Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Uzun bir tek parti iktidarından sonra muhalefetin ilk kez genel seçimi kazanabilme ihtimali var. Bu ihtimal farklılıklarını bir kenara bırakıp sadece kazanmak için bir araya gelen altı parti sayesinde oldu. Ama bu altı partinin hiçbirinin oyu tek başına iktidarı almaya yetmediği için de ittifak formülü bu ihtimali doğurdu. Muhalefet bunu yüzde 50 artı 1 kuralına ve iki turlu seçim sistemine borçlu. Zaten açık açık seçim ikinci tura kaldığı anda seçmenin muhalefet adayının etrafında birleşebileceği konuşuluyor.

        Bir önceki anayasa değişikliğiyle hayatımıza giren yüzde 50 artı 1 kuralı ve iki turlu seçim kusurlu bulunan, değiştirilmek istenen, bütün kötülüklerin müsebbibi olarak görülen yeni sistemin belki de en iyi tarafı. Ama kalıcı olup olmayacağını bilmiyoruz. Ne muhalefet ne de iktidar bu konudan memnun gözüküyor.

        DEMOKRASİNİN SİGORTASI

        Eski sistemde yüzde 24 alan parti bile seçimden birinci çıkıp hükümeti kurabiliyordu. 20 yıldır iktidarda olan AK Parti de ilk seçimde yüzde 34 civarında bir oy aldı, diğer partiler barajın altında kaldığı için çok fazla milletvekili çıkarabildi. Sonraki yıllarda da oyunu katlayarak artırdı. Hatta AK Parti’nin veya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsının en az yüzde 50 oyunun olduğu yaygın kabul görmeye başladı. Birkaç kere de yüzde 50’yi geçtiler.

        Ta ki anketlerde hem de Erdoğan hem de partisi oy kaybedene kadar. Kimi anketlerde AK Parti’nin oyu bir ara yüzde 30’un bile altına düştü. Daha önce kolaylıkla yüzde 50’yi geçen Erdoğan da bu rakamı tek başına bulmakta zorlanır oldu. AK Parti’yi MHP’yle bir tür koalisyona mecbur bırakan yeni sistemdeki yüksek eşik oldu.

        Seçim sisteminde bu değişikliğe gidilirken Erdoğan’ın hiçbir zaman oyunun yüzde 50’ye düşmeyeceği mi öngörülüyordu? Hala bu sorunun yanıtı verilmedi. En kötü halinde bile yüzde 30 oyu garanti olan Erdoğan bu yenilikle adeta kendi ayağına kurşun sıktı. Yüzde 50 artı 1 değil, en çok oyu alan partinin iktidar olduğu bir sistemde uzun yıllar koltuğunu koruyabilirdi. Ne ittifaka ihtiyaç duyardı, ne de bugün olduğu gibi riskli bir seçim ortamına girmeye. Neden bu değişikliğe onay verdi?

        Ancak belki de yeni sistemi tasarlayanlar iki turlu seçim ve yüzde 50 artı 1 kuralını demokrasinin garantisi için getirmişlerdir. Belki Erdoğan’ı bir şekilde ikna ettiler.

        Çünkü bu sayede sınırlı oyla herhangi bir partinin iktidara gelmesi önleniyor.

        Franda’da seçimin ikinci tura kalması yıllardır aşırı sağ ve faşist partilerin iktidara gelmesini önlüyor. Seçmen Macron gibi adaylara çok bayılmasa da daha büyük bir tehlike karşısında makul isimde birleşiveriyor. Otoriter liderlerin ülkeleri çok kolay dönüştürebildiği bir dünyada yüzde 50 devletin aşırı uçların eline geçmemesinin de garantisi. Bu kural demokrasinin korunmasının da sigortası aynı zamanda. Yüzde 50 artı 1 seçimi kazanan partinin çoğunluğun tercihi olduğunu tartışmaya açmıyor. (Fransa’da aşırı sağın, ikinci tura rağmen yüzde 50’ye varacak kadar güçlenmesi apayrı bir sorun.)

        Tabii yüzde 50’ye ulaşmak, ikinci turda da seçimi kazanmak o kadar kolay değil. Bunun kolay olmadığını AK Partililerin ve Erdoğan’ın kamuoyu önünde yüzde 50 artı 1 kuralından şikayet etmeye başlamasından anlayabiliriz. Bir, bir buçuk sene önce “Yüzde 40 artı 1 mi yapsak,” diye açık açık konuşuluyordu.

        İktidarın bu önerisine karşı muhalefet ağız birliği etmişçesine Erdoğan’la dalga geçmeyi tercih etti. “Keyfe göre mi bu rakamı indireceğiz, kendin ettin kendin buldun,” mealinden çıkışlar hem Ahmet Davutoğlu hem de CHP’li Faik Öztrak tarafından dillendirildi. İlginç olan hiçbir muhalefet partisinin iki turlu seçimi ve yüzde 50 artı 1 kuralını ilkesel olarak savunmamasıydı.

        YENİ METİNDE GÖREMEDİM

        Muhalefet de içten içe yüzde 24’le iktidara gelinebilen günleri özlüyor olmalı. Altılı Masa’nın önceki gün açıkladığı ortak bildiride iki turlu seçim ya da yüzde 50 artı 1 kuralına bir vurgu göremedim. Cumhurbaşkanı’nın yetkileri basit bir temsilci işlevine kadar indirgeniyor ve bu sembolik makama gelecek kişiyi yine halk seçiyor. Ama nasıl seçiyor, iki turlu bir seçim mi net değil.

        Aynı durum Başbakan seçimi için de geçerli. En çok oyu alan parti hükümeti kuruyor gibi anlıyorum. Muhalefet parlamenter sisteme dönüldüğünde—o da dönülebilirse—hükümetin Meclis’ten güvenoyu alması gerektiği kuralını geri getiriyor. Ancak seçim barajı yüzde 1’e indiğinde en çok oyu alan ve hükümeti kuracak olan parti sandalye sahibi olan küçük küçük partilerin desteğini kolaylıkla toplayabilir.

        CHP’ye partinin yüzde 50 artı 1 ve iki turlu seçim hakkındaki görüşünü sordum, bir yanıt alamadım. Kim bilir, belki de bu sessizliğin nedeni tam olarak kendilerinin ne olduğunu ya da bu kuraldan vazgeçince doğacak sonuçları tam olarak bilmemeleridir.

        Oysa çok basit bir hesap yapılabilir: Bugünkü manzaraya bakıldığında hala AK Parti birinci gözüküyor. Yarın aniden eski sisteme dönüldü diyelim, yine birinci parti çıkacak ve Erdoğan kolaylıkla Başbakan seçilecek. Muhalefet farkında olarak ya da olmayarak aslında Erdoğan’a mı hizmet ediyor? Hala Erdoğan’ın neden seçilmek için uğraştığını anlamıyorum. Başkaları adeta onun kalıcı olması için çalışıyor.

        Benim kafam karıştı. Bu konuda çok daha net bir açıklama yapması gerekiyor Altılı Masa’nın.

        Diğer Yazılar