Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ESKİ İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, 2010’da MİT Müsteşarı Hakan Fidan’dan “rahatsız olduklarını” açıkladı.

        Ankara, Kürecik’e radar kurulmasına başta itiraz edince ikinci hamle geldi. Türkiye bir kez daha Fidan üzerinden hedef alındı ve ABD’deki Neo-Con tayfası tarafından İrancı olmakla suçlandı. Ama nedense kimse düşünmedi; bir MİT Müsteşarı’nın İrancı olması nasıl mümkün olur, mesela kariyerine ne faydası olurdu ki? Komik değil mi(!)

        Suçlamalar Neo-Con’lara yakın bir gazeteci olan David Ignatius’un geçen sene, İranlı 10 İsrail ajanının MİT tarafından ele verildiğini iddia etmesiyle devam etti. Hedefteki isim yine Fidan’dı.

        Yahudi lobisinin sitesi Jewish Press ise hepsinden cüretkâr çıktı. Sitenin yazarı Yori Yanover, “Fidan bir sabah aracına binerken bombayla havaya uçurulmayı hak ediyor” diye yazarak MİT Müsteşarı’nı açıkça tehdit etti.

        İsrail ve Neo-Con tayfanın Fidan’ı “hedef” ilan etmesine şaşıracak değiliz. Fidan’ın MİT’i küresel bir istihbarat teşkilatına dönüştürmeye çalıştığı biliniyor. Bunun için de hazmedilemiyor. MİT’i babasının malı gibi görenlerin bu durum karşısında rahatsız olmaları normal.

        Normal olmayan, başkalarının hesapları doğrultusunda Fidan’ı içeriden tehdit edebilen yerli Yori Yanover’lerdir. Bu yapının maşaları daha önce Oslo görüşmeleri üzerinden Fidan’a saldırmışlardı.

        Şimdi de yasadışı dinlemelere temel teşkil eden Selam-Tevhid dosyası yerli Yori Yanover’lerin yeni saldırı aracına dönüşmüş gibi görünüyor.

        Madem öyle gelin biz de, bu dosyanın hazırlanış aşamasına ilişkin dün gazetemizde Hilal Öztürk imzasıyla yayınlanan habere göz atalım.

        Haberde, Emniyet’teki “Paralel operasyonu”na ilişkin istihbarat soruşturmasından önemli iddialara yer veriliyor.

        Haberdeki 2 iddia hemen göze çarpıyor. İlki Fidan’ın, Başbakan’ın, bakanların ve gazetecilerin telefonlarının yurtdışındaki bir ofisten dinlendiğine işaret ediyor.

        İkinci iddiaysa; dinlemelerinin kişi başına birer adamın görevlendirilmesi suretiyle yapıldığını gösteriyor. Üstelik “Paralel yapı”nın bu kadar çok dinlemeyi tek başına yapacak bir kapasitesi bulunmuyor.

        Yani... Yanisi şu, bu iddia doğruysa dosyayı hazırlayanlar bir istihbarat teşkilatıyla işbirliği yapmış demektir.

        Ayrıca dosya hazırlanırken dinlemelerin aslına sadık kalınmamış. Dinlemeler “önceden hazırlanmış bir senaryoya göre” kurgulanmış. Deliller ve dinlemeler bu senaryo doğrultusunda toplanmış ya da üretilmiş.

        Söz konusu soruşturmanın bugün çok daha net olan haline bakılınca, belli ki önce hedef isimler belirlenmiş. Sonra onların etrafındaki bir halkanın görüşmeleri, ardından da rastlantısal bile olsa o halkanın etrafındaki üçüncü veya dördüncü şahıslar...

        Kısacası, önce hedef seçilip sonra suç isnat etmek için malzeme ayarlama çabasına girişilmiş, ilgisiz insanlar ve olaylar arasında irtibat kurulmuş gibi görünüyor.

        Dosya hazırlandıktan sonra da düğmeye basılmış. bağlı polislere gönderilmiş. Polisler de dosyayı savcılara iletmiş. Savcılara da imzaları basıp operasyon emrini vermek kalmış. Amaç mı? Amacı görmek istiyorsak, operasyonun başarılı olması halinde bugün nasıl bir Türkiye’de yaşıyor olacağımızı düşüneceğiz. Başbakan’dan MİT Müsteşarı’na pek çok kişiye gözaltıların planlandığı, ekonominin çökertildiği, hükümetin düşürülmesinin hedeflendiği bir ülke...

        Anlayacağınız, bu işteki uluslararası istihbarat operasyonunun kokusu çoktan çıktı. İçerideki Yori’ler bu işe dahil olup belki de uluslararası istihbarat ortamlarında stratejik profillerini yükseltmeye çalışırken, besbelli operasyonun dışarıdaki asıl organizatörleri ülke gündemiyle içeriden oynamanın yolunu bulmuş oldular.

        Diğer Yazılar