Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçenlerde gözüme çarpan bir caps’e göre “Bizimkiler” dizisinin son bölümü yayımlanmış, ertesi hafta da AK Parti iktidara gelmiş. Bu tarihler doğru mu değil mi bilmiyorum, ama “Bizimkiler”in hakikaten de Eski Türkiye olarak bilinen bir dönemi yansıttığı ortada. AK Parti’den başka siyasi parti bilmeyen gençler 1989-2002 arasında süren bu uzun soluklu diziden de haberdar değil kuşkusuz. Önceki gün hayatını kaybeden dizinin yaratıcısı Umur Bugay’ın önemini de kavramamaları anlaşılabilir.

        Ama böyle bir Türkiye vardı işte.

        Umur Bugay sadece bir dizi yazmadı, bir Türkiye fotoğrafı çekti. O bir sosyolog, laboratuvarı da aynı apartmanda farklı farklı tiplerin bir aradayaşadığı bir apartman metaforuydu. “Kapıcılar Kralı”ndan “Bizimkiler”e aslında hep Türk insanını anlattı işlerinde. Kusurları, iyiliği, kötülüğü, kurnazlığı, köşeyi dönebilme hevesiyle Türkleri. Yer yer bu apartmanın sakinleri kendi aralarında çatışıyordu ama sonuçta kimse kimsenin evinin içine karışmıyordu—ne kadar meraklı olsalar da.

        “Oradaydım” belgeselinde bir Türk babasının hikayesinden yola çıktığını anlatıyor Bugay.

        “Bizimkiler”in en sıkıcı karakterleri de dizinin etrafına inşa edildiği ana kahramanlar Şükrü Bey ve ailesiydi. Bu kadar tek düze, prototip, mükemmel olmaya öykünen tipler ancak mutlu ailelerde olurdu. Oysa “Bizimkiler”deki diğer ev sakinlerinin mutsuzlukları Anna Karenina ilkesine uygun olarak hep kendilerine özgüydü. Zamanla diziyi uzun soluklu kılan ve klasik olarak anılmasına neden olan da hep bu yan karakterlerdi.

        ESKİ TÜRKİYE NOSTALJİSİ

        Umur Bugay büyük bir isimdi çünkü bu kadar kalabalık bir diziden dolu dolu bir mikro kozmosyaratmayı becermiş, her bir kahramanına de ayrı bir kişilik bahşedebilmişti. Usta yazarlık böyle oluyor zaten, ekrandaki karakterlerin gerçek hayattaki yansımalarını da fark ettiğimizde. Kendi gündelik hayatımızdaki tipleri Katil, Sabri Bey, Ayla Hanım ya da Dummkopf’la kıyaslayabildiğimizde bir başyapıt izlediğimizi anlıyoruz.

        Hele hele Cemil. Tek başına hayatın sıradanlığına, otoriteye, müesses nizama karşı çıkan, direnen bir başka kahraman daha var mı? Yıllar sonra fenomen olması, sokaklara posterlerinin asılması boşuna değildi. Çünkü hakikaten de en sevdiğimiz “Güzel abi” tanımlamasına uyuyordu Cemil. Birasıyla, umursamazlığıyla, boş vermişliğiyleözenilecek bir mertebeydi o; öylesine aşmış ki gündeliğin sıradanlığında boğulamayacak ama ne olup bittiğinin farkında olacak kadar da keskin ve sarkastik bir zekaydı. En büyük hayalim hala Cemil olabilmek.

        Apartman sakinleri yer yer kızsa, ti’ye alsa da kabul ederdi Cemil’i. Yaşamasına izin verir, güvenli alanına girmezlerdi. Eski Türkiye’yi tek vücutta temsil eden apartman yöneticisi, bütün darbelerin, kendisini çocuk bakıcısı yerine koyan devletin apartmandaki uzantısı Sabri Bey bile onu sevmese de varlığını sorgulamazdı.

        Bütün kusurlarına rağmen “Bizimkiler”i ve Türkiye’yi güzel yapan da buydu. Apartman kötü, asansör eski, kapıcı kurnaz, çöp bidonları da insanın yolunu kessin diye inadına konmuştu belki ama bugün güzel bir tat bıraktıysa zihnimizde sevilecek tarafları daha fazlaydı demek ki.

        Uzun yıllardır diziyi izleyenlere, hatta dizide oynayan Rutkay Aziz’in kızı Doğa Rutkay’a bile bir fırsatını bulup anlattığım, dinleyen herkesin önce itiraz edip şaşırdığı ama sonra üzerinde düşününce bana hak verdiği bir gözlemimi de paylaşmak istiyorum.

        APARTMANDA KİME YER YOK

        “Bizimkiler” zamanına göre epey ilerici ve devrimci bir diziydi. Çünkü belki de Türk televizyonlarında ilk kez bir eşcinsel çifti hiç sorun olmadan, altını çizmeden bağrına basmıştı. Her iddiasına girerim, Rutkay Aziz’in canlandırdığı kötü şair ve aynı evi paylaştığı İbrikçi düpedüz eşcinsel bir çiftti. Bütün işaretler ortadaydı.

        Eşcinsel çiftlerde sık görünen güç dengesizliği bu çiftte de hakimdi, biri diğerine hizmet ediyordu adeta. Zaman zaman bir “esmer”den söz ediliyor ama iki erkeğin birlikte yaşadığı eve hiç kadın girmiyor, söz konusu “esmer” de hiç karşımıza çıkmıyordu. Kötü şaire aşık olansa mutsuz evliliğini bir hayal üzerine inşa eden apartmanın saf “kızı” Ayla Hanım’dı; eşcinsel arkadaşlarına platonik aşk besleyen birçok mutsuz kadın gibi Ayla Hanım da aradığı tutkuyu şairde bulacağını düşünüyordu. Sanki durumun farkında olan tek kişi de Katil’in pavyondan bulduğu sevgilisiydi.

        Dizilerin toplum üzerindeki özendirici etkisini tartışıyoruz ya, Türkiye’yi illa bir şeye özendiriyorsa “Bizimkiler”in etkisi birlikte yaşamaya özendirmek olmalı. Çünkü pavyon şarkıcısı, emekli albay, doktor, işadamı, katil, alkolik ve o eşcinsel çifte yer vardı apartmanda. Apartmanda bir tek Akif Beki’ye yer yoktu. Ona da gerek yoktu çünkü.

        REKLAM

        ***

        Bir Sedat parantezi

        Türkiye’nin gerçeklikle ilişkisi epey gevşek olduğundan ekranda gördüğüne inanmaya çok meyilli bir izleyici kitlesi var. Sokakta Bergüzar Korel’i görüp dizide oynadığı karakterle ilgili ona baskı yapanlar, Erol Taş’ı yaşadığı yılar boyunca kötü adam, Nuri Alço’yu kadınları tuzağa düşüren bir canavar, Coşkun’u da gerçekten tecavüzcü sanan bir halkımız var.

        Ben oyuncuların da kendilerini oynadıkları role fazlaca kaptırdığına tanık oldum. Yıllar önce “Süper Baba” dizisindeki bir karakter hakkında yazı yazmış, senaryonun gidişatını eleştirmiştim. Görmek istediğimiz gerçek aşka engeldi bu karakter ve giderek öyküyü çekilmez hale getiriyordu. Özelikle altını çizeyim: Oyuncuyu değil, karakteri eleştirmiştim. Yıllar sonra o rolü oynayan kişiyle bir yerde karşılaştığımda bana karşı epey hınç biriktirdiğini fark ettim. Üzerine alınmış…

        Neyse o artık Kadirizm’in sorunu. Ama bana gerçeklikle kurgu arasındaki muğlaklığı anlatan çarpıcı bir anı oldu.

        EN SIKI MUHALİF

        “Bizimkiler” dizisinin en nefret edilesi karakteri belki de Sedat’tı. Tipik bir her devrin adamı, yancı, oportünist ve ilkesiz. Herkesi arkadan vurabilecek, asla güvenilmemesi gereken ve gündelik hayatta da benzerine çok sık rastladığımız bir böcek.

        Onu canlandıran Salih Kalyon ise ne kadar büyük bir oyuncu ki Sedat karakterinden böylesine nefret ettirmeyi becerebildi. Çünkü Kalyon’un Sedat’la hiç ama hiç ilgisi yok. Aksine rüzgarın tersine koşan, kimseye yaranmak gibi bir derdi olmayan, hatta bedel ödemeye hazır biri olarak durdu özel hayatında.

        Kumpas davaları sırasında mahkum yakınlarının nöbet tuttuğu Silivri Çadırları’nda en ön saflarda olan isimlerden biriydi. Herkesin korktuğu günlerde direnen, dimdik duran o oldu. Sedat’tan hiç beklenmeyecek hareketlerdi bunlar.

        Oyuncularla rollerini karıştırmamayı biliyorum, ama hala o günlerde direnişin ön safhalarında Sedat’ı görmenin ironisinden kaçamıyorum.

        Diğer Yazılar