Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        3 Mayıs, Türk siyaset tarihinde önemli bir gündür. Hem tarihi gerçeklerin hatırlanması hem de bir çok bakımdan ders çıkarılması için… Zira Türkiye geçmişte adeta hukukun katledildiği siyasi davalardan çok çekmiş, bedeller ödemiştir. 1944 yılında başlayan ve o dönem propagandist yayınlarda “Irkçılık-Turancılık” adıyla sunulan davalar da böyledir. Hatta söz konusu davada yargılanan Nejdet Sancar’ın ifadesiyle “Bu dava…bir dava yaratmak davasıdır.”

        Bu süreci hatırlamak gerekirse Nihal Atsız 1944’te Orhun Dergisinde Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na mektup niteliğinde sert iki yazı yazar. Milli Eğitim’de Türklük aleyhine sakıncalı kadrolaşmadan şikayet ederek istifaya davet eder. İkinci mektubunda ismi geçen Sabahattin Ali bir süre sonra Atsız’a hakaret davası açar. Bu süreçte Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve gazeteci Falih Rıfkı Atay onu cesaretlendirerek, davayı etkilemeye çalışır.

        Bu davanın görüldüğü günlerden biri olan 3 Mayıs 1944’te Nihal Atsız’a destek için ciddi sayıda bir kalabalık toplanır. İdealist ve Türkçü gençler karşı duruşlarını hissettirir. Adliyeden Ulus’a doğru yürüyüş yaparak sloganlar atan kabalıkla polis arasında olaylar yaşanır. İşte her yıl 3 Mayıs’ta “Türkçüler Günü” olarak kutlanan gün, bu güne işaret eder.

        Sabahattin Ali-Nihal Atsız davası 9 Mayıs 1944’te tamamlanmış ve Atsız 4 ay hapis cezası almasına karşın cezası ertelenmiştir. Aslında bu dava esas davanın ilk adımı olmuştur. Bugünün ertesinde Nihal Atsız ve çok sayıda kişi tutuklanmış, evlerinde aramalar yapılmıştır. Aralarında Zeki Velidî Togan, Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Nejdet Sançar, Fethi Tevetoğlu, Reha Oğuz Türkan, Hüseyin Namık Orkun gibi isimlerin bulunduğu 23 kişinin ancak 3.5 ay sonra ilk duruşması görülmüştür! Olaylar ülke genelinde olmasına rağmen sıkıyönetim mahkemesi yetkili mahkeme tayin edilmiştir! Mahkeme iddialarının büyük bölümünü 3 Mayıs’taki olaylar ve 8 Mayıs 1944 tarihli hükümet bildirisine dayandırmıştır! Dahası, 19 Mayıs 1944’te Cumhurbaşkanı İsmet İnönü kutlamalar sırasındaki hitabında "Irkçılık/Turancılık fikrini zararlı ve hastalıklı bir fikir" olarak telakki ederek, bunlarla mücadele edeceklerini açıklamıştır. Dolayısıyla henüz duruşması bile yapılmamış bir dava hakkında devletin en tepesi tutumunu bu şekilde ortaya koymuştur.

        REKLAM

        Elbette bu saik o dönemin uluslararası dengeleriyle de ilgilidir. 2. Dünya Savaşı’na bağlı olarak Almanya-SSCB dengesindeki değişim ve bunun siyasal izdüşümünü açıkça hissettirmiştir. Türk Milliyetçiliği karşı cepheye çoktan alınmıştır.

        Açıkça bir siyasi davaya dönüşen süreçte ciddi ihlaller de yaşanmıştır. Gerek Nihal Atsız’ın, gerek Alparslan Türkeş'in savunmasında belirtildiğine göre yargılanan isimler günlerce penceresiz, hava deliği dahi olmayan ve adına “tabutluk” denilen hücrelerde tutulmuş, aç bırakılmış ve başka ağır işkencelere maruz bırakılmışlardır. Sıkıyönetim mahkemesinin savcısı Kazım Alöç bir sanığın mahkemede kötü muameleden söz etmesi üzerine bu gerçeği şu sözlerle itiraf etmiştir.

        Efendim! Biz bunları huzurunuza misafir olarak değil, hükümeti devirmek isteyen vatan hainleri, katiller ve caniler olarak sevk ettik. Kendilerini Perapalas Oteli’nde oturtacak değildik. Bunları huzurunuza reisi cumhur namzedi olarak da çıkarmadık. Onun için elbette her nevi zulmü görmüşlerdir ve göreceklerdir.

        Ve süreç sonunda yanlış hesap Bağdat’tan değil Türk yargısından dönmüştür. Askeri Yargıtay, sıkıyönetim mahkemesinin verdiği ceza kararlarını bozarak 2 numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesinde yeniden yargılama yapılmış ve tüm sanıklar istisnasız beraat etmiştir.

        Mahkeme kararında şu ifade yer almıştır: "3 Mayıs milli bir ideolojinin, milli olmayan bir ideolojiye karşı tepkisinden ibarettir."

        Bir yönüyle Turancılık düşüncesinin anayasal bir suç oluşturmadığı da mahkeme kararında tecessüm etmiştir.

        Bu yasal kararın aradan geçen yıllarda nasıl ete kemiğe büründüğünü ortaya koymak için sanırım tek bir örnek yeterli olacaktır. SSCB'nin dağılmasıyla bağımsızlıklarını elde eden Türk Cumhuriyetlerinden müteşekkil Türk Konseyi liderler zirvesinde Türkiye, Azerbaycan ve Hazar’ı birbirine bağlayacak ulaşım/enerji koridorunun adının Turan Koridoru olduğu net bir şekilde seslendirildi.

        Ve sadece mahkemeler değil tarih de onları ve mücadelesini haklı çıkarmış oldu...

        Diğer Yazılar