Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye'nin önüne dayanan "su krizi" meselesi de, tıpkı diğer meselelerimiz gibi aynı zihniyette ilerliyor.

        Bu sıkıntıya yaklaşımımız ile depremlere, sellere ya da diğer felaketlere yaklaşımımız arasında herhangi bir fark bulunmuyor.

        Tehlike ne zaman ki kapımızdan içeri girmeye ve bizlere doğrudan dokunmaya başlıyor, ancak o zaman önlem almayı düşünüyoruz.

        Tabii ki, diğer olaylarda olduğu gibi, bunda da çok çok gecikmiş durumdayız.

        *

        Şimdi diyorlar ki, büyük şehirlerde en fazla 2 ya da 3 aylık su kaldı, barajlar kurudu, su kaynakları azaldı.

        Ben de onlara diyorum ki, günaydın millet, uyanın da balığa çıkalım!..

        Çünkü, bu duruma geleceğimiz daha 20 yıl öncesinden belliydi. Bizim uzmanlar olsun, Birleşmiş Milletler olsun, Avrupa Birliği Su Yönetimi olsun, Türkiye'ye ve su krizine girecek benzer ülkelere senelerdir önlem çağrısı yaptılar.

        Büyük şehirlerimizin susuz kalacağını, Türkiye'nin de 2030'da tamamen su fakiri olacağını, hatta sonrasında su için komşu ülkelerle savaşa tutuşacağını (ki buna tarih bile verdiler, 2040) defalarca söylediler, bildirdiler, uyardılar.

        Her geçen yıl daha da yaklaşan ve büyüyen su krizi tehdidi için sayısız bilimsel konferans düzenlendi, toplantılar yapıldı, üniversiteler duyurular yayınladı.

        Peki, biz bu çağrıları bugüne kadar hiç dinledik mi, uyarıları ciddiye aldık mı, önlem düşündük mü?

        Mesela..

        *

        - Su kaynakları bakımından zengin olmadığı bilinen ülkemizde, suyun bütün sektörlerde tasarruflu kullanımına yönelik özendirici tedbirlere başvurduk mu?

        - Yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının her ne şekilde olursa olsun kirletilmesinin önlenmesini sağladık mı?

        - Su kaynaklarının kirlenmesini önleyici tedbirleri ödün vermeden uyguladık mı?

        - Tarım sektörü, belediyeler ve sanayi sektörü suyu en etkin ve sürdürülebilir bir şekilde kullanmayı değişmeyen bir kural olarak benimsedi mi?

        - TBMM bu konuda düzenleyici kuralları ve kurumları -diğer ülkelerde olduğu gibi- yasalaştırdı mı? Yasaların uygulanıp uygulanmadığını takip etti mi?

        - Çevreye, doğaya saygılı davrandık mı, nehirlerimizi, derelerimizi koruyup temiz tuttuk mu, ormanlarımıza sahip çıktık mı, yeşil alanları daha da genişlettik mi?

        - Son yıllarda ülkemizde maden arama faaliyetleri ve çıkarılan cevherin yıkanması veya saflaştırılması sırasında yapılan işlemlerde, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarımızın ciddi bir şekilde kirletilmesini, çevreye büyük zararlar verilmesini engelleyebildik mi, yoksa hepsine göz mü yumduk?

        - Hızlı nüfus artışına göre temiz su kullanımını planladık mı?

        *

        Bu soruların hiç birine kimse "evet" diye yanıt veremez, çünkü hiç birini yerine getirmedik. Getirmediğimiz gibi, tam tersi davranıp su kaynaklarımızı her fırsatta kirlettik, kuruttuk, zehirledik, çevre ve doğa yerine betonlaşmayı, santralleşmeyi, tahribatı tercih ettik.

        Hem bunları yap, hem de sonra kalk "eyvah suyumuz bitti, yandık mahvolduk" diye ağlaş..

        İşte bu yüzden, ülkeyi yönetenlere "günaydın" diyorum, "uyanın da balığa çıkalım" diyorum. Gerçi denizlerde balık da kalmadı ya!..

        Diğer Yazılar