Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİR ülkede “İslami hareket”ten söz edildiğinde akla ilk olarak siyasal İslam, buna bağlı olarak o ülkedeki İslamcı siyasi partiler, örgütler vb. geliyor. Halbuki “İslami hareket” öncelikle toplumsal, kültürel ve ekonomik bir olgudur; siyasal İslam, dindarların toplumsal, kültürel, ekonomik vb. faaliyetlerinin ve örgütlenmelerinin yarattığı zemin üzerinden yükselir.

        Yazının başlığına çıkardığım “sivil İslam” tabirini, İslami hareketin doğrudan siyasal olmayan alanlarında varlık gösteren örgütlü yapıları (cemaat, dernek, vakıf vb.) için kullanıyorum. Siyasal İslam’ın güç ve etkisi genel olarak toplumsal/kültürel/ekonomik alanlardaki İslami faaliyetlerle, özel olarak ise bu alanlarda örgütlü bulunan “sivil İslam” ile doğrudan orantılıdır.

        HASSAS DENGE

        Cumhuriyet tarihi boyunca, siyasal ve sivil İslam alanlarından birinde yaşanan iniş çıkışların diğer alanı hızla ve ciddi olarak etkilediğini gördük. Örneğin, tek parti döneminde büyük ölçüde yeraltında var olma mücadelesi veren İslami cemaatler, Demokrat Parti için itici güç oldular. DP iktidarı da onların önünü bir ölçüde açtı. Benzer bir durum Adalet Partisi ile de yaşandı. Milli Görüş geleneği içindeki Milli Nizam-Milli Selamet ve Refah partileri de, sivil İslam’ın bir bölümünün aracısız, doğrudan siyaset yapmasının ilk başarılı örnekleri oldular.

        Ancak cumhuriyet tarihi bize, İslami hareketin istikrarının siyasal ve sivil İslam arasındaki belli bir mesafe ve dengeyle mümkün olabildiğini gösterdi. Bu dengenin özellikle siyasal İslam lehine bozulduğu anlarda krizler yaşandı ki bunun son çarpıcı örneği 28 Şubat sürecidir: 28 Şubat’ta, RP’nin sisteme ürkek de olsa meydan okumasının faturasını İslami cemaatler de ağır bir şekilde ödedi

        YA ERDOĞAN’IN YANINDA YA KARŞISINDA

        AKP iktidarının son döneminde artık ortada herhangi bir dengenin kaldığı söylenemez. Çünkü artık İslami hareket derken akla ilk ve tek olarak siyasal İslam geliyor. Ortada “sivil İslam” olarak tanımlayabileceğimiz pek bir şey kalmadı. Sivil İslam’ın bildiğimiz temsilcileri, siyasi iktidara karşı pozisyonlarıyla kendilerine toplumda bir yer açabiliyorlar: Ya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanındalar ya da karşısında. Bu tür bir pozisyon almayı uygun bulmayanlar, iyice köşelerine çekiliyor ve silikleşiyorlar.

        Bunun kuşkusuz ilk nedeni, AKP hükümeti ile Fethullah Gülen Cemaati arasındaki kolay kolay biteceğe benzemeyen savaş. Bu savaş bize öncelikle, ülkede “sivil İslam” denildiğinde akla ilk gelen yapı olan Gülen Cemaati’nin aslında siyasetle alabildiğine alakalı olduğunu gösterdi. Gülen Cemaati, sivilliğinin üzerine düşen haklı şaibeyi diğer örgütlü İslami yapılanmalara da bulaştırdı ve onları da kendisiyle birlikte aşağıya çekti, çekiyor.

        TEHDİDİ FIRSATA ÇEVİRMEK

        AKP Lideri Erdoğan, 17-25 Aralık’ın şokunu atlatır atlatmaz, Cemaat’ten gelen tehdidi, sivil İslam’ın geri kalan unsurlarını kendine tabi kılmak için bir fırsata çevirdi ve büyük ölçüde başarılı da oldu. Gülen Cemaati’nden farklı nedenlerle hoşlanmayan, onu kıskanan, kendine en büyük rakip gören bir dizi İslami yapılanmanın, çok itiraz etmeden Erdoğan’dan yana saf tuttuğunu gördük. (Tabii bu arada Gülen Cemaati’nin başına gelenlerin benzerini yaşama endişesi de muhakkak etkili olmuştur.)

        Hangi koşullar altında, hangi motivasyonlarla olursa olsun örgütlü dini yapılanmaların, siyasetle ve siyasi iktidarla aralarında belli bir mesafe ve dengeyi koruyamamaları, kendilerini ciddi olarak riske atmaları anlamına geliyor. Dolayısıyla apaçık bir intihardır.

        Sivil İslam’ın yok olmaya yüz tutması, çok da geç olmayan bir vadede siyasal İslam’da da hayati krizlere yol açar ki Türkiye’de bunun zaten bir süredir yaşanmakta olduğunu düşünüyorum.

        Yarın devam edelim...

        Diğer Yazılar