Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        New York’a gelen herkesin bir kendi “ilk New York” macerası var, benimki de Michael Bloomberg yıllarına denk geliyor. 11 Eylül’den sonra New York belediye başkanı seçilen ve şehri 12 sene yöneten Bloomberg döneminde en sık kullanılan kelime Türkçeye “soylulaştırma” olarak geçen “gentrification” oldu herhalde. Bu sözcük o kadar çok kullanıldı ki Columbia Üniversitesi’nin gazetecilik fakültesi kente dair ödevlerde öğrencilerin vizyonunu genişletmek ve zorlamak için bu kelimenin kullanılmasını yasakladı. Bloomberg’in New York’u acısıyla tatlısıyla soylulaştırmanın ansiklopedik karşılığı oldu.

        HERKES BROOKLYN’İ KEŞFETTİ

        O kadar ki, 2000’lerin ortasından itibaren ağızlara bir Brooklyn lafı takılmaya başladı. Birden tanıdığımız herkes –“Sex and the City”nin Miranda’sı dahil- şehirdeki evini bırakıp Brooklyn’den taş ev (Alaçatı’daki gibi değil, buradakiler kahverengi taş) satın alıp taşınmaya başladı. Birden her yerde tepesinde saat olan kuleler yükselmeye başladı ve bu binalara taşınan ayrıcalıklı arkadaşlarımız evlerinde partiler verir oldu. Bir baktık ki aniden herkesin deniz ve Manhattan manzarası olmaya başladı. Her adım başında organik market, yapması 10 dakikayı bulan ve elle damla damla damıtılan kahve dükkanları açıldı köşe başlarına.

        Amerikalılar kibar insanlar, kötü bir şey söylemek yerine “ilginç” derler. Brooklyn’de hala oturduğum mahalleye ilk geldiklerinde verdikleri ilk tepki de böyleydi. Ama demek istedikleri belliydi: Çok siyah, çok fakir, çok tehlikeli… Soylulaştırma hikayelerinin bir başka boyutu da dönüşüm geçiren mahallelerin eski hallerini hatırlamak ve hatırlatmaktır.

        “Bir zamanlar o kadar tehlikeliydi geceleri yük kamyonları gitmezdi,” kalıbı birçok farklı mahalle için uyarlandı. Ama Bloomberg yıllarında kendimizi bir anda L treninin en ileri noktalarına, Brooklyn’in derinlerine gidip yeni mahalleleri keşfederken bulduk. Çünkü bir pizzacı açılmıştı ve şefi haftada sadece sekiz kişiyi adam başı 300 dolara özel ve gizli yemek yapıyordu; rezervasyon yaptırmak mümkün değildi ama bir şekilde sır gibi saklanan e-mail’ini tanıdığın tanıdığından referans vasıtasıyla bulup masa ayırabilmiştik ve orada olmamız gerekiyordu. İki Michelin yıldızlı lokantasını bırakan bir başka şef Brooklyn’de bir bodrum katında lokanta açmış ve 50 dolara sebze tabağı satıyordu mesela. Ve biz de bu saçmalığı denemek için oradaydık ama halimizden hiç de şikayetçi değildik. (11 Eylül’de ve Bloomberg’in ilk yıllarında burada yaşayan Serdar ve Rana Turgut’un da böyle bir şaşalı New York senesi var, belki anlatırlar bir gün.)

        O 12 yıl boyunca New York’ta sürekli keşfedilecek yeni bir lokanta, yeni bir sokak, yeni bir mahalle bulmak ve maceraya atılmak mümkündü. Zamanında CV’lerine ev adresini Brooklyn yazanları otomatikman geri çeviren Anna Wintour bile Brooklyn’deki defilelere geldi.

        İNŞAAT FURYASI VE ZENGİN KİRACILAR

        Bloomberg sayesinde Brooklyn’in atıl bırakılmış, endüstriyel alanlara terk edilmiş nehir kenarı açıldı. Manhattan’da arka arkaya unutulan bölgelerin moda olmasını sağladı. “Gentrification” kadar “rezoning” de moda bir sözcüktü. Şimdi New York Times’in stil editörü olan Choire Sicha “Very Recent History” kitabında belediyenin kimi sokak ve mahallelerin inşaat izinlerini değiştirerek, “rezoning” adı altında müteahhitlere tahsis ettiğini, bu sayede muazzam bir inşaat furyasının başladığını ve her yere yeni binalar kondurulduğunu anlatıyor.

        Mecidiyeköy’ü andıran Bowery’nin loft’lara donatılması, yıllardır dokunulmayan tren raylarından “High Line” isimli bir park yapılması, 11 Eylül’den sonra mahvolmuş adanın güney ucunun temizlenmesi ve yeniden yaratılması, hatta Anna Wintour’un çalıştığı şirketin oraya taşınması hep Bloomberg’in “rezoning” başarıları.

        Bu şaşa ve gösteriş panayırında bir gerçeği o an çok kişi gözden kaçırmıştı. Bloomberg servetini finans dünyasına terminal satarak yapmıştı. Yıllık abonelik bedeli 24 bin dolar olan bu terminaller özellikle borsada oynayanlar için elzem bir ihtiyaçtı çünkü gerçek zamanlı veri ulaştırıyordu.

        Bloomberg’ün New York’u da sadece terminal sahiplerinin rahat yaşayabileceği bir yere dönüştü. Burası her zaman dünya finansının merkezi olarak paranın sözünün geçtiği bir şehirdi. Ama aynı zamanda Bob Dylan’ın, Basquiat’nın, Madonna’nın, Ramones’un ve hip-hop kültürünün şehriydi. Sanatçılar zincirlerinden kopup soluğu New York’ta alabiliyordu ve bir şekilde barınacak yer bulabiliyordu.

        KENTİN RUHU KAYBOLMAYA BAŞLADI

        Bugün New York’tan tersine yaratıcı göç var ve bu şartlar altında yeni bir Keith Haring doğması imkansız. Bugün bir Basquait’nın bu şehride var olabilmesi için beş kişiyle paylaştığı tek banyolu evdeki 10 metrekarelik odasının kirasını ödemesi için iki ayrı işte çalışması gerekir. Hangi ara resim yapacak? Burada başaran her yerde başarır, derlerdi ya artık başarmak bir ihtimal bile değil.

        Ama istatistikler Bloomberg döneminde New York’ta insan ömrünün üç sene uzadığını, suçun ciddi anlamda düştüğünü, yaşam kalitesinin genel olarak yükseldiğini, işsizliğin azaldığını gösteriyor. İstatistikler “kent ruhunu” bir veri olarak saymıyor ama. Bloomberg de sadece rakamların dilini konuşuyor zaten.

        İnanması zor ama süpermarket zincirleri, büyük mağazalar, alışveriş merkezleri geleneksel olarak yoktu New York’ta. Akşam evde yemek yapacaksanız birkaç yere uğrayıp alışverişi tamamlamanız gerekirdi. Kahraman bakkalın süpermarketle mücadelesi apayrı ve upuzun bir tartışma, ama ABD’nin geri kalanından New York’u ayıran da kendine özgü farklılıklarıydı. Şimdi New York zincir mağazalarıyla daha fazla diğer Amerikan şehirlerine benziyor.

        Bugünkü haliyle New York görünürde güzel bir şehir ama yaşaması epey zor ve masraflı. Bu yüzden de sadece çok ama çok parası olanın rahat rahat yaşayabileceği ve parası olmayana başının çaresine bak diyen bir şehir. Seçilirse Bloomberg’in Amerikan başkanlığı aşağı yukarı böyle olacak.

        Diğer Yazılar