Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan birkaç gündür, “Türkiye paralel yapıyla mücadelesini kazanmıştır, kazanmaya devam ediyor” diyor. “Paralel yapı”dan kastettiği tabii ki Fethullah Gülen Cemaati ve özellikle onun devlet içindeki örgütlenmesi. Erdoğan “mücadele” diyerek durumu bir ölçüde yumuşatıyor, ama sırf son bir yılda yaşananlara baktığımızda bir savaş, hatta “topyekûn bir savaş” ile karşı karşıya olduğumuz açıktır.

        Her ne kadar öznesi olarak “Türkiye”yi gösterse de, bu, esas olarak Erdoğan’ın savaşı ya da kendi deyimiyle mücadelesi. Zira 17-25 Aralık sürecinde alenileşen savaşta Cemaat’in, daha doğrusu Fethullah Gülen’in ana hedefi, AKP iktidarından ziyade doğrudan Erdoğan’dı. Hatta Cemaat’in ilk tercihinin Erdoğan’sız bir AKP iktidarı olduğunu bile düşünebiliriz.

        CEMAAT KAYBETMİŞ OLSA BİLE...

        Geçen bir yıllık süre zarfında Gülen’in amacına ulaşamadığı açık. Erdoğan, önce yerel, ardından Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden başarıyla çıkınca üstünlüğü de ele geçirmiş oldu. O zamandan itibaren Cemaat’in ciddi herhangi bir saldırısına tanık olmadık, hep savunmada kaldı. Fakat savaşın bittiğini ve Cemaat’in kaybettiğini ilan etmek için henüz çok erken. Cemaat aleyhine kitap yazdığı için bir kumpasla Devrimci Karargâh davasından mahkûm edilen Hanefi Avcı’nın cezasının Yargıtay’da onanması bile savaşın sürdüğünü göstermede tek başına yeterli.

        Ama daha önemli bir başka husus var: Cemaat net bir şekilde kaybetmiş (ya da kaybedecek) olsa bile bu Erdoğan’ın ve onun iddia ettiği gibi Türkiye’nin kazanması anlamına gelmeyecek. Örneğin, hükümet-Cemaat savaşının sadece ülkedeki İslami camiaya etkilerini değerlendirmeye kalktığımızda çok vahim bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz:

        TARAF OLAN BERTARAF OLUYOR

        - Aslında tam bir iktidar savaşı yaşanıyor ama taraflar “demokrasi”, “milli irade”, “hak ve özgürlükler”, “hukuk devleti” gibi kavramlara ek olarak İslami referanslarla meşruiyet ve haklılıklarını kanıtlamaya; buna bağlı olarak birbirlerini İslamiyet’ten sapmış olarak göstermeye çalışıyorlar.

        - İslami cemaat ve gruplar “Taraf olmayan bertaraf olur” tehditleriyle saf tutmaya zorlanıyor ve zaten iyice azalmış olan özgül ağırlıklarını tamamen riske atıyorlar.

        - Benzer bir durum, İslami hareket muhalefetteyken belli bir ağırlığa sahip olan “İslami entelijansiya” için de geçerli. Normal şartlarda sağduyunun sesi olması beklenen birçok ismin taraflara cephane üretme adına saygınlıklarını terk ediyor olmaları şaşırtıcı.

        - Bu yıpratıcı ve hayli kirli savaşta saf tutmayan İslami aydın sayısı çok ama çok az. Onlar da, gerek savaşan taraflara, gerekse savaşı kaygı ve endişeyle izleyen toplumsal kesimlere seslenme enerji ve cesaretinden büyük ölçüde mahrumlar.

        TEK PARTİ DÖNEMİ GİBİ

        Mart ayı ortasındaki bir yazımda Cemaat-hükümet savaşıyla birlikte Türkiye’deki İslami birikimin hızla sıfırlanması sürecine girildiğini söylemiştim. İslamcılık düşüncesini en iyi bilen isim olan Prof. İsmail Kara da, dün yayınlanan söyleşimizde “tek partili yıllarda mütedeyyin kesimler ile siyasi merkez arasında oluşan ileri derecedeki gerginlik ve güvensizlik”in geri geldiği uyarısını yapıp şöyle devam etti: “Ve bu, AK Parti- Cemaat aktörleri üzerinden yapılıyor. Şu andaki esas büyük hadise, tek partili yılların güvensizliğine dönülmüş olmasıdır. Taraflar dindar, fakat pragmatist siyasetin ve dar görüşlülüğün mahkûmu durumundalar. Hepimizi aşağıya çekiyorlar.”

        Sanmıyorum ki Prof. Kara’nın uyarıları taraflardan herhangi birinin hoşuna gitsin.

        Diğer Yazılar