Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Siyasetin dili giderek toplumsal bir çıkmaza sürükleniyor. Biz ve ötekiler çıkmazı… Sinir uçları kaşınıyor. Çoktandır beklenen derleme toplama vazifesi de yerine getirilmeyince bireyler günlük yaşantısında ben ve diğerleri şeklinde ayrılıyor.

        Sokakta karşılaştığı vahşice bir saldırıda bile hiçbir şey olmamış gibi davranan birey, esasında siyasete, yönetime ve onun hukuk düzenine karşı sarsılan güvenin bir tezahürü! Bir de bu yönüyle bakalım...

        En kötüsü de siyasal kurumlar ve aktörler arasında iletişimi, uzlaşmayı ayakta tutan ara köprülerin yıkılması…

        Makul ve yapıcı görüşler giderek yüzeyden çekiliyor. Haliyle yerelde de kanaat önderlerinin silikleşmesine sebep oluyor. Özellikle Anadolu’da yaşayanlar iyi bilirler ki düne göre artık kanaat önderi dediğimiz insan modeli yetişmiyor. Çünkü sistem bunun bir ihtiyaç olup olmadığı konusunda topluma bir inanç aşılayamıyor.

        Partiler ve siyasal bloklar arasındaki çizgileri kalınlaştıran, toplumu bıçak gibi ikiye bölen bu süreç, rekabet sosuna batırılan tehlikeli bir kaos görüntüsü veriyor.

        Böylelikle bir alt kültürler savaşı başlıyor. Doğrunun ve yanlışın, iyinin ve kötünün her kesimin kendi mecrasında kabul gördüğü bir sistem inşası beliriyor.

        REKLAM

        Sosyolog Dr. Christopher Bail’in araştırmasına göre bu iklimde insanların kendi fikirlerinden farklı fikirlere tekrar tekrar maruz bırakılmaları durumunda, görüşlerini değiştirmek ya da yumuşatmak yerine, kendi fikirlerinde daha keskinleştiklerini gösteriyor.

        İşte siyasete ve yönetime hakim olanlar bu gerçeği iyi görmeliler…

        YUNUS EMRE'Yİ BİRAZ ANLASAK!

        Geçtiğimiz günlerde düzenlenen Uluslararası Türk Dünyası Yunus Emre Sempozyumu’nda sunduğum bildirinin konusu da yukarıdaki kıskaçtı.

        Eserleri ve görüşleriyle yakından takip ettiğim Kırşehir’in yetiştirdiği önemli yazarlardan Tolga Akpınar’ın Yunus Emre’yi anlatan şu ifadelerini hatırlatmak istiyorum: “Ete kemiğe büründüm, Yunus deyü göründüm” diyen pak ve sevgiden ibaret bir ruhtan başka neydi sahi Yunus?

        Hacı Bektaş’ın dergâhından buğday almak mıydı maksadı yalnızca?

        Taptuğun kapısında kestiği odunun bile eğrisi olmamasındaki maksat, yalnızca odunu doğru kesmiş olmak mıydı?

        Yoksa hayatın en ufak ayrıntısında dahi doğru olmak, doğru davranmak gerektiğini anlatmak mıydı?

        Dünyanın gelip geçici olduğunu “mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan” diyerek anlatan Yunus Emre’ye göre asıl önemli olan gönüldür ve gönül ise Allah’ın evidir ve dolayısıyla gönül yapmak da Allah’a sevgi duymaktır…

        Öte yandan İmamı Şafi’nin talebesi Yunus ile olan şu diyaloğu tam bir ibret vesikasıdır. İmamı Şafi ile Yunus bir konuda fikir ayrılığına düşerler. Talebesi öfkelenir ve dersi terk ederek evine gider. Akşam olduğunda Yunus’un kapısı çalınır. Yunus kapıyı açtığında hocasını görür. İmamı Şafi öğrencisi Yunus’a şunları söyler, “Ey Yunus, bizi birleştiren yüzlerce mesele dururken bir mesele mi bizi ayıracak? Ey Yunus, yaptığın ve üzerinden geçtiğin köprüleri yıkma. Bir gün o köprüden geri dönmen gerekebilir. Ey Yunus, hatadan nefret et ama hataya düşenden nefret etme. Ey Yunus, bütün kalbinle günaha öfkelen ama günahkâra acı, ona merhamet göster. Ey Yunus, sözü eleştir ama sözü söyleyene saygı göster. Ey Yunus, görevimiz hastalığı tedavi etmektir, hastayı yok etmek değil.”

        Diğer Yazılar