Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye’nin Libya ile imzaladığı Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma anlaşması iki önemli gelişmeyi tetikledi. Birincisi İsrail doğal gazını Güney Kıbrıs-Yunanistan iş birliğiyle Avrupa'ya ulaştıracak EastMed projesi tehlikeye girdi. Daha doğrusu zaten tartışmalı olan işlevselliği bir kat daha sorgulanır oldu. Denizden komşu olan Türkiye ve Libya arasındaki mutabakat bertaraf edilmeden ya da hukuken ortadan kaldırılmadan bu projenin Türkiyesiz gerçekleşmesi hayli güçleşti. İtalya’nın zaman zaman çekimser tavır sergilemesinde bu pozisyonun da etkisi vardı.

        Çok açık ki Yunanistan bu projede Türkiye'yi devre dışı bırakmayı varoluşsal bir hedef sayıyor. Temel sebeplerinden birini Atina’daki Ekathimerini haberinde buluyoruz. Habere göre Yunanistan şu anda doğal gazının % 17'sini Türkiye topraklarından geçen boru hatlarından ithal ediyor. Yeni boru hattı anlaşmalarının aşama aşama devreye girmesiyle 2021’den itibaren Türkiye üzerinden transfer olan gaz geçiş payının % 80'lere çıkacağı belirtiliyor. Dolayısıyla Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik kışkırtıcı ve hatta saldırgan politikası, tarihsel dayanaklarının ötesinde yakın gelecekteki bölgesel rekabette güçlü ve zayıf yanlarının bir yansıması.

        İkinci tetiklenen önemli gelişme Libya sahasında etkin olma ve enerji kaynaklarına hakimiyet mücadelesi… Bir yanda Türkiye ve Libya’daki muhatabı Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH), diğer yanda Libya’nın doğusundaki gayrimeşru silahlı güç Hafter'i destekleyen Mısır, ABD, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Fransa ve kısmen Rusya bulunuyor. Sirte ve Cufra sınırına gelindiğinde hemen hepsinin ortak bir saikle hareket ettiği görülüyor. Türkiye destekli UMH’nin ilerleyişinin durması ya da Türkiye’ye ait sismik araştırma gemisinin şimdilik bekletilmesi onlar açısından yeni adımlar için bir zaman aralığı sunuyor. Buna benzer bir durumu Suriye’de de yaşadığımız söylenebilir. Bölgeden çekileceğini (sözde) açıklayan ABD, SDG-ki aslında YPG- petrol çıkarma anlaşması imzaladı.

        REKLAM

        Bu kapsamda EastMed ortaklığı da dikkate alınırsa karşı cephenin genişliği ortadadır. UMH’nin BM tarafından tanınması ve Türkiye-Libya arasındaki deniz yetki alanı sınırlama anlaşmasının hukuki meşruiyeti, Türkiye’nin temel tezleri olarak buna karşı çıkan ülke ve birliktelikleri yeni hamlelere zorluyor. Zira bunların her ikisinin ya da en azından birinin ortadan kaldırılması onlar açısından stratejik bir öneme sahip.

        İşte dün Yunanistan ile Mısır arasında imzalanan deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması buna yöneliktir. İmzacı ülkelerin dışişleri bakanlarının açıklamalarına bakıldığında bu yolla Türkiye-Libya arasındaki anlaşmanın ortadan kalktığı iddia ediliyor. Hatta Yunanistan Başbakanı Miçotakis bu anlaşma için “Bölgedeki yasal düzeni yeniden sağladı” diyerek hedeflerini açıkça ortaya koyuyor.

        Türkiye bu anlaşmayı yok hükmünde saydığını ve Yunanistan-Mısır arasındaki sözde anlaşma ile daha önce Türkiye’nin BM’ye bildirdiği sahayı sınırlandırdığını ifade etti. Sahada ve masada buna izin verilmeyeceği belirtildi.

        Elbette Türkiye açısından kabul edilebilir bir durum değil ancak yukarıda bahsettiğimiz sürece bakıldığında Türkiye'nin üzerine adım adım gelen kuşatmayı kırmak için tezlerini güçlendirecek yeni diplomatik adımlar atması gerekiyor. Kısmi ölçüde sağlanmış olsa da daha önce İtalya örneğinde olduğu gibi…

        Ve Mısır’ın kendi eliyle bu yolu kapatıyor olması da karşı cephenin bu ihtimalleri yok etme çabasıyla ilgili. Peki şimdi ne olacak derseniz 1 ay beklenilmesi kararı alınan Oruç Reis gemisi pek muhtemel bugün yarın harekete geçecektir…

        Diğer Yazılar