Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        REKLAM

        Okan Bayülgen o kadar yorgun, isteksiz ki üzerinde bu işe hiç girişmese daha iyi olurmuş gibi bir ağırlık çökmüş. O kadar ki, bezginliği Ekrem İmamoğlu’na bile geçmiş. Sunucuyla konuğun kimyası hem hiç birbirini tutmamış, hem de ikisi de birbirlerinden sıkılmışa benziyorlar.

        Bayülgen diyor ki, “Amerikan başkan adayları da talk-show’lara çıkıyor, sanatçılarla buluşuyor, kendilerini bu platformlarda ağırlıyor.”

        Bill Clinton’ın Arsenio Hall’da saksafon çalmasından sonra başkanlık kampanyasında bir norm oldu bu; ama zamanında Rüstem Batum da bizde görevdeki bir Cumhurbaşkanı'nı, Turgut Özal’ı ağırlamıştı mesela. O yüzden Bayülgen’in yaptığı ne dünyada ne bizde ilk.

        BİRİ GEZİCİ BİRİ GEZİ'YE İHANET ETTİ

        Başta İmamoğlu-Bayülgen eşleşmesi yanlış. Kendisini “Gezici” başkan olarak sunan bir siyasetçiyle “Gezi’de insanlar hava güzel olduğu için sokağa çıktı” diyen bir programcının birlikteliğinde bir çarpıklık yok mu?

        İmamoğlu’nun etrafında bir dolu gazeteci var; Hürriyet ve Cumhuriyet’ten ayrılan şimdi siyasi danışmanlığa özenen. Ama bunu bile göremiyorlar. Zaten İmamoğlu’nu da medyada görünmeden önce “coach” edememişler.

        Talk-show’a çıkan siyasetçi oradaki kısıtlı süreden bir superstar gibi ayrılmadıktan sonra eğlence programı ona zarar verir.

        Formül çok basit halbuki: Bu gibi programlarda, tıpkı başka söyleşilerde olduğu gibi, ne sorulursa sorulsun aday kendi istediği yanıtı verir, önceden kararlaştırılmış metne sadık kalır ve hemen her cümle de neden kendisinin daha iyi bir seçim olduğuyla biter.

        Nitekim Okan Bayülgen’in kendisine her türlü fırsatı vermesine, talk-show’un doğasına uygun çanak sorular sormasına rağmen dönüştürücü, devrimci bir lider adayı olarak çıkmadı programdan İmamoğlu. İmalı, üst perdeden, adresin ve muhatabın belli olmadığı laf sokma girişimleri, laf dolandırmalar, sıradan mesajlar, henüz pişmemiş, Atatürk klişeleri ve kazara buralara gelmiş bir politikacıya yakışabilecek yanıtlarla karşılık verdi muhalif mahallenin en büyük umudu.

        Hele hele kravatı gevşetip horon tepmesi; tıpkıiçkiyi düğünde fazla kaçırmış enişte tipli Muharrem İnce’nin zeybek oynaması gibi. Kravat çıktığı anda ekrandan izleyiciye geçen mesaj: Dağıtmaya meyilli, profesyonellikten uzak, iş bilmeyen bir amatör politikacı görüntüsü. (Hatırlamayanlar için not: Muharrem İnce geçen sene muhalif mahallenin büyük umuduydu.)

        En büyük yanılsama İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminin bir başkanlık yarışı zannedilmesinde zaten. Bu gaza Ekrem İmamoğlu da gelmiş, kendini kaptırmışa benziyor.

        HİKAYEYİ ARTIK BİNALİ YILDIRIM ANLATIYOR

        Bu arada bir önceki seçimde parmağını kıpırdatacak enerjisi olmayan Binali Yıldırım şimdi koşturup duruyor, durmadan asılıyor yarışa. En önemlisi, sadece belediye başkanlığına oynuyor ve odak noktasından sapmıyor. İftar fotoğrafındaki yemek masasına siz takılıp durun, Yıldırım bizzat hikayeyi değiştiriyor her verdiği malzemeyle. Doğru ya da değil, önemli değil, ama seçmene aynı hikayeyi tekrar tekrar satıyor, yeteri kadar tekrarlandığında da inanılacağını hesap ediyor: “Oyları çaldılar,” diyor ve kendisini mağdur diye yeniden yaratıyor. Tutup tutmayacağını göreceğiz, ama asıl “anlatıcı” o şimdilik.

        İşin ironik tarafı, en çarpıcı hikayeyi anlatması gereken, en verimli malzemeye sahip olan kişi İmamoğlu ama her fırsatı harcıyor. Kendi mağduriyetini kullanamıyor, bir de sanki her şey harikaymış, bu yaklaşan olağan bir seçimmiş gibi neşeyle horon tepiyor.

        Program ses getirdi, evet, ama sadece biz bize konuşan, kendi söylediğini kendisi duyan yankı odalarında. Twitter, Okan Bayülgen falan derken yine yanılsama içinde yaşayıp seçim ertesinde sudan çıkmış balığa dönmezler umarım.

        ***

        Okan Bayülgen’in ekran karnesi

        Okan Bayülgen ilk çıktığı yıllarda yerinden ettiği ve yıllarca dalga geçtiği Cem Özer noktasına gelmiş, görünce üzüldüm. Kendi döneminin bittiğini kabul etmiyor; tıpkı Cem Özer’in yıllar sonra “Laf Lafı Açıyor” programını yeniden diriltme girişimi gibi. Ne öyle bir ihtiyaç var ne de televizyonlarda o eski bütçeler halbuki.

        Bayülgen sakalı da beyazlayınca da ancak bayramdan bayrama katlanılan o hiç susmayan büyük dayımız kıvamına gelmiş.

        Ekrandan uzak kaldığı yıllarda İngilizce mi öğrendi Bayülgen, bilmiyorum, ama durmadan Amerikan talk-show’larına gönderme yapıyor şimdi. Demek ki Thierry Ardisson ve “Tout le monde en parle” programını taklit dönemi bitti. Ama ortalama insanın mizahçısı Jay Leno olmak için de çok geç, o dönem çoktan bitti.

        ***

        Hürriyet’teki gizli Doğan’cılar

        Biraz abartmadınız mı?

        Kelebek’teki Blu TV haberlerinden bahsediyorum. Sabahtan akşama kadar Blu TV’yi övüp duruyorlar, sayfalarını “Behzat Ç.” dizisine ayırıyorlar. Türk basınındaki çürümüşlüğün doruk noktası Hürriyet’in magazin servisi hiçbir şeyi karşılıksız yapmaz, illa bir hesap peşindedir. O yüzden de merak ediyorum, bu Blu TV sevdasının altında ne yatıyor diye…

        Hadi eskiden olsa, “Patron talimatı” diyeceğim.

        Ama Doğan ailesi çoktan Hürriyet'i sattı. Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın yöneticisi olduğu Blu TV’nin Hürriyet’te övülmesi için patron talimatına gerek yok. Ya da Hürriyet’te bir grup hala Doğan’cı. Belki de bir gün eski patron geri döner diye umut ediyorlar.

        Peki Baş Kelebek Cengiz Semercioğlu? O hem Doğan’ı, hem Demirören’i idare ediyor, hem de Okan Bayülgen’in program yaptığı yeni kanalda da yer kapmış.

        Hakikaten ne Kelebek’miş, kaymağını yiye yiye bitiremediler.

        Diğer Yazılar