Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dünyanın neresinde olursa olsun cumhurbaşkanına ait bir kitap yayınlandığında içeriği ve satır araları önemli bir inceleme alanıdır artık... Konuşma metinlerinden farklıdır elbette kitap çalışması... Bir izdüşümü, bir taahhütname, bir referans kaynağıdır.

        Bu vesileyle dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” adlı kitabını okuma fırsatım oldu. 2 bölüm ve 19 alt başlıkta 210 sayfadan oluşan kitapta ana tema Birleşmiş Milletler'in mevcut durumu, açmazları ve bu soruna getirilmek istenen çözümden oluşuyor.

        Meşhur “Dünya 5’ten büyüktür” sloganı detaylarıyla kayda geçirilmek istenmiş sanki...

        Kitabın odağında BM olunca hepimizin çok merak ettiği sığınmacı sorununda Cumhurbaşkanı Erdoğan acaba ne düşünüyor diye baktım.

        Daha çok “Mülteci Krizi” başlığında yer verilen bazı tespitleri sizlerle paylaşmak istedim.

        Ama ondan önce genel hatlarıyla kitaptan bahsedeyim.

        Sade bir anlatım dili var ve güncel bazı verilerle konu bütünlüğü sağlanmaya çalışılmış.

        Kitapta başta BM, NATO, AB, IMF, Dünya Sağlık Örgütü, G20 gibi uluslararası kuruluşlara eleştiriler getirilirken BM güvenlik konseyi daimi üyeleri arasında 1.5 milyar nüfusa sahip hiçbir üyenin bulunmadığı vurgulanıyor. Çözüm olarak BM genel kurulunun bir yasa koyucu, güvenlik konseyinin ise bu yasaları icra edici olması isteniyor. Tedrici değil devrimci bir yaklaşımla reform yapılması öneriliyor. Adalet, eşitlik, şeffaflık, hesap verebilirlik, önleyicilik çözümde kullanılacak ilkeler... Bunlar dünyada kabul görmüş kurumsal yönetim ilkeleri.

        REKLAM

        Şeffaflık bahsinde dikkatimi çeken Kırım detayıydı. “Kırım’ın statüsü konusunda bir oldu bitti kabul edilebilir mi?” sorusu yer alıyor.

        Ayrıca uluslararası terörizm ve teröre olan dünyadaki yaklaşımın nasıl da ikircikli olduğu, Türkiye’nin bu kapsamdaki güvenlik kaygılarının altı çiziliyor. ABD-YPG ilişkisi BM çerçevesinde bir süzgeçten geçiriliyor.

        Sığınmacılar konusunda ise sürpriz bir ifade olduğu söylenemez. Ancak kitabın önsözünde 4 milyona yakın Suriyeli sığınmacının tüm ihtiyaçlarının kendi topraklarımızda karşılandığı buna ek olarak bir o kadar sığınmacının ihtiyaçlarının da sınırımıza yakın yerlerde ve kontrol altındaki bölgelerde karşılanmakta olduğu belirtiliyor! Yani Türkiye’nin maddi/manevi yükü çokça seslendirilen 3.6 milyon insanın çok ötesinde...

        Nitekim “...Karşı karşıya bulunduğumuz bu örneği görülmemiş sorun, bir ülkenin tek başına üstesinden gelebileceği boyutu çoktan aşmıştır.” deniliyor.

        BM verilerine göre dünyada en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke Türkiye!

        Sorunun kaynağı irdelenirken uluslararası toplumun gereken zamanda gereken müdahaleyi göstermeyişinin altı çiziliyor.

        İnsanlar bombaların hedefi haline gelirken BM müdahale etmedi” cümlesi yer alıyor. Bu sebeple yüzbinlerce insanın devlet terörünün ve terör örgütlerinin canice eylemleri sonucu hayatını kaybettiği, Suriye halkının mücadelesinde yapayalnız bırakıldığı belirtiliyor.

        Yine uluslararası topluma verilen iki mesaj:

        Dikenli tel örgülerinin Avrupa’yı mülteci akınından koruyacağı gibi son derece yanlış bir düşünceye prim verildi.”

        REKLAM

        Sığınmacılar bize gelmesin de nerede hangi şartlarda kalırlarsa kalsınlar derdindeler.”

        Çözüme gelince bu konuda kitapta bir zamanlama ya da net bir yol haritası gözükmüyor.

        Fakat şu ifade önemliydi:

        Esasen sorunun derinleşmesi evlerinden vatanlarından uzaklaşan bu insanların geriye dönüş ümitlerinin her geçen gün zayıflamasından kaynaklanıyor.”

        Bu sorunun ben de altını çok çiziyorum. Sürüncemede kalması, geleceğin belirsiz olması... Zira ciddi bir yol haritası ortaya konulmadıkça her geçen gün daha fazla insan Türkiye’de kalıcı hale gelecektir!

        "Peki nasıl ve ne zaman gidebilir bu insanlar?" derseniz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kitabında ülkede (Suriye’de) yaşayan herkesin kabul edebileceği bir uzlaşma olması gerektiğinden bahsediliyor. Suriye’den sınırımıza dayanan insanların ülkelerinin kendileri için yaşanmaz bir hale gelmesinin burada temel sebep olduğu belirtiliyor. Hatta çözümsüzlük noktasında Türkiye’nin güvenli bölge teklifinin reddedilmesi örnek gösteriliyor.

        “Topyekün tecrit” yerine bu insanların geldikleri yerlerdeki çatışmaların bir an önce durmasının gerektiği vurgulanıyor.

        Buradaki insanların siyasi ve ekonomik bakımdan geleceklerini güvence altına alacak halkın sesine ve taleplerine kulak verecek yönetimlerin iş başına gelmesine imlan tanınmasından” söz ediliyor.

        Yani Esat ve rejim konusunda değişiklik olmaksızın mevcut eğilimin kitapta da yer bulduğu söylenebilir.

        İlerleyen kısımlarda da Suriye ve rejime dönük yaklaşımlar var. Örneğin “Uluslararası Terörizm Sorunu” başlıklı kısımda açıkça “devlet terörü” ifadesine yer verilirken “Dokuz senedir komşumuz Suriye’de şahit olduklarımızın, 25 sene önce Bosna’da yaşananlardan bir farkı yoktur” deniliyor. Yine BM’nin İşlevsellik ve Etkinlik Sorunu başlığı altında “Esad rejiminin kendi halkını pervasızca katletmeye devam etmesinin sebebi, geçmişte işlediği suçların yanına kar kalması değil midir?” denilmekte...

        Kitaptan en çok aklımda kalan ifadeler arasında ülkemde en çok olmasını istediğim ilkeler vardı:

        “Adil olmayan bir sistem sürdürülebilir değildir.”

        “Zenginlerin daha fazla zenginleştiği fakirlerin ise sürekli fakirleştiği bir ekonomik düzenin adaleti sağlaması düşünülebilir mi?”

        Diğer Yazılar