Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Akademi Ödülleri’yle ilgili tek beklentim New York saatiyle 23.00’den önce bitmesi, böylece gittiğim Oscar partisinden eve ekspres treni kaçırmadan dönebilmemdi. En iyi kadın oyuncu ödülünü alan 'Ajda Pekkan' Renee Zellweger lafı o kadar çok uzattı, o kadar çok isim saydı, o kadar boş konuştu ki bir ara eve dönüşüm gece yarısına sarkacak (ve başıma kim bilir neler gelecek) diye korktum.

        Estetik ameliyattan bütün ifadesini kaybeden, gözünü açamayan ve dudaklarını oynatamayan bir oyuncu nasıl senenin en iyisi olabilir diye daha ödül açıklanmadan merak ediyordum. Belki de böyle bir ifadesiz surat bir başkasını oynamaya elverişli olduğu için hem Altın Küre’de hem de Oscar’da ödüllendirdiler Pekkan’ı Zellweger’i. Kendi kararımı veremeyeceğim çünkü hiç kimse gibi ben de “Judy” filmini göremedim. Uçakta falan karşıma çıksa da izleyeceğimi sanmıyorum.

        Her sene giderek anlamını kaybeden Oscar’larda tek itirazım en iyi kadın oyuncu kategorisine değil tabii ki. J Lo’nun aday bile yapılmaması, hemen hemen bütün filmlerin beyaz insanların (çoğu da erkek) trajedisini anlatması, sadece tek bir siyah oyuncunun aday gösterilmesi (Alfre Woodard’ın muazzam bir performans gösterdiği sene üstelik) zaten önceden bu törenlere gölge düşürmüştü.

        AÇILIŞTAN NEDEN NEFRET ETTİM

        İzledikçe de her saniyesinden nefret ettim bu ödül töreninin. Geçen sene gibi bu sene de törende sunucu yoktu. Ama Janelle Monae’nin anlamsız şarkısı çok uzun seneler önce yine sunucusuz geçen bir törende Copacabana gece kulübüne dönüşen sahnede Rob Lowe’un Pamuk Prenses’le dans etmesiyle yarışacak bir faciaydı. O açılışı özellikle izlemenizi tavsiye ederim: Eurovision’da “Opera” yanında çağdaş sanat kalır. O senenin yapımcısı Alan Parr’ın bütün kariyeri bitmişti, halbuki bugün bakınca o kadar kötü gözükmüyor sanki. Monae’ninki bundan daha beter, umarım birilerinin mesleği bu açılışı yüzünden biter.

        Akademi kendi günahlarını ve ayıplarını örtmek için her sene aynısını yapıyor, bu sene de Monae ve Billy Porter’lı açılışla aslında sanıldığı kadar “beyaz” olmadıklarını, farklı renk ve seslere, kimliklere açık olduklarını gözümüzün içine sokmaya çalıştılar. Referansı anlamayan olursa diye Monae açık açık “Siyah ve queer bir kadın olduğunu” mikrofonda vurguladı. Bilmiyorduk, öğrenmiş olduk—ayol bilmeyen mi vardı.

        Açılışın en büyük terbiyesizliği ise görmezden gelinen iki önemli siyah filme gönderme yapan dansçılardı. Evet, fonda dans edenler Eddie Murphy’nin kesinlikle aday gösterilip alması gereken “Dolemite” filminden fırlamış gibiydi. Eşformanlılarsa “Queen and Slim”e gönderme.

        BÜTÜN SİYAHLAR SUNUCU

        Bu gibi “beyaz” senelerde Akademi ödül verecek isimleri genelde siyahlardan seçiyor. Bu sene de böyle oldu. Nitekim Akademi’yi hep “ırk” krizinden kurtaran Chris Rock imdada yetişti yine ve ödülleri ödül sahnesinde eleştirdi. Hatta yönetmen adayları arasında “vajina eksikliği” olduğunu bile söyledi. İlk ödülü verense Regina King’di.

        Amerika’da ekrandan Oscar’ları izleyenler Regina King’e fazlasıyla doydu çünkü sponsor Cadillac reklamlarında da o vardı. Oscar’ların yayıncısı ABC de gece boyunca “siyah” dizi “For Life”ı (yapımcısı 50 Cent) tanıttı durdu.

        Questlove’ın DJ’lik yaptığı gecede “Hair Love” kısa animasyon filmi ödül aldı, Mahershala Ali’den Maya Rudolph’a en ünlü siyahlar sahnedeydi. Hint asıllı Mindy Kalling, o arada çıkan korkunç parodi rap’çi falan çeşitliliği artırdı.

        HATİCE DEĞİL NETİCE

        Tek eksik “American Factory” belgeselinin finansörlerinden Obama çiftinin salonda olmamasıydı; filmi yapanlar onlardan bahsetmedi bile, sanki kasten bahsetmedi, sanki Obama’lar kasten seçim yılı Oscar’ında politik malzeme olmak istemedi. Halbuki Michelle Obama daha önce “En iyi film” ödülünü vermişti Beyaz Saray’dan.

        Yeri gelmişken, şu kelime oyununu da yapacağım: Belgesel kategorisinde Hatice’yi beklerken netice Türkiye’yi, Balkanları ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni üzdü.

        Bu “çeşitlilik” politikası o kadar gözümüze sokuldu ki “Eyvah,” dedim kendi kendime. “Şimdi Oscar’ı ‘Ford vs. Ferrari’ye verecekler.” Dikkat ederseniz her sene Oscar’ların bir matematiği oluyor. Bir şişirilen ve kesin alacak denilen filmler var, bir de aradan sıyrılıp ödülü alanlar: “Crash” adlı facia, “Green Book” adlı zavallılık ama bir de “Moonlight” gibi bir mücevher. Bu sene de “Parasite” ve “1917” kapışmasından kimi ülkelerde “Le Mans 66” olarak oynayan iki beyaz erkeğin araba sevdası filmi çıkamaz mıydı?

        En iyi film adayları arasında “Ford vs. Ferrari” görmediğim tek filmdi. Ama görmeme de gerek var mıydı? Fragmanından, posterinden ne anlattığı belli değil mi zaten. İzlediğimiz birlerce başka filme benziyordu. Tıpkı bu senenin diğer favorisi 'Saving Private Ryan' “1917” gibi. Hakikaten film boyunca kardeşini kurtarmak için koşturup duran bir erkeğin hikayesini daha önce hiç izlememiştik sinemada.

        ŞARKILARDAN BAYGINLIK GELDİ

        Bu seneki ödül töreninin sadece adayları ya da açılışı değil, akışı da ayrıca nefreti hak ediyordu. Bir ara Grammy mi izliyorum diye düşündüm, çünkü o kadar çok kötü şarkı arka arkaya çalındı ki… Ama hiçbirimiz, ne Idina Menzel, ne Billie Eilish, ne Martin Scorsese, ne de ben Eminem’in yıllar önceki filmi “8 Mile”dan “Lose Yourself” şarkısını neden sahnede canlı söylediğini anlayabildik. Filmin yıldönümü mü? Eminem’in doğum günü mü? Başına bir şey mi geldi? Neden bu şarkıyı hatırlamak zorunda kaldık —ki gayet de güzel şarkıdır. Ama tarihe Menzel’in o anki surat ifadesi kaldı— Google’lamaya değer.

        Akademi bir küfrü de “Anısına” bölümünde hak ediyordu. Geçmişte tecavüzle suçlanan Kobe Bryant’ın anılan ilk isim olmasına haklı tepkilerini anlıyorum, kesinlikle Akademi’nin bir tercihiydi bu ve çirkindi. Peki oynadığı film aday olan Luke Perry’nin adı nasıl unutulur? Bunu hep yapıyorlar: geçen sene unuttukları Stanley Donnen’ı (“Charade” filmini hatırlar mısınız) bu sene andılar.

        BEKLEMEYE DEĞDİ

        Ödül töreninden o kadar nefret ettim ki bir ara partiden erken ayrılmayı bile düşündüm. Oscar Partileri’ne Amerika’da “gay superbowl” diyorlar, Türkçesi gaylerin Galatasaray-Fenerbahçe derbisi olabilir herhalde. Erken ayrılmak hem ayıp olacaktı, hem tren saati Ajda Renee yüzünden zaten kaçmıştı, hem yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmiştik…

        Ama iyi ki beklemişim.

        Hemen söyleyeyim, “Parasite”a çok bayılmadım (ayrıca tartışırız; filmdeki cezayla kabahat orantısızdı bence) ama hakikaten ödülleri silip süpürmesine içtenlikle sevindim. 92 yıldır ilk kez, hakikaten “Bir Zamanlar Holivud’da” oldu bu ödül töreni ve tarihe tanıklık ettik. Dahası, Hollywood çöksün, sistem sarsılsın, hepsi gitsin, bu ödüller yerle bir olsun istiyorum. İşte koskoca Hollywood koca sene “Parasite”ı geçecek daha iyi bir film yapamadı demek ki.

        Yine de Akademi üyeleri ne kadar nefreti hak ederse etsinler “Green Book”tan Güney Kore’ye epey yol almışlar. Bunu gördüm ya, ekspres trenin kaçırıp her durakta duran yavaş trene kalmamam rağmen sevinçle döndüm eve.

        Diğer Yazılar