Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Los Angeles

        Son bölümü 1998 yılında ekrana gelen bir televizyon dizisinin afişleri nasıl 2021 yılında şehrin sokaklarını kaplar? Çünkü Netflix büyük yatırım yaparak aldığı ve bugün platforma yüklediği “Seinfeld”i yeni kuşaklar için de vazgeçilmez bir dizi yapmaya çalışıyor, sanki sıfırdan çektikleri bir komedi dizisiymiş gibi tanıtıyor. Oysa X Kuşağı’nın favorisiydi “Seinfeld,” sonradan millenial’lar yakaladı; ne de olsa artık 40’ın üzerinde yaşları. Ama Z Kuşağı için bir bilinmezlik olduğuna eminim. Netflix daha önce “Friends” nasıl yeni kuşaklar tarafından keşfedilip benimsendiyse “Seinfeld”in de aynı etkiyi yapabileceğini düşünüyor.

        Bu kumar tutacak mı, göreceğiz. Açıkçası, bütün bölümlerini defalarca izlediğim “Seinfeld”i ben de son bölümü yayınlandıktan sonra keşfedenlerden oldum. Televizyonda yayınlandığı yılları şöyle bir hatırlıyorum. Sonrası biraz bulanık: nasıl hayatıma girdi, nasıl vazgeçilmezim oldu… Televizyonlarda tekrarların etkisi vardı kuşkusuz, ama “Seinfeld” en çok üzerinden yıllar geçtikten sonra kulaktan kulağa yayılarak kitle kazandı. Oyuncular tekrarlardan servet yaptı üstelik; hiç gözüm yok, son kuruşuna kadar hak ediyorlar.

        REKLAM

        NEW YORK DİZİSİ

        90’larda televizyona aşina olanlar için sit-com imparatorluğunun tepesinde “Friends” mi yoksa “Seinfeld” mi olacağına dair tartışmalar yapılırdı. Pek çokları daha popüler olan “Friends”den yana tercihini kullanırdı, oysa “Seinfeld” içeriği bakımından zamansız bir diziydi. O yıllarda izlerken de eskimeyeceğinin, her dönem karşılığı olacağının farkındaydım. Kıyafetler eskiyor, insanların saç kesimleri, Jerry Seinfeld’in ayakkabı modelleri, apartmandaki elektronik aletler eskiyor ama durumlar hep aynı kalıyordu.

        Bir başka New York dizisi olan “Friends” şehre dair bir fantezi sunuyordu. Ama “Seinfeld”in kentle ilişkisi, özellikle de ana karakterlerin yaşadığı Upper West Side bölgesiyle bağları daha organik, daha ikna ediciydi. Los Angeles’ta çekilmesine, New York sokaklarında geçen sahneler olağanca sahteliğiyle gözümüzün içine girmesine rağmen fazlasıyla o şehre ait bir diziydi. Zaten Jerry Seinfeld ve Larry David de “hiçbir şey hakkında bir dizi” tasarlarken kendi hayatlarından, komşularından (Kramer), gittikleri yerlerden, ettikleri muhabbetlerden ilham almışlardı.

        “Hiçbir şey hakkında” kısmı “Seinfeld”in esprisi, çünkü dizinin tam olarak ne hakkında olduğunu açıklamak öyle kolay değil: Bir stand-up komedyeni ve arkadaş çevresinin başından geçen ilginç olaylar, dizinin etkisini hafife almak olur. Oysa “Seinfeld” daha önce televizyonda denenmemiş konulardan – Çin lokantasında masa beklemek, otoparkta arabayı kaybetmek – bölüm çıkartarak aslında gündelik hayatta ne varsa kapsayan bir dizi oldu zamanla. David ayrıldıktan sonraysa gündelikten absürde hızlı geçiş yaptı ama ben o sezonları da ayrıca severim.

        Hiçbir şeydense her şey hakkındaydı: Baba-oğul, arkadaşlık, eski sevgiliden dost olur mu, şöhret dünyası, New Yorkluların nörotizmi birbirinden sevimsiz ve bencil dört kişinin bünyesinde hayat bulmuştu. Özellikle sempatik görünmek gibi bir niyetleri yoktu karakterlerin, ama Tony Soprano gibi bir anti-kahraman da değillerdi. Sadece hepsi çok şımarık ve sadece kendilerini düşünenler tiplerdi. “Friends”de olduğu gibi zor durumda arkadaş dayanışması görmek mümkün değil Seinfeld ve arkadaşları arasında; aksine düşene bir tekme daha vurup, birbirleri dışında başka hiç kimseyle arkadaş olamayan bir dörtlü bu.

        KÖTÜLÜK GENLERİNDE VAR

        Dizinin ruh halini açıklayan en iyi bölümlerden biri lokanta sahibi bir göçmene dörtlünün istemeden de olsa yaptıkları büyük kötülük. Önce aklına girip Pakistan yemekleri satan bir restoran açması için ikna ediyorlar Babu Bhatt’ı; batıyor. Ardından ABD’de oturma izni anlamına gelen “Green Card” başvuru formlarını bir türlü teslim etmiyorlar; kötü bir niyetten değil, sadece önemsemedikleri, hayatta postaneden gelen zarflara öncelik vermedikleri için. (Ana karakterin baş düşmanı da postacı, ironik bir şekilde.) Ama bu basit görmezden gelme Babu’nun sınır dışı edilmesine kadar varıyor. Karakterler bu durumdan pişmanlık duyuyorlar mı? Hayır. Hayatlarına aynen devam ediyorlar.

        Normal şartlarda bir insanın hayatıyla, ekmeğiyle oynamak trajik olabilir. Ama Seinfeld ve arkadaşlarının komik olmasının nedeni kötü niyetli değil, sadece çok şapşal olmaları. Bireyin ve her koyunun kendi bacağından asıldığı New York kültürünün birebir yansıması bu. Babu tavsiyeyi dinlemeyebilir, lokanta konseptini değiştirmeyebilirdi. Belgeler gelmediği ya da geciktiği için komşusunun posta kutusuna güveneceğine göçmenlik bürosuna yeniden yazabilirdi. Hayattaki her sonuç kendi tercihimizin ürünü sonuçta, başımıza gelenlerden dolayı başkalarını suçlamak Doğu toplumlarına özgün bir davranış. Fazlasıyla New York olan “Seinfeld” bu bireyselliğin kendi dünyası için norm olduğuna ikna edebildiği için karakterlerden nefret etmiyorsunuz. O dördünden biriyle arkadaş olur musunuz, bilmem, ama uzaktan izlemek aşkların en güzeli.

        Elbette monoblok, homojen bir kuşak değil Z Kuşağı. Ama onlara atfedilen özelliklerden biri herkese, özellikle de ötekilere karşı, anlayışlı olmak, kimseyi yargılamamak, herkesi kabullenmek, iyilik yapmak, dünyayı korumak, insanları sevmek… ve güzellik yarışmalarında dile getirilen başka idealler. Sırf bu yüzden “Seinfeld” gibi bencilliğin ve bireyselliğin başyapıtı bir diziye nasıl tepki vereceklerini çok merak ediyorum. “Friends” iyi insanlardan oluşuyordu, “Seinfeld” sonunda yargılandıkları gibi kötü insanların hikayesi. Birini beğenenin öbürünü beğenmesi de çok olanaklı değil; en azından biz izlerken kamplar laik-İslamcı, Apple-Android, Mercedes-BMW gibi çok net ayrılmıştı.

        Diğer Yazılar