Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Aslında sadece Türkiye değil, bölge/komşu ülkelerin de aralarında başlayan normalleşme adımları ve özellikle Türkiye’de yaklaşan seçimin etkisi Türk dış politikasında da bu adımları hızlandırıyor. Tüm sert sözlere ve üst perde çıkışlara rağmen Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, bir ölçüde Mısır ile denenen ve ardından Suriye’de rejim ile görüşme alanını genişletmeye dönük kararlar dün de İsrail ile tam normalleşme aşamasını getirdi. Tabii Ermenistan ile normalleşme başka bir açıdan irdelenmeli…

        2008 yılında İsrail’in Gazze saldırılarının ardından bozulan ilişkiler Mavi Marmara gemisinin İsrail tarafından uluslararası sularda saldırıya uğraması ve 8'i Türk vatandaşı 9 kişinin öldürülmesiyle birlikte Türkiye büyükelçisi geri çekilmişti. Davos’taki meşhur “One Minute” çıkışı da 2009’da idi. 2016’ya kadar Türkiye, “özür, tazminat ve ablukayı kaldırma şartını” masada tuttu ve o yıl yaşanan yumuşama adımları ile büyükelçiler yeniden atandı. Netenyahu özür diledi, 20 milyon dolarlık tazminat kabul edildi ama Gazze’deki abluka kaldırılmadı! İsrail yardımın kendi üzerinden gönderilebileceğini belirtti. Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan o süreçte şu sözleri söylemişti: “Siz kalkıp da Türkiye’den böyle bir yardım götürmek için günün başbakanına mı sordunuz?”

        İlişkiler bu kez 2018’de ABD’nin Kudüs’ü başkent olarak tanıma kararına yönelik protestolarda sivillere açılan ateş ve kayıpların ardından bir kez daha gerildi. Türkiye Büyükelçisini çağırdı –ki o tarihten itibaren dönmedi ve üç yıllık dönemde Karabağ, Doğu Akdeniz ve Suriye konularında karşı karşıya gelindi. Şunu da belirtmek lazım ki 2013’e kadar Türkiye-Mısır ilişkileri İsrail dışında hızla ilerlerken orada yönetimin değişikliğinin ardından bu kez Mısır-İsrail ilişkileri Türkiye karşıtı bir zeminde ilerlemeye başladı. Bugün Doğu Akdeniz’de İsrail, Mısır, Güney Kıbrıs ve Yunanistan ittifakının bir kolu da bu süreçte inşa edildi.

        Son iki yıldır ise ilişkilerin normalleşmesi için seviyesi giderek yükselen görüşmeler dikkat çekiyordu. Ancak bu süreci belirgin hale getiren temel iki gelişmeden biri bölgede ikili ve çoklu başlayan normalleşme adımları diğeri de İsrail’deki yönetim değişimiydi. Zira ekonomik ilişkiler devam etse de siyasi ilişkilerin yeniden elçi tayinine varan bir noktaya taşınması ancak bu değişimle olabilirdi.

        Nitekim İsrail’de cumhurbaşkanı ve başbakan değişti. Haziran 2021’de Isaac Herzog, parlamentoda yapılan oylamayı kazanarak İsrail’in 11'inci Cumhurbaşkanı seçildi. Geçen ay başında da Yair Lapid başbakanlığı Bennet’ten devralarak 1 Kasım’da yapılacak erken seçime kadar ülkeyi yönetecek. 20 Haziran akşamı Bennet ve Lapid meclisi feshederek bu kararı almışlardı. Bu seçim İsrail'de 3,5 yıl içinde gerçekleşecek beşinci genel seçim olacak. Bennet şimdiden aday olmayacağını açıkladı.

        Türkiye’de yaklaşan seçimler de bu normalleşme adımlarında bir başka etkiye sahip. Hem ekonomide hem de Suriye ve Doğu Akdeniz’de elini kuvvetlendirmek isteyen siyasi iktidarın birbiriyle bütünleşik biçimde bu adımları atması dikkat çekici.

        İşte bu yüzden peş peşe adımların hedeflediği sonuçlar umarım sağduyu ve gerçekçilik zemininde götürülebilir ve salt iç siyasetin ağır kuşatmasında kalmaz.

        Bir yandan Suriye’de rejim ile doğrudan ve yüksek seviyeli görüşmeler yapılabileceğini açıklayan hükümet kanadının İsrail ile normalleşme adımlarıyla da Suriye sahasında yeni bir motivasyon yakalayabileceği göz ardı edilmemeli. Çünkü İsrail, ilişkilerin kötü olduğu dönemde Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yönelik operasyonlarında karşıt açıklamalarda bulundu. Bu yeni gelişme (eğer Filistin konusunda yeniden gerilmez ise) belirli bir işbirliği ya da sessizlik desteği ile yürütülebilir mi? Bu noktada İran’ın Suriye’de ve Irak’ta Türkiye’yi rakip olarak görmesi ve olası bir harekata karşı duruşu hatırlandığında İsrail ile başlayan tam normalleşme süreci kayda değer bir anlam kazanabilir.

        2020 KPSS mağduriyeti ve öğretmen atamaları…

        2020 KPSS mağduriyeti ve öğretmen atamaları…
        0:00 / 0:00

        Son dönemde hem atama bekleyen öğretmenlerimiz hem de öğretmenlik meslek kanunundaki değişiklikle gündeme gelen "uzman öğretmenlik" meselesiyle ilgili çok sayıda mesaj alıyorum.

        Hepsinin makul görüş ve eleştirilerini sizlerin ve yetkililerin dikkatine sunuyorum. Tabii daha başka alanlarda da sorunlar var. Örneğin Milli Eğitim müfettişleri, onların da sorunları var. Yazacağım.

        Bu kapsamda mağduriyet yaşayan kesimlerden biri de 2020 KPSS'ye giren öğretmenler. Daha önce de yazmıştım.

        Şu şekilde aktarıyorlar sorunlarını...

        2017, 2018, 2019 ve 2021 KPSS grupları hem ilk hem de ek atama alarak toplamda ayrı ayrı 40 bin civarı atama gördüler. Ancak aradaki 2020 KPSS grubu pandemi döneminde okulların kapalı olmasından dolayı sadece 17 bin 408 atama görmüş. Ayrıca bu atamada 2019 puanları da kullanıldığı belirtiliyor.

        Son gelen 15 bin ek atamada ise 2020 KPSS puanı ile sadece 408 kişi atanabilmiş.

        Gelinen noktada 2020 KPSS mağdurlarının temel çıkmazı hem 2019 hem de 2021 sınavlarıyla karma atamaya maruz kalmış olması. Tahminen 20 bin aday ve bir de ailelerinin endişeleri göz ardı edilmemeli.

        Yine adaylardan gelen bir iddia da şu ki 2020'de 82 puan alan bir öğretmen atanamazken, 2021 yılında 79 puan almış bir öğretmen atanabilmiş...

        Soruna çözüm için önerileri ise 2020 KPSS puanlarıyla 15 bin atama yapılması. Bakanlığın bu konuda çalışma yapması gerekli. Zira bu sınavlar zaten adaylar üzerinde ciddi baskı oluşturuyor ve her bir sınav yılı yeni bir sorumluluk ve stres kaynağı haline geliyor.

        Diğer Yazılar