Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “JOHN Coltrane’in öldüğü yazdı; aşkın ve isyanların yazıydı ve Brooklyn’de tesadüfi bir karşılaşmanın iki genç insanı sanat, bağlılık ve başlangıçlarla dolu bir hayat yolculuğuna çıkardığı yazdı.”

        Bu cümle Patti Smith’in çok sevilen “Çoluk Çocuk” adlı kitabındaki ressam Robert Mapplethorpe ile ilişkisini ve birey olarak kendi yaşamlarının hangi ortamda oluştuğunu, yani hayatlarının “mise en scene”ini çok güzel anlatan cümledir.

        Başlangıç cümlesinden kendi hayatlarımız için bir ders çıkarmak istersek benim önerim “başlangıçlarla dolu hayat yolculuğu” olacak.

        Evet hayat daima zor, kötü sürprizleri de boldur, ama bizler kendimizi yeniden üretmeyi, daima yeni başlangıçlar yapmayı bilirsek hayatın taarrruzuna karşı direnebiliriz, hatta onu yeneriz diye düşünüyorum.

        CAFE LA HABANA

        Kendini yeniden üretmeyi becerebilen, yeni başlangıçların kadını Patti Smith “Cafe La Habana oturumları” adını verdiği projeyi Meksika’da başlattı.

        Ona tam yakışan bir proje bu.

        Çünkü Patti Smith niş bir kamusal alan olarak kafelerin teorisini yapan kadındır.

        Tavrını, yaşanmış bir olayı aktarak anlatayım.

        Patti Smith, bohemin dünyası olan Manhattan’ın Greenwich Village bölgesinde sevdiği kafede otururken diğer masalarda cep telefonlarına, bilgisayarlarına gömülmüş şekilde oturan insanlara, aniden ayağa kalkarak “Hepiniz defolun bu kafeden, kafeler şairlerin işyerleridir” diye bağırmıştır.

        Kafeler için “şairin işyeri” ve “şiirin yazıldığı yerler” sözü bohem bir fantezi tabii, ama savunulması, içselleştirilmesi gereken bir fantezi.

        Kafeler gerçekten de kendi içimize döndüğümüz, düşündüğümüz, hayaller kurduğumuz mekânlar olmalı; durmadan başarı ve para peşinde koşan insanların yeri başka.

        Kafenin havası bohem olduğunda güzelleşir bence.

        KAFENİN ŞEHİR EFSANESİ

        Patti Smith “Cafe La Habana Sessions” projesiyle bu bohem fantezisini Meksika’ya taşımış.

        Fotoğrafların sergilendiği kafe hakkında müthiş bir şehir efsanesi de var. Deniyor ki Che Guevara ve Fidel Castro, Küba’daki devrimi planlamak için bu kafede buluşup konuşurlarmış.

        Doğru mu bu bilmiyorum ama olmaması için de bir neden bulunmuyor.

        Bunun Patti Smith’in ruh haline, hayat tavrına uyan bir şehir efsanesi olduğuna şüphe yok.

        Kafede sergilediği fotoğraflar arasında sürrealist ressam Frida Kahlo’nun korsesi ile yazar Roberto Bolano’nun kitap yazarken, yani çalışırken oturduğu iskemlenin fotoğrafı var.

        Bu fotoğrafların büyük bölümü sergiden sonra kaldırılacak, ancak “Piss Factory” şarkısını söyleyen ve kendi gençlik hayatı da Alpay’ın o muhteşem sesiyle söylediği “Fabrika Kızı” gibi olan Patti Smith, kafenin tuvaletinde sergilenen fotoğrafının sürekli orada kalmasını istemiş.

        “İdrar Fabrikası” şarkısını söyleyen kadına ve haç üzerine idrar fotoğrafıyla büyük skandallar kopartan sevgilisi Robert Mapplethorpe’a çok uyan, onlara yakışan bir tercih olmuş bu.

        Patti Smith’in Greenwich Village’te müdavimi olduğu kafelerin, global bohem kafe düzeni içinde özel yeri vardır.

        Çünkü bu kafeler eskiden Allen Ginsberg ile William Burroughs’un tercih ettiği kafelerdi.

        Global kafe düzeninde bunun gibi önemli olan diğer kafe mekânları Parite Verlaine ve Rimbaud’un sevdiği kafeler ile Viyana’da Ludwig Wittgenstein’ın dostlarıyla devam ettiği kafe de var.

        Açıkçası Patti Smith kendisine çok yakışan bir iş yapmış son sergisiyle.

        İnsana hemen bir kafede kahveden bir yudum aldıktan sonra bir şeyler yazmayı teşvik eden duygular veriyor bu sergi.

        Diğer Yazılar