Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Önümüzdeki hafta sonu için Four Seasons Maui’de rezervasyon yaptırmak için odalara bakıyorum, tek seçenek olarak karşıma yaklaşık 140 metrekarelik bir süit çıkıyor. Geceliği 9 bin dolar. HBO’nun Türkiye’de Digiturk’te yayınlanan yeni dizisi “The White Lotus”da Facebook yöneticisi Sheryl Sandberg’den esinlenen karakterin ailesiyle birlikte bir hafta kaldığı oda bu olsa gerek. Bu yazın, belki de televizyon tarihinin en iyi dizilerinden “The White Lotus” bu otelde pandemi sırasında çekildi. Four Seasons oldu The White Lotus diye hayali tatil köyü; altı bölüm boyunca bu kadar yüksek ücreti ödeyebilecek ayrıcalıklı insanların tatilinin nasıl bir trajediye dönüştüğünü izliyoruz. Parayla mutluluk olmadığına dair çok kuvvetli tezleri var bu dizinin.

        “Cinayeti kilerde şamdanla şu kişi işledi,” türü “İpucu” oyununu andırırcasına “The White Lotus”un daha ilk sahnesinde de bir ceset var. Belli ki biri ölmüş ya da öldürülmüş, orasını bilmiyoruz, ama bu rüya tatilin hemen herkese zehir olduğunu havalimanında tek başına uçağın kalkmasını bekleyen ayrıcalıklı damadın yüz ifadesinden anlamak mümkün.

        ÜST KATTAKİLER ALT KATTAKİLER

        REKLAM

        Cornell mezunu emlak kralı damadın yanında benzerlerine Türk gazetelerinin hafta sonu eklerinde rastlayacağımız yeni evlendiği ikinci sınıf muhabir eşi var. Sandberg’den esinlenen ailenin babası eşinin konumu altında ezilmiş bir zavallı, aynı zamanda testis kanseri olmaktan korkuyor. Kızları ve beraberinde tatile getirdiği yakın arkadaşı dünyanın en çirkef genç kadınları olmaya aday. Aynı ailenin oğlunun bir derdi var, tam bilmiyoruz, ama sık sık telefonundan porno izleyip mastürbasyon yaptığı aile sırrı değil. Bitmedi, otelin konukları arasında bütün dünyanın “Stifler’ın annesi” olarak tanıdığı Jennifer Coolidge hayatının rolünü canlandırdığı Tanya var asıl: Zengin ev kadınlarına dair ‘reality show’lardan fırlamış sınırsız servete sahip bu kadın annesinin küllerini okyanusa dökmek için lüks otele tek başına geliyor.

        Bunlar “üst kat” ama “The White Lotus” bir o kadar da “alt kat” sakinleriyle, otel çalışanlarıyla ilgileniyor. Spa müdürü Belinda bir anda Tanya’nın şifacısı oluyor ve aralarında sınıf duvarlarına takılan bir dostluk başlıyor. Hawaii’li garson aynı zamanda konukları eğlendirmek için akşam yemeğinde üstü çıplak yerel danslar sergiliyor; sörf’çüye benzeyen genç garson her işe koşuyor; çalışmaya çok ihtiyacı olan bir başka çalışan hamileliğini gizliyor ama işin ilk gününde çocuğunu doğurmak zorunda kalıyor. Tek misyonu konuklarını memnun etmek olan ve onları birer çocuk gibi şımartmakla görevli otel çalışanlarını bir orkestra şefi gibi yönetense tesisin müdürü Armand. Eski tip eşcinsel bıyığına sahip bu müdür adi bir karakter olduğunu sahte samimiyetiyle gizlemeye çalışıyor. Çok da gizleyemiyor, çünkü riyakarlığı yüzünden okunuyor. Hep aşırı kibar, hiç “hayır” demiyor ama gizliden gizliye konuklardan nefret ettiği de belli. Herhangi bir lüks lokanta veya otelde böyle bir müdürle illaki karşılaşmışsınızdır.

        Bütün bu karakterlerin kendi iç çatışmaları, beklentileri, sevimsizlikleri arasında dizinin ilk sahnesindeki gizemin hiçbir önemi kalmıyor. “Bir şeyler olmasa da kesin bir şey oldu,” diye başlayan bu dizide neyin olduğunun aslında hiçbir önemi yok. Sadece birbirinden ayrıcalıklı insanların hangilerinin daha sevimsiz olduğunu görmek için gözünüzü alamıyorsunuz.

        Son yıllarda HBO dizilerinin ana teması nefret edilesi karakterlerin iğrençliklerini ekrana taşımak oldu. Oysa soğukkanlılıkla cinayet işleyen Tony Soprano bile sevilesi bir babaydı. “Sucession” hepsi birbirinden iğrenç bir medya ailesinin taht savaşını gösteriyor, servet pornosu “The Undoing”de aşırı zenginler için cinayet işlemenin sıradanlığı gösteriliyor, “Big Little Lies” ülkenin en güzel sahil şehirlerinden birindeki beyaz insanların iyi niyetinin ardındaki çirkinliği ortaya seriyor.

        REKLAM

        ADADAN BU HAFTA KİM ELENECEK

        Hemen her bölümü gözyaşlarıyla biten kült favorisi “Englihtened”ı yaratan Mike White’ın beyninden çıkan “The White Lotus” bütün bu dizilerden farklı olarak yarışmacıları bir tatil köyüne hapseden bir yarışma programı gibi daha çok. New Yorker’ın yazdığına göre White bizzat böyle bazı yarışmalara katılmış. Ancak diziyi “Adadan bu hafta kim elenecek,”yerine “Otelde bu hafta kim daha iğrençleşecek,” diye takip ediyorsunuz. Karşısındakini hayal kırıklığına uğratma konusunda alt kattakiler ve üst kattakiler birbiriyle yarışıyor, aralarında sadece spa sorumlusu Belinda’ya bir parça sempati duymak mümkün. Ama dizi adeta bir yarışma gibi olduğu için her bölümün sonunda bir sonraki için sabırsızlanıyorsunuz.

        Ayrıcalıklı insanlar hakkındaki diziyle ilgili benim tek ayrıcalığım Digitürk’ten bütün bölümleri aynı anda erken edinebilme şansımdı. Gerçi altı bölüm bana gelene kadar araya bayram girdi. Üç hafta boyunca Pazar gecelerini ekran başına geçmiş, bir sonraki Pazar olsun diye beklemiştim. Bu hafta dizinin dördüncü bölümü yayınlanacak, geriye iki bölüm kalıyor. Tavsiyem sabredip bir oturuşta bitirmeniz. Ama her hafta güzel bir şarap eşliğinde yemekten kalkıp keyif alacağınız biriyle izlemenin de tadı ayrı. Çünkü dizi sahne aralarında bol bol konuşmaya, yüksek sesli kahkahaya, hatta televizyonda olan bitene karşı küfretmeye elverişli.

        Diziyi birlikte izlediğim kişiyle takvimlerimiz denk gelmediği için son bölümleri tek başıma izlemek zorunda kaldım. Bu yüzden de kendimi Four Seasons Maui’nin en güzel odasında tatilin ortasında terk edilmiş gibi hissettim biraz. Altı bölümün sonunda en çok Tanya’nın “İlgiye aşırı muhtaç ve çok derinlerde güvensiz bir insanım,” cümlesi aklımda kaldı.

        Diğer Yazılar