Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÜNİVERSİTELERİN bölünmesiyle ilgili yasa tasarısı önceki gün yeterli çoğunluk sağlanamadığı için 8 Mayıs’a ertelendi. Aslında iyi oldu. Ülke seçim sürecine girerken bu yoğun gündeminde alelacele komisyonlardan geçirilip Meclis’e getirilen bu tasarıyı ayrıntılı değerlendirme şansı doğdu.

        Yasa tasarısıyla ilgili tartışmalar sonucunda anlaşıldı ki; İstanbul Üniversitesi başta olmak üzere bazı büyük üniversitelerin bölünmesi konusu yeteri kadar tartışılmamış.

        Her ne kadar Yükseköğretim Kurulu bu konunun 2 yıldan beri üniversite kurullarında olduğunu açıkladı ise de öğretim üyelerinin, öğrencilerinin konuyla ilgili verdiği reflekslerden, bu tartışmalar üniversitelerin üst kurullarıyla sınırlı kalmış. Bu nedenle yasa tasarısının seçim atmosferi dışında genişletilmiş üniversite kurullarında, daha sakin bir süreçte tartışılmaya açılması daha sağlıklı olur.

        ÜNİVERSİTELERİN BÖLÜNMESİ GEREKLİ Mİ?

        Gerçekten konu daha ayrıntılı olarak değerlendirildiğinde üzerinde araştırılması ve incelenmesi gereken birçok sorun var ve bu sorunların tamamı da ülkenin bilim geleceğini çok yakından ilgilendiriyor.

        Anlaşılan o ki olayın görünen yüzünde bu yasa tasarısının hazırlanmasında iki neden var. Birincisi, bazı üniversitelerin aşırı büyümesi ve bu nedenle öğrenci yoğunluğunun azalması, yönetiminin güçleşmesi; ikincisi bilimsel olarak daha nitelikli üniversite oluşturulması.

        Bu iki gerekçenin ikisi de gerçekten önemli ve üzerinde tartışılması gereken konular. Ancak gelen bu yasa tasarısıyla bu iki sorunun ikisine de çözüm getirmek mümkün değil.

        Öncelikle belirtmek gerekirse büyük üniversiteler bölünür diye bir kural yok. Roma Sapienza Üniversitesi’nin 147 bin civarında öğrencisi var. Bilimsel sıralamada 124. sırada. Londra Üniversitesi’nde 161 bin, Viyana Üniversitesi’nde 94 bin, Toronto Üniversitesi’nde 90 bin civarında öğrenci var ve bu üniversitelerin tamamı bilimsel sıralamada üst sıralarda.

        Dünyada öğrenci sayısı 1 milyonun üzerinde birçok üniversite var, bir tanesi de bizim ülkemizde. Bu üniversitelerin bölünmesi konusunda diğer ülkelerde bir gündem yok. Asıl önemli olan konu, öğrenci sayısının fazlalığı değil, eğitimin kalitesi ve öğrenci niteliği.

        Bir üniversiteye öğrenci alımında önlisans öğrencilerini, lisans öğrencilerini önceliklendirirseniz hedefiniz ülkede diplomalı insan sayısını artırmak olur.

        Eğer siz öncelikli olarak doktoralı ve yüksek lisanslı öğrenci sayısını artırırsanız bu daha fazla bilimsel araştırma, daha fazla yayın olur. Buradaki hedefiniz de bilimsel olarak dünya sıralamasında üst sıralara tırmanmak olur.

        Bu nedenle üniversite politikalarını belirlerken bu kriterler arasında seçim yapmak gerekir.

        ARAŞTIRMA ÜNİVERSİTELERİ KORUNMALI

        İstanbul Üniversitesi’nin önceki dönem rektörlerinden Prof. Dr. Yunus Söylet Hoca’nın açıklamasında, kendi döneminde üniversite kontenjanının 65 binden 105 bine çıkarıldığını öğrendik.

        Aslında kontenjanı 65 binden 105 bine çıkarıp sonra kalabalık oldu diye ikiye bölmek yerine, lisans öğrencilerini bu düzeyde tutup da yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin sayısı artırılsaydı bugün İstanbul Üniversitesi belki de dünyadaki ilk 200 üniversite içine girecekti.

        YÖK’ün bu yönde bir çalışmasının bulunduğunu, Türkiye’de bazı üniversitelerin bu kapsamda “araştırma üniversitesi” olarak kabul edilmesinin hedefinin olduğunu düşünüyorum.

        O zaman İstanbul Üniversitesi başta olmak üzere araştırma üniversitesi kapsamına giren üniversitelerin bölünmek yerine bilimsel araştırma ve çalışmaya yönelik bir işlev kazandırılması, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin sayısının artırılması daha doğru bir strateji olur.

        Mevcut yasa tasarısında üniversitelerin bölünme yöntemi ne öğrenci ne de öğretim üye yoğunluğunu azaltıyor. Bir üniversitenin öğrenci sayısı 100 bin iken ikiye bölünüp 50 bine indirilince bu ilk bakışta öğrenci yükünün azaltıldığı izlenimini verse de gerçek aslında öyle değil.

        Öğrenci sayısının fazlalığı kriterini üniversitedeki toplu öğrenci sayısına göre değil, eğitim öğretimin yapıldığı fakülte ve yüksekokulların öğrenci yüküne göre değerlendirmek gerek.

        Sorun aslında bu noktada. Bu yasa tasarısında aşırı kapasiteyle çalışan bir fakülte bölünen üniversitenin bir tarafına, diğer fakülte de diğer tarafına verilince aşırı öğrenci yoğunluğu değişmeden üniversitelere dağıtılıyor.

        Ortada ikiye ayrılan üniversitenin bir tarafında bazı fakülteler, diğer tarafında bazı fakülteler kalıyor. Bunun adı üniversite bölünmesi değil, iki üniversitede fakültelerin dağıtımının yapılması ya da üniversitenin parçalanması.

        HOCALAR NE DİYOR?

        İSTANBUL Üniversitesi öğretim üyeleri bu nedenle bölünmeye karşı. Geçenlerde gazete ilanında bu endişenin altı özellikle çiziliyor. Diyorlar ki:

        “İstanbul Üniversitesi’nin dünyadaki üniversite sıralamalarında Türkiye’yi gururla temsil etmesinin ardında, yüzyılları aşan birikim ve 24 fakülte, 17 enstitü, 9 yüksekokul ve 70’in üzerinde araştırma geliştirme merkezinin oluşturduğu bütünlük yatmaktadır. İstanbul Üniversitesi, son 10 yılda ülkemizin en fazla uluslararası bilimsel yayın üreten üniversitesidir. Bu performansıyla geçtiğimiz yıl Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından 10 araştırma üniversitesi arasına seçilmiştir.

        İstanbul Üniversitesi’nin zafiyetini değil, tam tersine en güçlü yönünü oluşturduğu belirtilmektedir. Parçalandığı takdirde, yeni üniversiteye bağlanan fakülteler uluslararası tanınırlıklarını yitirecek, geriye kalan İstanbul Üniversitesi’nin de uluslararası sıralamalarındaki konumu ciddi ölçüde aşağı inecektir.

        Biz İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri, öğrencilerimiz ve mezunlarımızın da ısrarla desteklediği bu görüşler doğrultusunda, hiçbir fakültemizin, yüksekokulumuzun, enstitümüzün köklerinden koparılmasını istemiyoruz.”

        4 ÖNEMLİ SONUÇ

        1- Bir üniversitenin toplam öğrenci sayısını azaltmak için 24 fakültenin 10-12’sini bir tarafa, 10-12’sini bir tarafa vermek sorunu çözmüyor, daha da karmaşıklaştırıyor.

        2- Aşırı öğrenci yoğunluğu da çözülmüyor, aynen kalıyor, buna karşılık bilimsel güç bölünüyor, üniversitenin toplam araştırma ve yayın sayısı azalıyor. Türkiye için bilim arenasında ön sıralarda olmak, dünyadan öğrenci çekmek, üniversite-sanayi işbirliği ve beyin göçünü önlemek açısından çok önemli.

        3- Ülkenin hem yükseköğretim- üniversite mezun sayısını artırmaya hem de bilim arenasında ön sıralara çıkmaya ihtiyacı var. Bunların ikisi bir arada olmaz. Araştırma üniversiteleri, bilim üretim fabrikalar olmalı.

        4- Üniversitenin bölünme yasası Meclis’ten geri çekilip içinde üniversite hocalarının, bilim insanlarının da olduğu geniş bir platformda tartışılmalı; çünkü üniversitenin geleceğini ve başarılarını bu bilim insanları belirleyecek.

        Diğer Yazılar