Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Geçen yaz bin TL olan uçak bileti bu yaz iki bin 500 TL’ye çıkmış. Kim hangi rakamı açıklarsa açıklasın gündelik hayatımıza yansıyan enflasyon oranı bu gibi fiyatlarda ortaya çıkıyor. Benim gelirim geçen yazdan bu yaza yüzde 150 oranında artmadı, Türkiye’de hiç kimsenin de bir senede zenginleştiğini zannetmiyorum. Ama bu uçak biletleri satın alınıyor, insanlar seyahate çıkmaya devam ediyor. Ben de mecburen bu bileti alacağım, çünkü hayatımızda topu topu kaç yaz var ki? Sadece uçaklar değil, oteller ve lokantalar da geçtiğimiz yaza kıyasla iki kattan daha fazla fiyat artırdı. Kiminle konuşsam “Gelince şaşkınlık geçireceksin,” diyor. Oysa daha birkaç ay önce Türkiye’deydim, demek ki bu kadar kısa sürede bile değişim olmuş.

        Türkiye’deki fiyat artışının geçici olmadığı ortada. Kimi iktisatçılar—bazıları zamanında hükümete yakındı—zamanında önlemler alınmadığı için Türkiye’de yüzde 30 oranında kalıcı enflasyon tehlikesinden bahsediyor. Dahası, Türkiye’de yaygın bir karamsarlığın hakim olduğu da ortada. Hükümetin reçeteleri de pek sonuç vermediği için iyimser olmak için bir neden de yok. Ama Türklerin böyle bir ortamda, bütün veriler artan enflasyon, işsizlik ve beraberinde hızlı bir çöküşe işaret ederkenki davranışı rasyonaliteyi zorluyor. Uçaklar dolu, otellere rezervasyonlar yapılıyor, lokantalar zaten tıklım tıklım. Bir yanda Türkiye fakirleşiyor. Ama bir kesim de hiç etkilenmiyor, hiç rahatını bozmuyor.

        YOLUN SONU FELAKET

        Aylardır bu konu lokantaların doluluğu üzerinden tartışılıyor, hiçbir iktisatçı da toplu halde fakirleşirken insanların nasıl her gece dışarıda yemek yiyebildiğinin, eğlence yerlerinin nasıl bu kadar dolu olduğunun tam açıklamasını yapamıyor.

        İktidara yakın kesim lokantaların doluluğunun ekonomide sorun olmadığının kanıtı olduğunu iddia edecek fanteziler pazarlamaya çalışıyor. Gelir uçurumunun çok büyüdüğü, zenginle fakir arasındaki ayrımın belirginleştiği, bir kesimin krizlerden hiç etkilenmediği kesin. Ama lokantaları sadece yüksek gelirli insanlar doldurmuyor. Orta ve alt gelir seviyesine hitap eden mekanlar bile dolu. Normal şartlarda hafta içleri evde oturması beklenen çalışan sınıf söz gelimi Salı gecesi bile dışarıda yiyor artık.

        Ekonomik gidişat kötüyse bireysel tedbirler alarak yaklaşan fırtınayı aşmaya çalışırız. Biriktirebildiğimiz kadar para biriktiririz, kimilerimiz yaşam düzenimizi değiştirir, belki ailelerimizin yanına taşınırız. Kriz yaklaşırken herkesin alacağı ilk tedbir lüks tüketimi azaltmaktır. Tatile gitmek veya dışarıda yemek ilk kesilmesi gereken masraflar olmasına rağmen Türkler tam aksi yönde davranıyor. Ve iktisatçılar da bu durumu bir türlü açıklayamıyor. Açıklamaya çalışanlar da ya yeteri kadar ikna edici değil.

        Türklerin davranışlarıyla yerleşik kuramları zorladığı çok olmuştur. İktisadın yetersiz kaldığı noktada belki sosyal psikoloji yardımcı olabilir.

        Ekonomi bütün dünyada periyodik olarak değişimler gösterir, ama kuvvetli ülkelerde orta sınıfın kendi geleceğine dair aşağı yukarı bir projeksiyonu vardır. Belli bir süre çalışarak hayat kurmak ve orta sınıfın başarı saydığı aşamalara ulaşmak mümkündür. Maaşlı çalışan biri zamanla ev ya da araba sahibi olabilir, maaşının da çok yüksek olması gerekmez. Parasının alım gücü uzun vadede istikrarlıdır, bir gecede aniden elindeki paranın değeri erimez. Dolayısıyla fiyat artışlarından sınırlı ölçüde etkilenir. Ama buna rağmen kötü işaretlere rağmen tedbirini alır. ABD’nin bugün içinden geçtiği durum bu. İnsanların hala paraları var, çalışıyorlar ama yarın öbür gün yaklaşması gereken fırtınaya karşı hazırlık yapıyorlar.

        Türkiye’de hiçbir hazırlık olmadığı gibi orta sınıf elindeki parayı saçıyor. Bunun bir açıklaması insanların kazandığı paranın hiçbir değeri olmadığının farkında olmaları. Artık üst düzey çalışanların aldığı maaşlarla bile gelecek inşa etmesi imkansıza yakın. Bunu kendimden de biliyorum; bu ülkede bildim bileli hep köşe yazarlarının maaşı tartışılırdı, hala Türkiye ortalamasının üzerinde kazanmamıza rağmen sonunda medya elitinin kazancı bile orta sınıf hayat yaşamaya imkan sağlamıyor. McKinsey’de falan çalışmıyorsanız Türkiye’de iyi sayılabilecek bir maaş alıp aile kurmak, gelecek planlamak, yatırım yapmak imkansız. Para durduğu yerde değer kaybederken biriktirmenin, yastık altında saklamanın ya da bankada faize yatırmanın da anlamı yok. Zaten faiz de kazandırmıyor. Para durduğu yerde yok olacağına bunu eğlenceye ayırmak, “battı balık” mantığıyla harcamak çok da anlaşılamaz olmasa gerek. Bir daha mı dünyaya geleceğiz ya da madem ki intihar etmeyeceğiz o halde içelim… Kendi adıma bu noktadayım, artık ne olursa olsun diyorum.

        MUCİZEYİ BEKLERKEN

        Bunun uzun vadede sürdürülebilir olmadığı ortada. Neil Postman toplumların televizyon izleyerek kendilerini ölüme tatlı tatlı alıştırdığını söylemişti, Türkiye de adeta lokanta sofrasında kendi sonunu hazırlıyor. Ama hiç kimse bu kadar sorumsuz ve şuursuz olamaz, tamamen akli dengesini yitirmediyse sonunun uçurumdan düşmek olduğunu bile bile gaza basmaz. Oysa görünen tam da bu: Türkiye’nin orta sınıfı olmayan parasını harcayarak kendi sonunu hazırlıyor, üstelik her gün geliri biraz daha azalıyor.

        Deux ex machina. İnsanlar bir mucize, bir kurtarıcı, bir süper kahraman bekliyor. Seçime bir seneden az kaldı, birçok anket de Türkiye’de yeni bir dönemin başlayacağını gösteriyor. İnsanlardaki rahatlığın nedeni değişim ümidi olmalı. Seçimden sonra bugünkü problemlerin sihirli değnekle çözülebileceğini bile düşünüyor olabilirler. Ertesi gün dolar düşecek, güvensiz ortamdan kaçan yabancı yatırımcı gelecek, ekonomi düzlüğe çıkacak, hepimiz zenginleşeceğiz gibi fanteziler belki de son bir seneyi umursamaz, vurdumduymaz geçirmelerine neden oluyor. Türklerin umut edebilmesi geleceğe dair olumlu bir sinyal kuşkusuz. Umut olmasa hayata tutunmanın da anlamı kalmaz.

        Tek kaygım var. Diyelim ki değişim oldu, diyelim ki beklendiği gibi iktidar gitti. Ya hiçbir sorun çözülmezse? Bu senaryoya dair bir hazırlık var mı?

        Bu yazın 1985 yapımı şarkısı

        Bu yazın 1985 yapımı şarkısı
        0:00 / 0:00

        Beyoncé’nin albümü çıktı, büyük ihtimalle yazın seyrini değiştirecek ama müzik endüstrisinin nabzını tutan Billboard dergisine göre bu senenin yaz şarkısı şimdilik Harry Styles’ın “As It Was” parçası. ABD’de halka açık nereye gitseniz bu şarkı çalıyor. Yaz şarkısı arabalardan gelen, mağazalarda ve lokantalarda durmadan maruz kaldığınız parçalardan oluşuyor. Ne yaz hit’leri vardı geçmişte; Styles’ınki yoklukta ancak yaz şarkısı olabilir.

        Bu yazın özel bir durumu var. Billboard’ın beşinci sırasında Kate Bush’un “Running Up That Hill” şarkısı var. “Stranger Things”de kullanıldıktan sonra TikTok’ta yayılan bu şarkı aslında 1985 yılından. Asıl bu sene patlama yaptı. Ve üzerinden kuşaklar geçmesine rağmen hızı azalmıyor, daha da artıyor.

        Kate Bush’tan Tori Amos’a, Björk’e ve Şebnem Ferah’a çığlık atan kadınlar üzerindeki etkisi üzerine dümdüz bir çizgi çizilebilir. Rock müziğinde kadın vokal ve şarkı yazarı olarak yeri ortada ama hiçbir zaman böyle kitlelere mal olan bir şarkıcı olmamıştı. “Running Up That Hill” aylardır popüler, hatta 80’lerde Kate Bush’un en meşhur olduğu zamandakinden bile daha fazla insana ulaşmış.

        Bu şarkı ve neden bu dönem meşhur olduğu üzerine sayısız analiz yapıldı. En çok aklıma yatan bu şarkının hala kulağa çok iyi geldiği. 85’te yapılmış ve demode kalmış bir sound değil, hala geçerli olan ve bugün dinlendiğinde bile eskimemiş, yeniymiş gibi gelen kusursuz bir şarkı. Sanki yeni yapılmış gibi. Tek sorun çok fazla çalınması.

        Diğer Yazılar