Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CUMHURBAŞKANI Erdoğan, Amerika’ya Kolomb’dan önce bazı Müslüman kâşiflerin ulaşmış olduğunu söyledikten sonra yaşananlar, bugün Türkiye’de ne kadar sağlıksız bir ruh hali içinde bulunduğumuzu, sosyal yaşamımızda bizleri bir arada tutan hiçbir ortak noktanın kalmamak üzere olduğunu gösterdi.

        Erdoğan’ın dediği gibi, bir çevre buradan kendisine saldırma, alay etme fırsatı yaratmaya çalıştı. O çevre söylenen söze değil diyene bakarak karar veriyor. Bu toplumda seveni çok olmakla birlikte sevmeyeni de çok olan bir Cumhurbaşkanı var. Bu normal olabilir de nefret edeni gün geçtikçe irrasyonelleşiyor. Ortada hastalıklı bir nefret var. O çevre, söyleyen o olduğu için söylediğiyle alay etmeye, “Ne kadar saçma” demeye başladı.

        Ama aynı çevre, nedense bir zamanlar Atatürk’ün “Mu kıtası”na takmış olduğunu ve bu efsanevi kayıp kıtada Türklerin izini filan sürmeye çalıştığını nedense unutuyorlar. Şu andaki nefretleri kendilerini tamamen teslim almış olduğundan Atatürk’ün yaptığı saçma değil, ama Erdoğan’ın sözü saçma gelebiliyor.

        Bu ortam sadece bir siyasetçinin, bir kesimin nefretiyle alakası olmakla kalsa bu çok önemli olmayabilirdi, ama çok daha vahim bir durum var. Bizler dinle ilgili aramızda anlamlı bir diyalog kurma imkânını gün geçtikçe kaybediyoruz.

        Toplumun bir bölümü (Erdoğan’ı sevenler), hayatını gittikçe dinselleştirmeye başlamışken, diğer bölümü (Erdoğan’dan nefret edenler) dinselleşme sürecinin daha da dışına çıktı, hatta dinselleşmeye tepki de duymaya başladı. Bu son derece tehlikeli bir durum, ciddi bir bölünme.

        Ben tüm sülalesi sapına kadar Atatürkçü olan bir aileden geliyorum. Ben de düşünce olarak o aileye layık olmaya çalıştım. Atatürk’e saygım/sevgim sonsuz olmakla birlikte Mu kıtası durumunda olduğu gibi arada bir saçmaladığını da görmezden gelemem. Erdoğan’ı ilk yıllarında severdim ama sonra o sevgim gittikçe azaldı, bu da benden kaynaklanan bir şey değildi, sadece o çok değişti. Şimdi ise yaptığı birçok şeye karşıyım, ama karşı olmamı nefrete dönüştürmüyorum.

        Bana tanınmış bu yazarlık yapma ayrıcalığını, toplumdaki karşılıklı nefret ortamının ortadan kalkması için kullanma amacındayım. Toplumun acilen din ve inanç konularında ciddi bir diyaloğa girmesi gerektiğini düşünüyorum. Üstelik dünyanın, “Müslümanlığın ne olduğu, Müslümanların 21’inci yüzyılda global dünyada nasıl var olacakları” konusunda yeniden tanımlamaya ihtiyaç duyduğu şu günlere Türkiye’de bu konularda açacağımız diyalogların öneminin büyük olduğuna inanıyorum. Üstelik ben bir deistim, ama buna rağmen doğru olana “Doğru budur” demeyi sürdüreceğim.

        İşte ihtiyaçların bu olduğu bugünlerde Cumhurbaşkanı’nın bahsettiği kâşiflere sadece Müslüman diye tepki gösterilmesini son derece sağlıksız ve tehlikeli buluyorum. Üstelik Cumhurbaşkanı’nın dediği, daha önce bazı bilim adamları tarafından söylenmiş ama ispat edilememiş bir durum. Atatürk’ün işaret ettiği efsanevi Mu kıtasında Türklerin kökeni olduğuna inanmak eğer size saçma gelmiyorsa, o zaman Cumhurbaşkanı’nın dediğine çok daha rahat inanmanız gerekir.

        Sonra bakın, ABD’nin “kurucu babaları” denilen bir grup insan vardır. Bunlar hem bu ülkenin anayasasını yazmışlar hem de yeni ülkeyi kurmuşlardır. Thomas Jefferson bu kurucu babalar arasında yer alır. Jefferson’ın aslında bir Müslüman olduğu ve ülke kuruluşunda sorun yaratmamak için bunu sakladığı yolunda bir tez de vardır.

        Buyurun bakalım, Amerika’yı Kolomb’dan önce Müslüman kâşiflerin bulmuş olduğuna inanmayanlar, acaba Thomas Jefferson’ın Müslüman olması ihtimaline acaba ne diyecekler. Jefferson öldükten sona onun özel kütüphanesinde çok kullanıldığı belli olan bir Kuran bulundu. Bu konu Denise Spellberg tarafından yazılmış olan “Thomas Jefferson’s Quran, İslam and the Founders” adlı bilimsel kitapta detaylı incelenmiştir ve bu kitap çok da tartışıldı.

        Bu yazıyı yazmamın nedeni, Amerika tarihinde İslam’ın yerini incelemek değil; bu ne benim işim ne de birikimim buna yeter. Amacım, Türkiye’deki tartışma ve saldırı ortamının/kültürünün ne kadar da tehlikeli boyuta vardığına işaret etmekten ibaret.

        21’inci yüzyılda global düzenin en ihtiyacı olan şey demokrasiyle, bireysel özgürlüklerle uyumlu, insanların hayat tarzı seçimlerine saygılı ve modern yaşamın koşullarıyla uyumlu bir Müslüman demokrasinin varlığını görmektir. Bir zamanlar bu amaca doğru yürümekte olan Türkiye (benim Erdoğan’ı sevdiğim yıllar) son zamanlarda elindeki bu müthiş potansiyeli kaçırmak üzere de olsa eğer isterse hâlâ bunu yapabilir.

        Bu 21’inci yüzyılda dünyanın gidişatını değiştirebilecek büyük dönüşüme eğer bizler bireyler olarak katkıda bulunacaksak, ne ABD’nin Müslüman kâşifler tarafından bulunmuş olduğuna, ne Amerika’nın kurucuları arasında Müslümanların olabileceğine, ne de Atatürk’ün Mu kıtası merakına hemen karşı çıkmayacağız, her fikri dinleyip onu anlamaya çalışacağız. Diyalog açmanın ve bu ortamda bir liberal olmanın başka koşulu da yok.

        Diğer Yazılar