Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bu aralar başka dizi kalmadığından “And Just Like That…”e takıldım. “Sex and the City”nin devamı kağıt üzerinde de çok kötü fikir, uygulanışta da. Ama en çok geçmişe sadakatimden izliyorum. Öyle ya da böyle, “SATC” dünya dizi tarihini değiştirmişti. Devamıysa sadece nostaljiseverlere hitap ediyor, o kadar. Benim ilgiyle izlememin bir sebebiyse içten içe dizinin 55 yaşındaki kadınları daha ne kadar acıklı duruma düşüreceklerini görmek istemem.

        Aslında 55 yaşındaki kadından üç ana karakter yaratan dizi bir anlamda öncü. Sinemada ve televizyonda böyle hikayeleri çok nadir izliyoruz. Meryl Streep değilseniz 40’ı geçen kadınların rol bulmasının epey zor olduğunu bütün Hollywood söyleşilerinden anlayabilirsiniz. Dahası, yaşı ilerleyen kadınlara da kendi hikayelerini anlatma fırsatı verilmiyor. 50’yi aşan insanların hikayeleri nedir, nasıl yaşarlar; bunu ekranda görmek pek mümkün değil. “AJLT” elinde böyle bir fırsat olan ama kullanmayan bir dizi. Dahası, 55 yaşı doğrudan yaşlılığa endekslemiş durumda. Hani insanın ömrü uzuyordu, 50’ler de artık orta yaş sayılıyordu?

        GEÇMİŞİ TEMİZLİYORLAR

        Dizinin yapımcıları bu teorilerden habersiz olsa gerek. Çünkü altı bölüm boyunca durmaksızın karakterlerin yaşlandığı gözümüzün içine sokuluyor. Geçen hafta Carrie Bradshaw ameliyat oldu. Barmen Steve duyma aletiyle dolaşıyor ve Miranda’yla evliliğinde “karı-koca ilişkisi” yok. “Sex and the City”nin bu devamında pek seks de yok zaten, hatta dizide seks yapan tek kişi Miranda’nın oğlu gibi. Gerçek hayatta lezbiyen olan Cynthia Nixon’ın canlandırdığı Miranda karakterinin kendi cinselliğini keşfetmesi, “non binary” bir karakterle mutfakta ateşli bir seans yaşaması sadece gülünç.

        REKLAM

        Dizinin sorunlarından biri insanların akışkan cinselliğine günümüzün moda bir meselesi olarak yaklaşmaları. Mecburen bu konulara girmiş gibiler. Charlotte’ın “çocuğu” da adını ve kendisine hitap edilen zamiri değiştiriyor, saçlarını kestiriyor ve tabii ki anne-babası bu durumu anlamakta zorlanıyor. Yıllarca heteronormatif mesajlar veren, hatta biseksüelliği “ara durak” olarak yorumlayan dizi böylece geçmişteki ezberlerden ders aldığını gösteriyor.

        “SATC” zamanında dört beyaz karakterin beyaz dünyalarının dışına çıkmamakla da eleştirilmişti. Dünyanın en kozmopolit şehrinde yaşayan bu insanların bir tane bile beyaz olmayan yakın arkadaşı yok muydu? Miranda bir ara Blair Underwood’un canlandırdığı seksi doktorla ilişki yaşamıştı; diziyi birkaç kere izlememe rağmen aklıma başka bir örnek gelmiyor. “AJLT” bu hatayı da düzeltmek için şimdi her karaktere takıldıkları ayrı bir yeni arkadaş monte etti: Latin Amerika kökenli bir “birey,” üst sınıfa mensup bir siyah kadın ve Carrie’nin Hintli emlakçı arkadaşı. Bu insanları aksesuar olarak kullanmamak için çok uğraştığı belli dizinin.

        Yine de en sırıtan tarafı cinsel kimlikler ya da çokkültürlülük zorlaması değil. Dizinin yaratıcıları 55 yaşındaki kadınların nasıl yaşadığını, ne konuştuğunu, dünyalarında neler geçtiğini pek bilmiyor gibi. “Real Housewives” serilerini izleyenler oradaki kadınların muhabbetlerinin, kavgalarının, kıskançlıklarının, arkadaşlıklarının sadece yaşlanmaktan ve hastalanmaktan bahseden “AJLT” karakterlerinden çok daha ilginç ve renkli olduğunu bilir. 55 yaşın dizide gösterildiği gibi olmadığına dair birkaç tane de itiraz yazısı da okudum. Belli ki izleyici kitlesinde de böyle bir sıkıntı var.

        GAYLERİN İNTİKAMI

        Aslında böyle bir sorun “Sex and the City” yayına girdiğinde de vardı. Dizinin yaratıcısı iki eşcinsel erkek etraflarından bildikleri stereotipik gay karakterleri kadın gövdesine yerleştirerek yola çıkmışlardı. Dizinin fazlasıyla ilham aldığı “Golden Girls” de böyleydi; Dorothy (gergin), Blanche (azgın) ve Rose (saf), Sophia (sarkastik) en klişe gay karakterlerdi aslında ama 80’li yıllarda ekranda dört yaşlı eşcinsel erkeğin macerasını hiç kimse izlemezdi. Ama aynı karakterler önümüze kadın olarak sunulunca dizi patladı; sonraki yıllarda da en büyük fanları sırrı keşfeden eşcinsel erkekler oldu zaten. Bu dört karakter de yaşadıkları yıllar boyunca LGBT+ derneklerine bağış yapmak gibi harekete destek eylemleriyle borçlarını hep ödediler.

        “SATC” de dört kadını konu alan bir gay dizisi olarak başladı. Rose’un yerini Charlotte, Blanche’in yerini Samantha almıştı ve dizinin yapımcılarının kadın olmaya dair hiçbir fikri yoktu. Yazar odasında kadın bile yoktu; eşcinsel erkekler kendi kafalarına göre kadın karakter yazıyor, bu kadınlar da ekranda eşcinsel erkekler gibi davranıyordu. Kendileri de itiraf ediyorlar zaten. Kadınların periyodunun nasıl olduğunu dahi oyunculara soruyorlarmış senaryoda böyle bir konu gerektiğinde. Çok sonraları, dizi tutunca yazarlar odası genişledi ve kadınlar görev almaya başladı. Zaten dizinin en kuvvetli tarafları da sonradan, kadın dostluğunun kadınlar tarafından yazılmaya başladığı zamanlar. Ama iş işten geçti o zamana kadar, “SATC” dizisinde görüp eşcinsel erkekler gibi davranan bir kadın kuşağı da yarattı.

        Belki “AJLT” de tutarsa 55 yaşındaki kadınları işe alıp daha yaratıcı alanları keşfeder ileride. Kim bilir, ama şimdiki haliyle yine eşcinsel erkekler kadınları yaş aldıkları için cezalandırıyor ve intikam alıyormuş gibi duruyor. 55 yaşında ve kadın değilim o yüzden bilemem, ama umarım 55 yaşında kadın olmak bu diziden daha renklidir.

        Diğer Yazılar