Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi dönüşü yaptığı açıklamalardan biri de “Eylül ayındaki Şanghay Beşlisi toplantısına katılacağız.” şeklindeki sözleriydi.

        Tabii şu anki dünya dengeleri açısından irdelenmeye değer bir durum.

        Her ne kadar doğrudan karşılığı olmasa da NATO’nun Avrasya bloğundaki en geniş askeri bağlamlı karşı organizasyonundan bahsediyoruz.

        NATO bir askeri savunma ittifakı, Şanghay ise henüz askeri işbirliği temelinde ilerlemeye çalışan bir güç konsorsiyumudur. NATO ve AB’deki karar süreçleri bu yapıda yoktur.

        Yine de yükselen Çin ve Avrasya bloğunun sembol çatısıdır.

        Aslında bugün gelinen noktaya bakıldığında “Şanghay Beşlisi” çoktan geride kaldı. 1996’da Çin, Rusya, Kırgızistan, Tacikistan ve Kazakistan arasında sınır bölgelerinde silahsızlanma amacıyla başlayan zirveler 2001 yılında Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) dönüştü.

        Merkezi Pekin’de bulunan örgütün 5 üyesinin yanına bugün Özbekistan, Hindistan, Pakistan ve İran eklendi.

        Bunların dışında gözlemci üyeler (Afganistan, Moğolistan, Belarus) ve içlerinde Türkiye, Azerbaycan, Katar ve S.Arabistan’ın da bulunduğu Diyalog Ortağı ülkeler var.

        Türkiye açısından bu son üyelik kısmını açmak gerekirse Diyalog Ortaklığı statüsü, gözlemci olmayan üçüncü ülkelerin örgütle bazı konularda ve sınırlı işbirliği yapmalarına imkan tanımaktadır. Misafir katılımcıların üzerinde gözlemci üyelerin de altında bir statüdür.

        Tartışmayı tarihsel bir bütünsellikte görmek açısından en azından 10 yıl öncesine dönmek faydalı olacaktır.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan 18 Temmuz 2012’de Başbakan olduğu dönemde bu konuya ilişkin ilk iddialı çıkışı yaparak Putin ile bir konuşmasını şöyle aktarmıştı:

        “Dedim ki ’Zaman zaman bize takılıyorsun. AB’de ne işin var diyorsun. O zaman ben de şimdi size takılayım. Hadi gelin bizi Şangay Beşlisi’ne dahil edin, biz de AB’yi gözden geçirelim... Mesajı ben devamlı veriyorum oraya. ’Başka arayışlara bizi götüreceksiniz’ diyorum.” demişti.

        Ben o gün de Türkiye’nin buraya katılmayacağını yazmıştım.

        Aradan yaklaşık 10 yıl geçti. Ne dünya o zamanki dünya ne de Türkiye’nin koşulları o güne benziyor…

        En başta da Türkiye’nin önemli kritik anlarda tam bir NATO konsepti yerine kendi güvenlik kaygılarıyla bu çeperin dışına çakmaya yönelik açılımlar yapmasıdır. Örneğin S400 kararı ya da Ukrayna sebebiyle Rusya’ya uygulanacak yaptırımlara katılmama…

        Muhakkak ki bu kırılmaların dışarıda/içeride fırsat ve tehditleri bir arada getirdiğini de unutmamak gerekir.

        Soçi dönüşü yapılan açıklamada bir önemli detay daha vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Özbekistan’daki (Semerkant) 15-16 Eylül’deki devlet Başkanları Zirvesine Putin’in ricası üzerine katılacağını belirtti.

        Anlaşılan o ki, Rusya (pek muhtemel) iki sebeple Türkiye’nin buradaki fotoğrafta yer almasını önemsemektedir.

        Birincisi Ukrayna ve Tayvan’daki gelişmeler sürerken Çin’in de kurucusu olduğu bu yapının Türkiye ile çok daha güçlü mesajları içerebilecek olmasıdır. Özellikle zirve bildirisinde yer alacak hususların daimi üyeler nispetinde olmasa da katılımcı bir ülke konumuyla Türkiye’yi de mesajların bir parçası haline getirebileceği değerlendirilmektedir. Zira Türkiye hala kabinesinde AB Bakanlığı olan bir NATO ülkesidir.

        İkinci önemi de geçtiğimiz yıl ŞİÖ dönem başkanlığının üstlenen Özbekistan ile Türkiye’nin çok iyi durumda olan ilişkileri… Hatta Özbekistan dışında Kazakistan ve Kırgızistan’ın da Türk Devletler Teşkilatı üyeleri olarak bu örgütte yer almaları Türkiye’nin katılacağı zirvede bu ülkeleri daha motive biçimde tutabilecektir.

        Bu noktada dikkat çekilmesi gereken risk Rusya ve Çin’in ana güç merkezi olduğu Organizasyonlarda alınacak karar ve gelecek planlamasının Türk Devletleri Teşkilatının vizyon ve varlığını sarsmasına izin verilmemesidir.

        Çünkü her ne kadar Rusya ve Çin’in bu ülkelerle vazgeçilmez ilişkileri olsa da Türk Dünyası merkezli büyük projeler bu dönemde kendisini daha fazla göstermeye başlamıştır. Türkiye için olmazsa olmaz bu özel saha kendi bağlamında mutlaka korunmalıdır!

        Öte yandan Türkiye’nin NATO üyesi olduğu sürece ŞİÖ içerisinde daimi üye olması mümkün gözükmemektedir. Bu realitenin ötesinde ŞİÖ’nün Türkiye için önceliği örgütün olası askeri kazanımlarından ziyade bir denge ve mesaj alanı şeklinde konumlanabilmesidir. Özetle Türkiye’nin kimi kaygılarını ve hassasiyetlerini görmezden gelen ve hatta bazen bunları üretenlerle birlikte olabilen AB’ye ve NATO’ya karşı gerektiğinde açılabileceği yeni coğrafi/siyasi potansiyelin gösterilmesidir.

        Fakat bununla birlikte söz konusu adımın geçmişten bugüne atılan diğer adımlarla muhataplarınıza sizin istediğiniz mesajı verebiliyor olması da son derece hayatidir!

        Türkiye’nin ŞİÖ üyeleriyle ikili ve çoklu ekonomik açılımlar yapabilecek olması da zirvedeki temasları dikkatle takip etmeye sevk etmektedir.

        Son noktada dikkatle takip edeceğimiz parametreler, Eylül’deki zirve öncesinde Ukrayna ve Tayvan’daki gelişmeler, Suriye’deki operasyon hedefinin akıbeti ve zirvede Türkiye’nin hangi yapısal formda dahil edileceğidir.

        Diğer Yazılar