Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye’de ekonomik sorunlarla artan işsizlik ve alım gücündeki gerileme her geçen gün geniş kesimleri etkiliyor. Bugün bu soruna istihdamdaki farklı bir paylaşım teorisi üzerinden yaklaşmak istiyorum. Zira toplumda adalet ve liyakat konusunda yükselen eleştirilerin bilimsel yazın bakımından da bir karşılığı olduğunu ortaya koymak gerekiyor.

        Öyle ki ülkeler tarihsel süreç içerisinde insan eliyle üretilen sistemler (ya da sistemsizlikler) sebebiyle toplumsal ayrışma ve hatta kaosa doğru ilerleyebiliyor.

        Şöyle bir bakarsak bugün Türkiye’de genel kabul gören yaklaşıma göre kutuplaşma artmakta…

        Evet ama artan bu kutuplaşmanın salt siyasi ve ideolojik olmadığını iyi gözlemlemeliyiz. Henüz bu manada derin bir saha araştırmasına rastlamasam da siyasal kutuplaşmanın dışında başka bir ayrışmanın daha önemli olduğu görüşündeyim.

        Paylaşım adaletsizliği, ayrışmaya yönelik sinir uçlarını belirginleştirmekte ve bunun kalıcılığına yönelik kanaatin güçlenmesiyle sınıfsal bir karşı duruş derinleşmektedir.

        Aşırı merkezileşme ile paylaşımda sorunlar artmakta ve iş arayan ya da yükselme imkanlarını zorlayan milyonlarca insan için dağıtımsal adalet algısı tahrip olmaktadır. Dağıtımsal adalet algısı nedir derseniz özetle bir ülkede ortak paydamız olan İŞİN ve AŞIN paylaşımında yaşandığına inanılan adaletsizlik duygusudur. Her gün kamuoyuna düşen ve sosyal medyada hemen yayılan pek çok örnek de aşağıdaki sorunun bir yansımasıdır.

        Bu sorun aslında sadece bize özgü de değil. Bugün etkisi ve oranı değişse de batıda doğuya kadar pek çok ülkede toplumlar içten içe ya da daha güçlü biçimde bu sorunla yüzleşiyor. Kayırmacılığıa karşı bir tedavi olarak geliştirilen “meritokrasi” kavramının sahibi ABD’de böylesine bir istihdam ve yükselme adaletsizliğini yaşıyor.

        Burada görüşleriyle daha fazla gündeme gelen Connecticut Üniversitesi profesörlerinden Peter Turchin’in “seçkinlerin aşırı üretimi” teorisine değinmek yerinde olacaktır.

        Bu yaklaşıma göre toplumları çöküşe götüren şey, seçkinlerin (ya da seçkin olduğu düşünülenlerin) sayılarının aşırı artışı sonucunda eğitim ve beklentilerine uygun pozisyonlar bulamamaları ve sonrasında da diğer kutba geçmeleridir. Ancak asıl önemlisi seçkinler bariyerini zorlayan bu kesimlere, mevcut olanlar yeni alan açmazlarsa söz konusu kesimler toplumun ezilen kitlesi ile aynı tarafta buluşacaklardır!

        Turchin yıllar önce bu yaklaşımı ortaya atarken yıllar sonra ABD’nin çok zor bir döneme gireceğini iddia etmişti.

        Bir yönüyle Turchin, bir toplumsal sistemin çöküşünde kaynak kıtığı değil, kısıtlı insan grubuna ayrıcalıklı imkan ve pozisyonlar sunan merkezileşmiş bir sistemin sebep olacağını ileri sürmektedir.

        Tabi seçkin sınıfının ne olduğu toplumdan topluma değişmektedir. Kimi ülkeler doktoralı nüfusun sayısı ve onlar arasındaki rekabet, kimi ülkelerde (ki biz de bence böyle) çok sayıda üniversite mezununun benzer bir istihdam havuzuna yöneldiği bir paylaşım rekabeti öne çıkmaktadır.

        Bir diğer önemli husus nüfus arttıkça seçkinler artışı sürmekte ve kilit pozisyonlara gelebilmek daha da sınırlanmaktadır.

        İşte Türkiye'nin bugün yaşadığı problemleri bir de bu yaklaşımı esas alarak bakmakta fayda vardır...

        Diğer Yazılar