Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Los Angeles

        Bu seneki Akademi Ödülleri çocukluğumuzun kabusu olan TRT’nin Ankara Arı Stüdyoları’ndan düzenlediği etkinlikleri affettirdi. Eskiden ister Altın Kelebek ister Kral TV Müzik Ödülleri olsun, Türkiye’de ne zaman böyle bir organizasyona kalkışılsa illa Oscar kıyaslaması yapılır, bizdeki zavallılığın neden ucundan kıyısından dahi ABD’deki muadillerini andırmadığı tartışılırdı. Küçük Amerika olmayı bekliyorduk, ama bu sene gördük ki Amerika’da bile Türkiye’deki kadar kötü ödül töreni yapmak mümkünmüş: İşte 93. Akademi Ödülleri. 1984 yılı Eurovision Türkiye Finali daha heyecanlıydı.

        Aslında bu seneki törenin yapımcısı Steven Soderbergh’den daha doğru bir isim bulunamazdı. “Contagion” filminde çoğumuzun salgın nedir bilmezken bugünleri öngörmüştü. “Ocean’s” serilerinde gördüğümüz gibi eğlendirmeyi biliyor, yıldızını parlatan “Sex, Lies and Videotape” filmi olduğu gibi şoke edebilme yeteneğine de sahipti. Büyük star’ları ondan daha iyi bir arada yöneten yok Hollywood’da. İmkansızlıklardan başyapıt çıkarmayı, cep telefonuyla film çekmeyi, izlettirmeyi de başarmış biri. Sinemaların açık olmadığı bir senenin Oscar’larından unutulmaz bir tören izlettirecek tek isim oydu.

        Ama aynı Soderbergh’in zaman zaman dahiliğinin izleyiciyle çatıştığı anlar da oluyor. Anlamadık mı, birkaç sene sonra mı fark edeceğiz, bizim çok mu ilerimizde yapmak istediği? Açıkçası bu tören Soderbegh’in beğenilen filmleri değil de pek anlaşılmayan “The Good German” ya da “Solaris” yeniden çekimi gibiydi. Belki zamanı gelecek, bir 10 yıl sonra “başyapıt” diyeceğiz; ya da zamanın gelip başyapıt dememizi bekleyecek. Ama bu töreni görünce Bülend Özveren’i bile özledim. Belki de Soderbegh’in vermek istediği mesaj bu kadar kötü bir seneye ancak böyle korkunç bir törenin layık olduğuydu.

        Ayıp olmasın diye yine de birkaç not aldım.

        • 21 yaşında öldürülen Fred Hampton’ı canlandıran 32 yaşındaki Daniel Kaluuya’nın konuşması: “Annemle babam seks yaptı ve dünyaya ben geldim.” En azından “Leylek getirdi,” teorisi dünyanın en önemli sahnesinde bir kez daha çökertilmiş oldu. Bu arada, Kaluuya sloganlara hapsolmuş “Judas and the Black Messiah” filminde bayağı iyi. Hatta filmin lokomotifi. Ama aldığı ödül “yardımcı erkek oyuncu.” Hollywood’da bu duruma “kategori sahtekarlığı” deniyor.“En iyi erkek oyuncu” kategorisi çok kalabalık olduğu için şansı yoktu.
        • Gecenin en büyük sürprizi “En iyi erkek oyuncu” kategorisiydi zaten. Soderbergh ve ekibi de bütün programı bu ödül törenine göre kurgulamış, 43 yaşında kanserden hayatını kaybeden Chadwick Boseman’ın öldükten sonra Oscar kazanan üçüncü kişi olacağına kesin gözle bakıyorlardı. Hatta sırf bu yüzden 1940’lardan beri törenin sonunda verilen “En iyi film” ödülü erken anons edildi. Yapımcıların kafasında Boseman’ın eşinin sahneye çıkıp duygusal bir konuşma yapması, programa böyle veda edilmesi vardı. Hatta “Ma Rainey’s Black Bottom” filmindeki olağanüstü performansına gönderme yapmak için daha adaylar açıklanırken fonda soul müzik çalındı. Ama olmadı.
        • Anthony Hopkins çok büyük bir oyuncu, “The Father” da unutulmaz bir rol. Zaten 83 yaşında aklını kaybeden Anthony karakteri onun için yazılmış, bileğinin hakkıyla aldı en iyi oyuncu ödülünü. Ama Malibu’da yaşayan oyuncu karantina dönemini memleketi Galler'de geçirdiğ için törene katılmaya tenezzül bile etmemiş, ödülü kazandığında mışıl mışıl uyuyordu. Bu yüzden de en son verilen ödülde konuşma bile yapılmadan bitti Oscar’lar. Yapımcıların bekledikleri yoğun duygulu final olmadı. Ama “The Father” o kadar iyi ki yine de Boseman’ın hakkı yendi diyemem.
        • Frances McDormand sahnede uludu. Bu kadar.
        • “Nomadland”i izlemeyen sadece ben miyim? Açıkçası bu sene hemen hemen hiç kimse aday olan filmleri izlemedi sanki. Los Angeles’ta bile ödül törenine dair heyecan yok. Zaten pandemi yüzünden davetler, gösterimler, tanıtım kampanyaları olmadı bu sene. Ama sokaklarda filmlerin afişleri bile yok. Bir seneyi geçti, sinemalar kapalı zaten. Aday filmlerin pek çoğu da evde izlemeye uygun değil; salonda konsantre olmak gerekiyor. Evde uyduruk Netflix dizilerini arka arkaya devirmek daha keyifli.
        • “Minari” klişe, “Judas” didaktik, “The Father” mükemmel ama fazla tiyatro oyunu, “Promising Young Woman” hakkında kimse karar veremedi, “Mank” baygın, “Chicago 7” eski tip ve çok formül, “Sound of Metal” da güzel de senenin en iyisi denemez. Herkes “Nomadland” diyordu başından beri, “Nomadland” kazandı.
        • “Black Lives Matter” protestolarından çıkan Amerika’da kadın oyuncu dalında Viola Davis’e ödül verilse politik olarak daha tatmin edici olurdu kuşkusuz.
        • Anti-Asyalı düşmanlığının yükseldiği, “Çin virüsü” denilerek her Asya kökenlinin tehdit altında olduğu Amerika’da Chloé Zhao’nun zaferi birçok açıdan tatmin edici. Tarihte bu ödülü alan ikinci kadın yönetmen, ayrıca ilk Asya kökenli kadın. Bağımsız sinemacı olarak başladığı yolculuğunda yeni durağı Marvel evreni, Hollywood sisteminin de ortasına dalıverdi artık. Akademi de eskiden olduğu gibi çok beyaz olmadığını böylece gösterdi, seneye yine sadece beyazları aday gösterip onlara oy verirler.
        • “My Octopus Teacher” belgeseli izlenemeyecek kadar kötü, ama çok beğenildi ve çok daha iddialı adayların olduğu kategoride ödül aldı. Ayrıcalıklı beyaz insanların kendilerini ahtapot ya da her ne bulurlarsa kullanıp bunu anlatmaya değer bir hikaye gibi dayatmalarından nefret ediyorum. Ama beyaz adam yine aradan sıyrılıp kazanmasını biliyor. Araştırmacı gazetecilik üzerine bir başyapıt olan “Collective” ya da Amerikan hapishane sistemi hakkındaki “Time” hak ediyordu en iyi belgesel ödülünü.
        • Yabancı film kategorisinde Danimarka’dan “Another Round” yılın değil, yılların en iyi filmlerinden biri. TRT’nin yapımcısı olduğu ve çok beğenilen “Quo Vadis Aida?”yı geçti, ama hakkıyla geçti. “Another Round” alkolizmi, bıkkınlığı, isteksizliği hiç yargılamadan, hiç abartmadan, hiç yorum katmadan, üstelik son derece “ekonomik” ele alıyor. Filmi izlerken sürekli buzluktan çıkan votkaları içme isteği, kafayı bulduktan sonra insanın kendisini Mads Mikkelsen gibi dans edeceğine inandırması yan etkileri olabilir.
        • Ödül töreni Los Angeles’ta akşam 17:00’de yapılıyor; Amerika kıtasındaki dört ayrı zaman diliminde televizyon yayın saatini kaçırmamak için. New York’ta 20:00’de yayına giriyor tören. Tabii ekran başındaki izleyicilerin çoğu törenin gece yapıldığını düşünüyor, ne de olsa bugüne kadar törene ev sahipliği yapan Dolby Theatre kapalı mekan. Bu sene Union Station’a aldılar töreni, şehirde güneş batmadığı için de ilk birkaç saatinde aşırı aydınlık, herkesin kötü göründüğü bir yayın oldu. Camdan sızan aydınlık ve salondaki ışıklar felaketti. Lise müsameresini andırdı. Seneye Dolby’e geri dönülecek. Bu sene neden dönülmedi, koca salon birkaç kere öylesine kullanıldı anlamak zor.
        • Dolby Theatre ekrandan şaşalı bir salon gibi gözüküyor, ama aslında bir AVM’nin içinde. Ama tren istasyonunu görünce AVM daha iyiymiş dedim.

        Düzeltme: Yazının ilk halinde Anthony Hopkins'in tören sırasında Galler'de olduğu bilgisi yoktu. Hopkins ertesi sabah yayınladığı video mesajla memleketi Galler'den ödülü kabul etti.

        Diğer Yazılar