yapma sonucu elektrik akımına kapılmış.

        Zaten depresif olan, “arabesk rap” diye kendine özgü bir tür icat eden Sagopa Kajmer epeydir zor günler geçiriyor. Yola beraber çıktığı Ceza gibi arkadaşlarıyla birer birer arası bozuldu, eşinden ayrıldı ve son olarak da İslamcıların tepkisini çeken hareketlerde bulunmaya başladı. Rakılı fotoğraf paylaşmalar, “Dini inancın nedir?” sorusuna Instagram’da “Yok” diye cevap vermeler...

        Halbuki bir zamanlar insanları namaza teşvik etmiş, uhreviyi dünyeviye tercih eden bir izlenim vermişti. Hatta Cüppeli Ahmet’le bile yakınlaştığına dair haberler vardı.

        Sagopa Kajmer’in muhafazakarlığı da sözde ateizmi de rap’in kendi hikaye anlatım kuralları içinde bir oyun olabilir. Sonuçta abartılmış gerçeklik hip-hop’ın doğasında var. Rap yıldızları öldürdükleri adamları teker teker saysalar da gerçekte cinayet işlememiş oluyor birçoğu. Özünde bir hikaye anlatım biçimi olan rap’te anlatıcı birinci tekil şahıs kullansa da aktardığı illaki kendi öyküsü olmayabiliyor.

        Şaşırtıcı olan, bölünmeye hazır Türkiye’nin şimdi de bir rap şarkıcısı üzerinden bir kez daha kamplara ayrışması. Sagopa’yı bağrına basan, sözde ateizm itirafını bir muhalefet fırsatına dönüştürenler yok değil. Buna karşılık, karşı mahallede de Yeni Akit’in hissiyatını paylaşanların sayısı azımsanmayacak boyutta.

        Sagopa Kajmer
        Sagopa Kajmer

        DİN ELDEN GİDİYOR KORKUSU

        Kendilerini kandırılmış hisseden ve Sagopa’yı bir kalemde silmeye hazır, onu din tüccarlığıyla suçlayan muhafazakar kesimin öfkesini anlıyorum. Meseleyi sadece bir performans olarak okuyamıyorlar. Sagopa Kajmer olayı son yıllarda ancak kırıntılarını gördüğümüz bir toplumsal ahlaki paniğin de vücut bulmuş hali daha çok.

        Türkiye zaman zaman böyle süreçlerden geçer. Bir aralar Hıristiyanları toplumu ele geçireceklerine dair korku vardı, geçen yüzyılın başlarında benzer bir korku azınlıkları yağmalamaya varmıştı. Komünistler, eşcinseller, Kürtler, hatta veganlar bile zaman zaman bu korkudan nasibini alır ve hedefe oturtulurlar.

        Özel televizyonun eski renkli günleri olsa Savaş Ay “Türkiye dinsizleşiyor mu?” tartışmasını ekrana taşır, casting ajanslarından ya da sokaktan bulunan ne idiği belirsiz bir-iki tip de konunun tarafları uzman konuklar diye sunulurdu. Üstelik bu tartışmayı sabahlara kadar sürdürecek “bilimsel dayanak” da var. Yakın tarihte Türkiye’de deizminin yükseldiği haberleri çıkmıştı sonuçta.

        Türkiye, birçok Batı ülkesinin aksine veriye dayalı araştırmanın pek yaygın olmadığı bir toplum olduğu için bu gibi tartışmaların dayanağı genelde şahsi gözlemlere dayanıyor. Camilere giden insan sayısının azalıp azalmadığına dair birbiriyle çelişen onca farklı araştırma olması bundan.

        DEĞİŞİM SANCILARI

        Fransa’da da ABD’de de rap yıldızlarının dindar olması yeni bir fenomen değil, zamanla dinden soğumaları ya da başka arayışlara yönelmeleri de. Sagopa Kajmer’in İslami rap’i varsa Chance the Rapper’ın da iki sözünden biri Hz. İsa.

        2000’lerde İstanbul’un kenar mahallelerinde başlayan ve Babylon’dan Açıkhava Sahnesi'ne yayılan Türk rap’inin özünde bu gençlerin doğup büyüdükleri yerle bağlantılı olarak hep muhafazakar bir motif vardı. Zamanlama olarak rap’in popülerleşmesi Türkiye’de muhafazakarların siyasi iktidarı ele geçirmelerine denk geldi.

        Bronx’ta sistem karşıtı doğan hip-hop kültürünün Türkiye’de iktidar partisini desteklemesi normaldi. Sonuçta Türkiye’de de politize olan İslami hareketler Ak Parti iktidarının ilk yıllarında bile öteki’nin temsilcisiydi. Yeni Şafak 90’ların ortasında “muhalif” gazete olarak anılırdı. Üsküdarlı Ceza’nın ilk yıllarında AK Parti’ye oy vermesi, Sagopa Kajmer’in İslam’ı leitmotif olarak kullanması da o geleneğin devamı.

        İslamcı basının önde gelen kalemlerinin bir süredir tartıştığı gibi şimdi muhafazakar mahalle sistemin merkezinde olmanın yan etkilerini tartışıyor. Artık öteki değiller, periferiden merkeze geçtiler. Bu yolculukta kayıpların, itirazların, yolundan dönenlerin olması da şaşırtıcı değil.

        15 seneden sonra gerçekten Türkiye’de deizm yükseliyorsa, varoş gençleri İslam’dan vazgeçmeye, yeni arayışlara girmeye başlıyorsa değişen ne? Yeni Akit aradığı cevabı kendi yazarları Abdurrahman Dilipak’ın yazılarında bulabilir.

        ***

        Havalimanının adı ne olsun?

        Roma Havalimanı’na Leonardo Da Vinci, Los Angeles yakınlarındaki Burbank’e Bob Hope, Liverpool’a da şehrin asıl evladı John Lennon adı verilmiş. Salzburg ise mirasına yakışacak şekilde Mozart adını taşıyor.

        Dünyanın büyük havalimanlarına devlet başkanlarının (CDG, JFK), pilotların (O’Hare), askerlerin (Logan) ve belediye başkanlarının (LGA) isimleri veriliyor geleneksel olarak. Ama arada sırada ülkelerine büyük katkılarda bulunan sanatçılar da havalimanı adlarıyla onurlandırılıyor.

        Benzer bir tercihi Türkiye de hak etmiyor mu?

        İstanbul’un Yeni Havalimanı’nın isim tartışmasından bahsetmiyorum.

        Ama tam da ölüm yıldönümünde Bodrum Havalimanı’nın adını değiştirmeyi tartışsak ya… “Bodrum Milas Zeki Müren Havalimanı” olmaz mı? Hayatının son yıllarını Bodrum’da inzivada geçiren, adı yarımadayla özdeşleşmiş, Bodrum’daki evi müze olmuş sanat güneşimiz böyle bir armağanı hak etmiyor mu?

        Tartışacak konumuz kalmamış gibi bir de bu öneriyi ortaya atarak ortalığı iyice karıştırayım.

        Ama hakikaten düşününce Zeki Müren adı Bodrum havalimanına yakışır. Kesinlikle yakışır.

        ***

        Taha Akyol’u Adnan Hoca yaktı

        Üzerinden zaman geçti, bu kadar medya sitesinin Taha Akyol’un Hürriyet’ten gönderilmesinin perde arkasını çözemediğine inanamıyorum. Mesele ne Akyol’un muhalif olması, ne de Hürriyet’in yeni patronlarıyla arasının bozulması.

        Taha Akyol amorf bir kişilik; her şekle girer. Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca’nın okuduğu Her Gün gazetesini çıkartıp sonra Milliyet’te yazar yapılmış bir isim sonuçta. Üstelik son yıllarda biraz Abdurrahman Çelebi konumunda, yoklukta “bilge adam” boşluğunu da dolduruyordu.

        Ama asıl mesele Taha Akyol’un oğlunu artık savunamayacak noktaya gelmesi ve Hürriyet’in de bu yükü haklı olarak daha fazla taşıyamamaları.

        Taha Akyol
        Taha Akyol

        Bilmeyenler için tanıtayım…

        Bir süredir yurtdışına “muhalif” yazılar yazan Taha Akyol’un oğlu Mustafa daha önce FETÖ’nün Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın toplantılarını düzenliyordu. Daha önce de Adnan Hoca çevresinde evrim karşıtlığı yapıyordu.

        Pek gündeme gelmedi ama

        Operasyondan sonra Adnan Oktar’ın “Harun Yahya” imzasıyla yazdığı sözde bilimsel evrim karşıtı makalelerin aslında Mustafa Akyol tarafından yazıldığı iddiası soruşturmalara girdi. Akyol bu konuyu sorulduğunda yalanlamadı, yanıtsız bıraktı. Zaten kendi şahsi sitesinde de Harun Yahya benzeri makaleleri İngilizce yayımlıyordu bir aralar, çoktandır o yazılar uçtu. (Halbuki Nuray Mert çok faydalanabilirdi bu saçmalıklardan.)

        New York Times’ı kafalayan Mustafa Akyol’da her numara var… Hayattaki en büyük zararını da “Hayattaki en büyük kahramanım” dediği babasına verdi. Hiç kimsenin okumadığı o köşe Taha Akyol’un yaşam damarıydı.

        Şimdi ne yapacak?

        Herhalde evde yeşil hırkalarını ütüler.

        Taha Akyol’un gönderilmesi en fazla Ahmet Hakan’ı rahatlattı. “Koridor diplomasi” doğrultusunda baba-oğul Akyollar'ın hiçbir kıymeti olmayan kitap, belgesel gibi işlerini düzenli olarak övüyordu köşesinde. Şimdi bu mecburiyetten kurtuldu.

        Diğer Yazılar