Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HARVARD’da çok önemli bir toplantıdayız. Toplantının adı “Metabolizma ve Yaşam”.

        Harvard Toplum Sağlığı Fakültesi’nde Sabri Ülker Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölümü Başkanı Prof. Gökhan Hotamışlıgil’in koordinatörlüğündeki sempozyuma, dünyanın birçok bölgesinden bilim insanları katıldı.

        Ana tema, beslenmenin insan metabolizması ve yaşamı üzerine etkileri. Toplantıda araştırıcılar, ülkemizdeki magazin tıbbının popüler konuları dahil birçok alana girdiler.

        TIPTA POPÜLİST YAKLAŞIM DOĞRU MU?

        Son yıllarda ülkemizde magazinsel tıp alanında çalışan hekimlerin beslenmeyle ilgili üç önemli konuda iddiaları oldu.

        Birincisi, yağ tüketimi üzerine. “Hayvansal yağların zararı yok, bol bol yiyebilirsiniz” denildi. Halkımız bunu çok sevdi. Özellikle diyabet, obezite, kalp hastaları, hekimlerine “Neden bu kadar yıl yasakladınız bunları?” diye sitem ederek bol yağlı beslenme programına geçti.

        İkincisi, kırmızı etle beslenme üzerine. “Siz inanmayın klasik doktorlara. Bol bol kırmızı et yiyin; tok tutar, güçlü olursunuz” denildi. Bu öneri özellikle kalp hastaları arasında büyük taraftar topladı.

        Son olarak da şu söylendi: “Tuz serbest, bırakın tansiyonu yükseltmeyi, fazla tuz tansiyonu düşürür; hele kaya tuzu alırsanız mineral zengini, hiç çekinmeyin.” Washington’dan bir bilim adamının çalışması da kanıt olarak gösterildi. Yüksek tansiyon hastaları, böbrek hastaları çok sevdi.

        Sonuçta obezite sorunu olanlar, diyabetliler, kalp hastaları, yüksek tansiyonu bulunanlar, böbrek hastaları, yani 40 yaş üstü nüfusun üçte ikisi çok mutlu oldu ve bunların önemli bölümü beslenme programını ve tedavi şeklini değiştirdi. Magazin tıpçılar, büyük reytingler yaptı, kahraman oldu. Oldu da gerçek nasıl, biraz daha yakından incelemek gerekir. Zira konu insan sağlığı, halkın sağlığı.

        YAĞLI BESLENME İLE KANSER ARASINDA İLİŞKİ VAR

        Harvard’daki sempozyumda dünyanın en büyük üniversiteleri arasında gösterilen MIT’ten (Massachusetts Institute of Technology) bir Türk profesör, Ömer Yılmaz yaptığı çalışmaları anlattı. Çalışmada aşırı yağlı gıdalarla beslenen kişilerde sindirim sistemi kanserlerinin oranının artıp artmadığı araştırılıyor.

        Aşırı kilo ve obeziteyle doğrudan ilişki kurabilen 13 farklı kanser türü var, ama bunlar içinde kolan ve rektum kanseri obezlerde daha yüksek.

        Dr. Yılmaz yaptığı araştırmalar sonucunda, aşırı yağlı gıda verilen deneklerde yüksek yağın ana hücre ya da diğer adıyla kök hücresinin yapısını değiştirdiğini, daha hızlı büyümesine neden olduğunu, tümör hücresine dönüşümünü tetiklediğini gösterdi. Aşırı yağlı diyet, normal hücrede benzer etkiyi gösteriyordu.

        Kolonoskopik tetkiklerde aşırı yağlı beslenen kişilerde “prekanserojen” poliplerinin arttığı, bu poliplerin bir süre sonra tümör hücresine dönüşebilme kapasitesi olduğu kanıtlandı.

        Yapılan çalışmada, düşük yağlı beslenme modellerini seçen grupta “prekanseröz” oluşumlar görülmüyordu.

        Aşırı yağlı gıdalar hücre içi trafiği değiştiriyor, enflamasyona neden oluyor, immün (savunma) sisteminin yapısını bozuyor. Bu da sindirim sisteminde tümör hücre gelişimine neden oluyor.

        Bu özellik, kök hücre ve epigenetikle sonraki kuşakları etkileyebiliyor.

        Sonuçta uzun süreli tokluk hissi vermek için gereksiz yağ almayın. Yaşam boyu olumsuz etkileyecek metabolik değişikliklere neden olabilir.

        AŞIRI KIRMIZI ET, KORONER KALP HASTALIĞINI TETİKLİYOR

        Beslenme programında sınırsız kırmızı et ve protein öneren Dukan diyeti, Karatay diyeti gibi diyetler toplumda çok popüler.

        Oysa son yıllarda art arda yapılan çalışmalar bunu söylemiyor. Bu çalışmalara göre, aşırı kırmızı et alımı ile kalp krizi ve koroner kalp hastalıkları arasında çok yakın ilişki var.

        Kırmızı et, başka bir canlıdan geliyor ve vücuda giriyor, insan organizması için yabancı protein. Yabancı protein bağırsaklardan emilip kana geçince vücudun savunma sistemi de “alert duruma” geçiyor.

        Vücudun savunma sistemi hücreleri, vücuda giren yabancı protein düzeyi yüksekse bir dizi olayı tetikliyor ve enflamatuar molekülleri aktive ediyor, sonuçta vücutta enflamasyon gelişiyor.

        Enflamasyon, hipertansiyon, Tip 2 diyabet ve obezitenin arkasındaki en önemli neden, ama daha önemlisi hızlandırılmış damar hasarı yapıyor. Damar yüzeyindeki epitelde bozulmaya neden oluyor ve plak oluşumunu hızlandırıyor.

        Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı çalışma, dünyadaki kırmızı etle beslenme haritası ile koroner kalp hastalığı ve enfarktüs krizi haritasının birbirine çok uyumlu olduğunu, aşırı etle beslenen toplumlarda kalp krizi oranının en yüksek olduğunu gösteriyor. Bunun dışında diğer önemli faktör, kırmızı etin nasıl pişirildiği konusu. Alevle doğrudan temas ve aşırı yanmış ette kanserojen maddeler, ızgara mangaldaki yanan ateşle temas çok riskli. Son çalışmalar gösteriyor ki, Anadolu mutfağında sebzeli, etli tencere yemekleri en sağlıklısı. En ideali, eti sınırlı yemek ve sağlıklı pişirmek.

        FAZLA TUZ ALIMI, YÜKSEK TANSİYON NEDENİ

        Kanıta dayalı hemen tüm çalışmalar, aşırı tuz alımı ile hipertansiyon arasında doğrudan ilişki olduğunu gösteriyor.

        Bir süre önce konuyla ilgili Prof. Canan Karatay, özellikle yüksek tansiyonu olanlar ve böbrek hastaları için çok riskli bir iddia ortaya attı. Son kitabında, Washington Üniversitesi’nden bir bilim adamının çalışmasını referans vererek tuzun tansiyona neden olmayacağını, hatta tansiyonu düşürdüğünü gösterdiğini yazdı.

        Ama hemen arkasından Prof. Tayfun Uzan’ın konuyla ilgili bir yazısı çıktı. Prof. Uzan, yaptığı araştırmada Canan Hoca’nın kitabında kaynak olarak gösterdiği Washington Üniversitesi’nden Dr. Scribner’in 1983 yılında JAMA Dergisi’nde yayınladığı çalışmasının bir araştırma değil derleme yazı olduğunu söylüyor.

        Bu derleme yazıda tuzun damarları genişlettiği, tansiyonu düşürdüğüyle ilgili bir çalışma olmadığını belirtiyor. Yazı derleme olduğu için başka bir yazıya atıf yapılmış, atıf yapılan kaynakta da böyle bir araştırma bulamamış.

        Canan Hoca bu konuda ne der bilemem ama sonuçta gelinen nokta, bu ülkedeki milyonlarca yüksek tansiyon hastasının hayatını ilgilendiriyor. Tıpta yapılması gereken, konuyla ilgili kanıta dayalı bütün çalışmaları gözden geçirmek, değerlendirmek.

        1980’li yıllardan 2018’li yıllara kadar, aşırı tuz alımı ile hipertansiyon arasında ilişkiyi gösteren onlarca çalışma var. Bilgi artık klasik kitaplara girmiş, bu çalışmaları göz ardı etmemek, hipotez oluştururken adil ve tarafsız olmak gerek.

        Türk toplumunda tuz tüketimi Avrupa ülkelerinin çok üzerinde ve hipertansiyon oranı neredeyse iki katı.

        Sonuçta, özellikle riskli kişilerde aşırı tuz alımı sağlığı tehdit eden önemli risk. Kaya tuzunun da % 97’si tuz, etkisi farklı değil.

        MODERN TIBBIN KURALLARI

        Magazin haberler, hemen tüm toplumlarda popüler olmanın en kestirme yolu. Magazin haberin sinema, televizyon, siyaset ya da tıpta olması çok fark etmiyor.

        Kural, insanları şaşırtacak, ezber bozacak bir konu bulacaksın ve gündem yaratacaksın, ilgiyi üzerine toplayacaksın. Herkes bu olaydan bahsedecek ve popüler olacaksın.

        Genellikle magazin olaylarında doğruluk aranmaz, kanıta gerek duyulmaz, sabun köpüğü gibidir, olay medyada reyting üzerine kurgulandığı için yayınlanır, geçer gider, bir süre sonra unutulur.

        Ancak magazin olayı, tıp alanında insanların sağlığıyla ilgili olunca işin rengi değişiyor; ciddi hastalık riski altında olan, sağlık sorunlarıyla boğuşan insanlar medyadaki popüler koca koca doktorlardan çok etkileniyor.

        Oysa modern tıp kanıta dayanır, tartışmaya açıktır, öneriler kanıt olmadan, ekspert bir kurul tarafından değerlendirilmeden, bilimsel tartışmadan geçip onaylanmadan gelişigüzel ortaya atılmaz.

        Kanıtlar çok önemli ve değerli. Bu bakış açısının ne anlama geldiğini Harvard’daki toplantıda gördük. Çıkan araştırmacı, çalışmalarını, yöntemini, sonuçlarını konunun dünyaca bilinen uzmanları önünde savundu ve hipotezini kabul ettirdi. Gerçek bilim bu.

        **********

        SÜGAV BİLİM ÖDÜLÜ, GENÇ TÜRK BİLİM İNSANINA

        SABRİ Ülker Metabolik Araştırmalar Merkezi tarafından düzenlenen Metabolizma ve Yaşam Sempozyumu, Nobel Ödülü’nü alan iki bilim insanı Joseph Goldstein ve Michael Brown’un açılışı konuşmalarıyla başladı.

        Ama bana göre sempozyumun en önemli olayı, toplantının birinci günü Rising Star- Yükselen Yıldızlar bölümünde yer alan dört genç Türk bilim insanının konuşmaları idi.

        Virginia Üniversitesi’nden Dr. Ali Güler, California Üniversitesi’nden Dr. Elçin Ünal, Harvard Üniversitesi’nden Dr. Yasemin Sancak, “Merkez sinir sistemi, metabolizması”, “Hücresel yaşlanma” ve “Mitokondride kalsiyum metabolizması” konularında çalışmalarını anlattı.

        Diğer genç bilim insanı, MIT öğretim üyesi Prof. Ömer Yılmaz, “Yüksek yağlı gıdalarla beslenme ve sindirim sistemi kanseri arasındaki ilişkiyi gösteren çalışması” ile 2018 Sabri Ülker Gıda Araştırmaları Vakfı (SÜGAV) Bilim Ödülü’nü Ali Ülker’den aldı.

        Harvard Memorial Hall’da verilen bu ödül, dünyanın yüksek prestijli bilim ödüllerinden biri olma yolunda.

        Toplantıdan önce Prof. Gökhan Hotamışlıgil laboratuvarını açtı. Laboratuvarda pırıl pırıl yeni önlükleriyle çalışan genç Türk bilim insanlarıyla tanıştırdı. Merkez, bilim-sanayi işbirliğinin en güzel örneği.

        Bu genç bilim insanlarından ikisi benim öğrencim. Bu genç insanlar, toplantıda olmayan diğer Harvard’lı hocalar, dünyanın en önemli dergilerinde yayınları çıkmış Dr. Umut Özcan, Amerikan Klinik Endokrinologlar Derneği ödülü kazanan Dr. Furkan Burak geleceğin önemli bilim insanları adayı.

        Ama büyük teşekkür, kapılarını genç Türk bilim insanlarına açan, onlara kol kanat geren Gökhan Hoca’ya.

        Şurası kesin ki, Aziz Sancar’ın Nobel Ödülü bir başlangıç. Türkiye’nin gelecek yıllarda birden fazla Nobel Ödülü’yle karşılaşması sürpriz olmamalı.

        Diğer Yazılar